Bohumil Hrabal (1914-1997) Hašek, Čapek ve Kundera ile beraber yirminci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından. Yirmiden fazla dile çevrilmiş, dünya edebiyatına mal olmuş büyük bir yazar aynı zamanda. Otobiyografik başyapıtı Gürültülü Yalnızlık, Türkçede ilk kez 2004’te, Elif Gökteke’nin kitabın şiirselliğini yansıtan güzel çevirisiyle yayımlanmıştı. Uzun süredir okurların arayıp bulamadığı bir kitaptı. Hrabal’ın bu unutulmaz anlatısını Notos Kitap gözden geçirilmiş yeni bir basımla bugünlerde tekrar okurla buluşturdu.
Okuyacağınız söyleşi kesiti, Macar gazeteci László Szigeti’nin Hrabal’la 1980’lerin sonunda yaptığı “söyleşi-roman”dan Gürültülü Yalnızlık üstüne bölümler.
László Szigeti: Şair olarak başladınız… Biliyor musunuz Faulkner ne diyor: Belki de her romancı ilk başta şiir yazmak ister. Gürültülü Yalnızlık’ı okurken abidevi bir şiir olduğunu düşündüm.1
Bohumil Hrabal: Organikti. 1936’dan 1950’lere kadar şiir yazdım.
LS: Ama hâlâ şiir yazıyorsunuz. Gürültülü Yalnızlık2 benim için sahiden muazzam bir şiir.
BH: Bir balad, ki baladın özel bir havası vardır.
LS: Bay Hrabal, Gürültülü Yalnızlık’ı ne zaman yazdınız?
BH: 1974 olmalı. Herhangi bir olgunluk eseri vermişsem eğer, olgunluğumun zirvesi budur. Kendi yordamımca bir çağın sona erip bir başkasının başladığını yazmaya çalışıyordum sadece. Kitabın kahramanı Haňťa her şeyi eski usulde, elle yapmaya alışıktı; Çek toplumunda makinelerin sahneye çıkmasıyla beliren bir kırılmayı cisimleştiriyordu. Kitabı gerçekçi olarak tasarlamıştım ama simgesel bir tarafı da vardı. Yüzyıllarca ya da bin yıl süren bütün o çağın kırılma noktası Haňťa; dökülen kalasların kıymıkları var onun içinde. Haňťa yaşayan birisiydi ama ona verdiğim düşünsel güçten yoksundu. Gerçekti yani, ikimiz de ayyaştık. O gürültülü yalnızlıkta ifade edilen, bir çağın kırılma noktasına ulaşıp bir başkasının başlamakta olduğu nokta – ki bilindiği üzere, insan toplumunda pek sık olmaz bu. Sadece bir kere olur. Uzun zaman önce klasik antikite sona ermiş ve Hıristiyanlık çağı başlamıştı. Yepyeni bir düşünme biçimi. O zamanlar acı çekenler eski, klasik biçimde yaşayanlardı, çünkü başka bir şeyi hayal edemiyorlardı. Sonra yepyeni bir model geldi; sadece düşünme biçimi ve felsefi anlayış değil, yaşam biçimi ve toplum yapısı bakımından yepyeni bir model. Bay Hrabal’ınızın işi de değişimi kaydetmekti. Bu değişimi öyle bir kaydettim ki Hašek’in Şvayk’ı gibi okunabilir. Öte yandan Hašek’e nispeten biraz daha nitelikli bir edebiyat. Şimdilerde Çek okuru, daha doğrusu aritmetik olarak ortalama Çek okuru daha kültürlü. Yer yer şiire kayan üslubum okurun Haňťa’yı içerikle bağdaştırmasına engel olmuyor. Her kitabım daima iki kere okunabilir. Hem düzanlamıyla hem de simgesel anlamının ne olabileceğini hesaba katarak. Ama şu da var ki kitapta simgesellik olmasını istemem genelde. Benim için hepsi gerçek.
LS: Ama işler her zaman istediğiniz gibi gitmez.
