İspanyol edebiyatının 21. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden Andres Barba, ‘Işıklar Ülkesi’nde 32 sokak çocuğunu ölüme götüren süreci anlatıyor. Kısa, basit ama şaşırtıcı ve çarpıcı hikâyesiyle heyecan verici bir roman.
Trajik sonunu daha baştan ilan eden bir cümleyle adım atıyoruz ‘Işıklar Ülkesi’ne: “San Cristobal’da hayatını yitiren otuz iki çocuğu sorduklarında, verdiğim yanıt konuştuğum kişinin yaşına göre değişiyor.”
Anlatıcı, 22 yıl önce gerçekleşmiş, kendisinin de önemli bir rol oynadığı bu uğursuz olayı nakledecek. Evet, 22 yıl önce -13 Nisan 1993’te- gelmiş San Cristobal’a. O sıralar göreve yeni atanmış, çiçeği burnunda bir sosyal hizmetler bakanlığı memuru; hukuk fakültesini bitirmiş, müzik öğretmeni bir kadınla evlenmiş, kadının kızını da kendi çocuğu gibi benimsemiş mutlu bir adam.
San Cristobal ise Güney Amerika’da, bir nehir kıyısında, tropikal ormanlarla çevrili, 200 bin nüfuslu, azgelişmiş ülkelere özgü bütün karakteristikleri barındıran bir taşra kenti.
‘Güneşin batıdan doğması’nın, kentin düzeninin bir anda kaosa dönüşmesinin nedeni sokak çocuklarının ortaya çıkması; yaşları 9 ile 13 arasında değişen 32 çocuk… “Yıllar sonra bile hâlâ önemini koruyan bir soru” diyecektir anlatıcı: “Bu çocuklar nereden çıktı? Nereden?”
Nereden geldikleri belli olmayan bu küçük kız ve erkek çocukları sanki başka bir dünyaya ait. Ortada bir lider yok, otorite namına bir şey yok, herhangi bir şey organize eden yok, ne bir komplo hazırlığı içindeler, ne bir strateji üzerinde anlaşıyorlar ne de bir saldırı planlıyorlar. Aksine, hareketlerindeki karmaşa daha çok bir oyunu andırıyor. Kendi aralarında yetişkinlerin anlamadığı bir dille konuşuyorlar. Konuyu araştıran bir biliminsanına göre çocuklar yeni bir dünya ve yeni bir hayat bağlamında yeni bir dile ihtiyaç duydukları için, henüz adlandırılmamış olanı adlandırmak için yeni kelimeler icat etmişler.
Şimdi geriye dönüp baktığında “O çocuklarda ‘normal’ çocukların asla ulaşamayacağı bir mutluluk ve özgürlük olduğunu, çocukluğun onların oyunlarında bizim çocuklarımızın kurallı ve yasaklarla dolu oyunlarına kıyasla çok daha iyi ifadesini bulduğunu” düşünecektir anlatıcı. Aslında bu onun pişmanlığının ifadesidir. Zira birkaç çocuk bir markette şiddet içeren bir soyguna girişip sonra hep birlikte ormana kaçtıklarında, olayı çözme işini bizzat anlatıcımız üstlenmiştir.
‘32’ler ortadan kaybolduğunda şehrin kendi çocuklarının onların çekimine kapıldığı anlaşılır. Hatta bazı çocuklar onlara katılmak için evlerinden kaçarlar. Kayıp çocukları bulamayan, artan tepkileri göğüsleyemeyen yerel yetkililer için -anlatıcının önerisiyle- ormana bir harekât düzenleme zamanı gelmiştir…
ANARŞİST ÜTOPYA
Girişte de söyledim, nasıl sona ereceği apaçık ortada olan bir hikâye anlatmış Barba. Tragedyanın kalıplarını kullanıyor; kahramanların kaderi, onları bekleyen kıyamet, geri dönüşün imkânsızlığı bu hikâyenin alın yazısı. Yine de okumaya başladığımızda Barba’nın hikâye anlatım ustalığının büyüsüne kapılıp olup bitenleri merakla takip etmekten kendimizi alamıyoruz. Tıpkı birkaç kez okuduğumuz/sevdiğimiz bir kitaptan uyarlanmış bir filmi seyrederken aldığımız zevk ve heyecan gibi.
Anlatıcı, 22 yıl önceki bu olayın tanığı olarak, sanki bir belgesel sunarcasına başlar anlatmaya. Bir dizi -hayali- kaynak kullanır… Ancak sayfalar ilerledikçe niyetinin tanıklıktan ziyade hakikatin ve kendi sorumluluğunun itirafı olduğunu fark ederiz. Kısacası tarafsız ve güvenilir bir anlatıcı değildir. Boşlukları doldurmak okuyucuya bırakılmıştır.
Anlatıcının benimsemek istediği ‘resmi’ tona ve tanıklığını dayandırdığı resmi belgelere rağmen ‘Işıklar Ülkesi’, kuru bir gerçekliğin çok ötesinde; güçlü tasvirler eşliğinde mükemmel bir görsellik sunuyor. Girişteki orman tasvirlerinden sonda çocukların sığındıkları kanalizasyondaki -romana adını veren- ışıklara kadar pek çok sahnede imgelerin zenginliği dikkat çekici.
Barba, anlatım zenginliğini içerik zenginliği ile birleştirerek unutulmayacak bir roman kaleme almış. Öyle ki, otorite yokluğu ve başka bir dil yaratma gayretleriyle bu sistem dışı çocuklar, geçmişten bugüne dek uzanan isyancıların ya da emperyal politikaların kurbanlarının alegorik temsili niteliği kazanıyorlar. Sömürgeciliğin ve emperyalizmin ikiz dehşetini barındıran ‘Işıklar Ülkesi’nde Barba’nın dili milliyetçi söylemi teşhir ediyor; ötekiler olarak çocukların varlığına karşı yerleşik ‘biz’lerin endişelerini, bu endişelerin doğurduğu yıkıcılığı…
Internet sitelerine baktığımızda pek çok ciddiye alınır yorumcunun “Işıklar Ülkesi” ile William Golding’in ‘Sineklerin Tanrısı’ arasında bağlantı kurduğunu görebiliyoruz. Bağlantı “masumiyet yitimi” ve şiddet üzerinden kuruluyor. Zorlama bir benzerlik. William Golding ‘Sineklerin Tanrısı’nda ıssız bir adada mahsur kalan gençlerin iktidar mücadelesini, otoriteye boyun eğiş mekanizmalarını anlatırken çocuklardan yola çıkarak insanın doğasını ve kötülüğü sorgulamıştı. Oysa Andres Barba ‘Işıklar Ülkesi’nde ‘normal’ çocuklara bir özgürlük vaadi, başka bir dünyanın mümkün olacağı inancı sunan, hiyerarşik ilişkiden tamamıyla uzak bir çocuk topluluğu tasarlıyor. Çocukların farklı bir dil icat etmeleriyle de desteklenen ‘anarşist bir ütopya’ tasarımı bu.
Çocukların hiyerarşiden, rekabetten, çalışmadan uzak hayatları ile San Cristobal’ın orta sınıflarının hayatları arasındaki karşıtlığa özellikle vurgu yapıyor Barba. Kendilerine yabancı bir hayatın barındırdığı özgürlük vaadi, orta sınıf hayatlarının altüst olacağı korkusudur onları rahatsız eden. Tam da bu nedenle cezalandırılır çocuklar; tıpkı dünyanın diğer isyankâr çocukları gibi… Ama ektikleri tohumlar canlılıklarını korumaktadır: “Otuz İkiler’in konuşmalarının fısıltıları, sırları hâlâ altımızda titriyormuş gibi hissediyorum.”
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Mehmet Fırat Pürselim, Yeşil Gazete, 31 Ağustos 2013 Alejandro Zambra, 1975 doğumlu Şilili bir yazar. Eve Dönmenin Yolları’nda, doğumundan iki yıl önce gerçekleşen Pinochet askeri darbesi sonrasını bir çocuğun gözünden anlatmış. Ben doğumumdan dört yıl önce olan muhtırayı ya da beş yıl sonra darbeyi nasıl anlatırdım? Acaba Latin Amerika edebiyatını her iki coğrafya da darbelerle …
Berkan M. Şimşek, Oggito, 29 Aralık 2015 • “Bu kitap, yazarının izni olmadan ve onun iradesi dışında basılmıştır. Meksika’daki yozlaşma ve muafiyet dört bir yanımızı kuşatıyor.” • Bellatin’in bu online mücadelesi, Meksika edebiyat dünyasında şok etkisi yarattı. Modern İspanyolcanın klasikleri arasında yer alan Güzellik Salonu’nun yirminci yılına özel hazırlanan bu baskısının bir kutlama olması gerekirken kitap, …
Emek Erez, Gazete Duvar, 18 Eylül 2020 Yuri Herrera’nın ‘Krallığın İşleri’ kitabı Notos Yayınları tarafından yayımlandı. ‘Krallığın İşleri’, sanat ve otorite ilişkisini sorgularken, zamanı belirsizleştirerek anlatıyı her dönemde farklı yorumlanabilecek bir boyuta taşıyor. Anlatmak istediğini sezdiren, kurguladığı dünyayı, mekân, zaman ve karakterlerinin seçimiyle gerçekliğin dışına çıkaran ama anlattığı meselelerin şimdiki dünyayla ilişkisini de kurdurabilen yazarları …
Gizem Yiğit, Arka Kapak 22.sayı, Temmuz 2017 “Trajedi ve felsefe nasıl bir araya gelebilir? ” Lev Şestov metnine bu soru ile kapı aralıyor. Dostoyevski ve Nietzsche’nin ayaklarına bir pranga gibi vurulup peşlerini bir an olsun bırakmayan derin ızdıraplarının izlerini mukayeseli bir okuma deneyimiyle sürmeye çalışıyor. Şestov, bu iki yazarın hümanizm, pozitivizm ve idealizm gibi felsefi akımlara …
Ülkenin en güzel çocukları
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 19 Şubat 2021
İspanyol edebiyatının 21. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden Andres Barba, ‘Işıklar Ülkesi’nde 32 sokak çocuğunu ölüme götüren süreci anlatıyor. Kısa, basit ama şaşırtıcı ve çarpıcı hikâyesiyle heyecan verici bir roman.
Trajik sonunu daha baştan ilan eden bir cümleyle adım atıyoruz ‘Işıklar Ülkesi’ne: “San Cristobal’da hayatını yitiren otuz iki çocuğu sorduklarında, verdiğim yanıt konuştuğum kişinin yaşına göre değişiyor.”
Anlatıcı, 22 yıl önce gerçekleşmiş, kendisinin de önemli bir rol oynadığı bu uğursuz olayı nakledecek. Evet, 22 yıl önce -13 Nisan 1993’te- gelmiş San Cristobal’a. O sıralar göreve yeni atanmış, çiçeği burnunda bir sosyal hizmetler bakanlığı memuru; hukuk fakültesini bitirmiş, müzik öğretmeni bir kadınla evlenmiş, kadının kızını da kendi çocuğu gibi benimsemiş mutlu bir adam.
San Cristobal ise Güney Amerika’da, bir nehir kıyısında, tropikal ormanlarla çevrili, 200 bin nüfuslu, azgelişmiş ülkelere özgü bütün karakteristikleri barındıran bir taşra kenti.
‘Güneşin batıdan doğması’nın, kentin düzeninin bir anda kaosa dönüşmesinin nedeni sokak çocuklarının ortaya çıkması; yaşları 9 ile 13 arasında değişen 32 çocuk… “Yıllar sonra bile hâlâ önemini koruyan bir soru” diyecektir anlatıcı: “Bu çocuklar nereden çıktı? Nereden?”
Nereden geldikleri belli olmayan bu küçük kız ve erkek çocukları sanki başka bir dünyaya ait. Ortada bir lider yok, otorite namına bir şey yok, herhangi bir şey organize eden yok, ne bir komplo hazırlığı içindeler, ne bir strateji üzerinde anlaşıyorlar ne de bir saldırı planlıyorlar. Aksine, hareketlerindeki karmaşa daha çok bir oyunu andırıyor. Kendi aralarında yetişkinlerin anlamadığı bir dille konuşuyorlar. Konuyu araştıran bir biliminsanına göre çocuklar yeni bir dünya ve yeni bir hayat bağlamında yeni bir dile ihtiyaç duydukları için, henüz adlandırılmamış olanı adlandırmak için yeni kelimeler icat etmişler.
Şimdi geriye dönüp baktığında “O çocuklarda ‘normal’ çocukların asla ulaşamayacağı bir mutluluk ve özgürlük olduğunu, çocukluğun onların oyunlarında bizim çocuklarımızın kurallı ve yasaklarla dolu oyunlarına kıyasla çok daha iyi ifadesini bulduğunu” düşünecektir anlatıcı. Aslında bu onun pişmanlığının ifadesidir. Zira birkaç çocuk bir markette şiddet içeren bir soyguna girişip sonra hep birlikte ormana kaçtıklarında, olayı çözme işini bizzat anlatıcımız üstlenmiştir.
‘32’ler ortadan kaybolduğunda şehrin kendi çocuklarının onların çekimine kapıldığı anlaşılır. Hatta bazı çocuklar onlara katılmak için evlerinden kaçarlar. Kayıp çocukları bulamayan, artan tepkileri göğüsleyemeyen yerel yetkililer için -anlatıcının önerisiyle- ormana bir harekât düzenleme zamanı gelmiştir…
ANARŞİST ÜTOPYA
Girişte de söyledim, nasıl sona ereceği apaçık ortada olan bir hikâye anlatmış Barba. Tragedyanın kalıplarını kullanıyor; kahramanların kaderi, onları bekleyen kıyamet, geri dönüşün imkânsızlığı bu hikâyenin alın yazısı. Yine de okumaya başladığımızda Barba’nın hikâye anlatım ustalığının büyüsüne kapılıp olup bitenleri merakla takip etmekten kendimizi alamıyoruz. Tıpkı birkaç kez okuduğumuz/sevdiğimiz bir kitaptan uyarlanmış bir filmi seyrederken aldığımız zevk ve heyecan gibi.
Anlatıcı, 22 yıl önceki bu olayın tanığı olarak, sanki bir belgesel sunarcasına başlar anlatmaya. Bir dizi -hayali- kaynak kullanır… Ancak sayfalar ilerledikçe niyetinin tanıklıktan ziyade hakikatin ve kendi sorumluluğunun itirafı olduğunu fark ederiz. Kısacası tarafsız ve güvenilir bir anlatıcı değildir. Boşlukları doldurmak okuyucuya bırakılmıştır.
Anlatıcının benimsemek istediği ‘resmi’ tona ve tanıklığını dayandırdığı resmi belgelere rağmen ‘Işıklar Ülkesi’, kuru bir gerçekliğin çok ötesinde; güçlü tasvirler eşliğinde mükemmel bir görsellik sunuyor. Girişteki orman tasvirlerinden sonda çocukların sığındıkları kanalizasyondaki -romana adını veren- ışıklara kadar pek çok sahnede imgelerin zenginliği dikkat çekici.
Barba, anlatım zenginliğini içerik zenginliği ile birleştirerek unutulmayacak bir roman kaleme almış. Öyle ki, otorite yokluğu ve başka bir dil yaratma gayretleriyle bu sistem dışı çocuklar, geçmişten bugüne dek uzanan isyancıların ya da emperyal politikaların kurbanlarının alegorik temsili niteliği kazanıyorlar. Sömürgeciliğin ve emperyalizmin ikiz dehşetini barındıran ‘Işıklar Ülkesi’nde Barba’nın dili milliyetçi söylemi teşhir ediyor; ötekiler olarak çocukların varlığına karşı yerleşik ‘biz’lerin endişelerini, bu endişelerin doğurduğu yıkıcılığı…
Internet sitelerine baktığımızda pek çok ciddiye alınır yorumcunun “Işıklar Ülkesi” ile William Golding’in ‘Sineklerin Tanrısı’ arasında bağlantı kurduğunu görebiliyoruz. Bağlantı “masumiyet yitimi” ve şiddet üzerinden kuruluyor. Zorlama bir benzerlik. William Golding ‘Sineklerin Tanrısı’nda ıssız bir adada mahsur kalan gençlerin iktidar mücadelesini, otoriteye boyun eğiş mekanizmalarını anlatırken çocuklardan yola çıkarak insanın doğasını ve kötülüğü sorgulamıştı. Oysa Andres Barba ‘Işıklar Ülkesi’nde ‘normal’ çocuklara bir özgürlük vaadi, başka bir dünyanın mümkün olacağı inancı sunan, hiyerarşik ilişkiden tamamıyla uzak bir çocuk topluluğu tasarlıyor. Çocukların farklı bir dil icat etmeleriyle de desteklenen ‘anarşist bir ütopya’ tasarımı bu.
Çocukların hiyerarşiden, rekabetten, çalışmadan uzak hayatları ile San Cristobal’ın orta sınıflarının hayatları arasındaki karşıtlığa özellikle vurgu yapıyor Barba. Kendilerine yabancı bir hayatın barındırdığı özgürlük vaadi, orta sınıf hayatlarının altüst olacağı korkusudur onları rahatsız eden. Tam da bu nedenle cezalandırılır çocuklar; tıpkı dünyanın diğer isyankâr çocukları gibi… Ama ektikleri tohumlar canlılıklarını korumaktadır: “Otuz İkiler’in konuşmalarının fısıltıları, sırları hâlâ altımızda titriyormuş gibi hissediyorum.”
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Dostum Alejandro ile konuştuk biraz…
Mehmet Fırat Pürselim, Yeşil Gazete, 31 Ağustos 2013 Alejandro Zambra, 1975 doğumlu Şilili bir yazar. Eve Dönmenin Yolları’nda, doğumundan iki yıl önce gerçekleşen Pinochet askeri darbesi sonrasını bir çocuğun gözünden anlatmış. Ben doğumumdan dört yıl önce olan muhtırayı ya da beş yıl sonra darbeyi nasıl anlatırdım? Acaba Latin Amerika edebiyatını her iki coğrafya da darbelerle …
Bellatin’in Güzellik Salonu Savaşı
Berkan M. Şimşek, Oggito, 29 Aralık 2015 • “Bu kitap, yazarının izni olmadan ve onun iradesi dışında basılmıştır. Meksika’daki yozlaşma ve muafiyet dört bir yanımızı kuşatıyor.” • Bellatin’in bu online mücadelesi, Meksika edebiyat dünyasında şok etkisi yarattı. Modern İspanyolcanın klasikleri arasında yer alan Güzellik Salonu’nun yirminci yılına özel hazırlanan bu baskısının bir kutlama olması gerekirken kitap, …
Krallığın İşleri: Sanatçılar, krallar ve parçalı anlamlar
Emek Erez, Gazete Duvar, 18 Eylül 2020 Yuri Herrera’nın ‘Krallığın İşleri’ kitabı Notos Yayınları tarafından yayımlandı. ‘Krallığın İşleri’, sanat ve otorite ilişkisini sorgularken, zamanı belirsizleştirerek anlatıyı her dönemde farklı yorumlanabilecek bir boyuta taşıyor. Anlatmak istediğini sezdiren, kurguladığı dünyayı, mekân, zaman ve karakterlerinin seçimiyle gerçekliğin dışına çıkaran ama anlattığı meselelerin şimdiki dünyayla ilişkisini de kurdurabilen yazarları …
Sıradanın Trajik Yazgısı
Gizem Yiğit, Arka Kapak 22.sayı, Temmuz 2017 “Trajedi ve felsefe nasıl bir araya gelebilir? ” Lev Şestov metnine bu soru ile kapı aralıyor. Dostoyevski ve Nietzsche’nin ayaklarına bir pranga gibi vurulup peşlerini bir an olsun bırakmayan derin ızdıraplarının izlerini mukayeseli bir okuma deneyimiyle sürmeye çalışıyor. Şestov, bu iki yazarın hümanizm, pozitivizm ve idealizm gibi felsefi akımlara …