BH: İnsanlar ex post simgeler koyuyor. Alegori olarak aldıkları şeyin ne anlama geldiğini tefsirle açmaya çalışıyorlar. Hayır. A priori olarak asla simgeler veya alegoriler içinde yazmam. Ama olur ya – o zaman da olsa olsa dar alanda kıvrak bir Hidegkuti çalımı…
LS: Ama okurlar yaratıcıdır ve fikirlerinizi ileri taşır. Ne de olsa, bizzat dediğiniz gibi, romanlarınız yarı hazır yemekler gibi.
BH: Evet, öyle. İsteyen kendi hayalinde çeşnilendirebilir…
LS: Bunlar kendi anılarınız mı?
BH: Hayır, anı demezdim. Daha ziyade beni sürekli izleyen bir deneyim gibi, ortaya çıkma zamanı gelinceye kadar demlenip olgunlaşıyor –bir kadının hamilelik süreci gibi– sonra olan biteni çok kesin ve net biçimde görüyorum ve suretini çıkarmaktan pek fazla bir şey yapmıyorum. Yazdıkça büyüyüp gelişiyor ama eşref saatini yakalamak gerek, tam olgunlaştığı ölçüyü. Sıkı Kontrol Edilen Trenler üzerinde çalışırken on, on iki yıl boyunca kafamda evirip çevirdim. İşi hızlandırmanın bir yolu yok. Bir anda fark ediyorsun ki elindeki sadece içerik değil, içeriğin kendisi senin için biçimi de belirliyor.
LS: O halde olayla mesafelenmeniz gerektiğini söylüyorsunuz.
BH: Elbette. Gürültülü Yalnızlık’ı 1973 ya da 1974’te yazdım ama gerçek tarafını bir geridönüşüm tesisinde, 1954’ten 1958’e kadar bizzat yaşamıştım. O dört yıldaki deneyimlerim o kadar güçlüydü ki yıllar geçse de bir türlü geri çekilmedi, tam aksine üstüne yığınla başka şey eklendi. Üzerine eklenenler birikti de birikti, kurmaca unsurlar, hiç yaşanmamış ya da başka yerde yaşanmış şeyler, başkalarının anlattıkları… bütün bunlar benim saplantımla mükemmel uyuşuyordu. Ancak zaman gelip de olgunlaştığında, bir bütünlük oluşturduğunda oturup yazabildim metnin o üç farklı versiyonunu.3 Gürültülü Yalnızlık’tan bahsediyorken şunu da ekleyeyim: İlk versiyon Apollinaire şiiri tarzında nazım biçiminde yazıldı, belki noktalamayla uğraşmak istemediğimden ya da belki hikâyenin bütününü saf ve yalın olarak lirik biçimde görüyordum… Ama bütün metni ilk defa okuduğumda Prag Çekçesiyle yazdığımı fark ettim, argo değilse de konuşma dilinde. Sonra bir anda şuna uyandım: Gayriiradi mürekkep yalamış sıradan adamımda ironi eksikti; Prag ironisinin yüzeye çıkması ve standart Çekçeyi, özenli ve işlenmiş dili yarıp geçmesi gerekiyordu. Dolayısıyla içim içime sığmadı ve dönüp bütün kitabı karar verdiğim üslupta tekrar yazdım. Ya ânın hararetiyle ya da meşrep icabı bir fütursuzlukla metni aslından ya biraz uzaklaştırdım ya da küçük değişiklikler yaptım, çünkü büyük değişikliklerle metni bozamayacağımı biliyordum, zira korktuğum bir metindi, ki bir metinden korkuyorsam hasbelkader iyi bir metindir en azından. bohumil hrabalBütün versiyonu “düzgün” Çekçeyle yeniden okuduğumda gördüm ki yarı yarıya bile yeni bir boyut kazanmamış, yepyeni bir boyut kazanmış, ancak o zaman etkileyici bir hikâye haline gelmiş, kaldı ki metindeki zekâ pırıltıları meyhane martavalından çok daha çarpıcı olmuştu. Hem İngiltere Kralına Hizmet Ettim hem de Gürültülü Yalnızlık alla prima yazıldı, yavaşlayan bir trenin gün ışığından ayrılıp çok uzun bir tünelden veya kapkaranlık bir geceden ağır ağır geçmesi gibi. İkisi de okumaya korktuğum metinler; tek bir sayfasına bile bakmaktan korkuyorum. Bir nedeni artık başka bir yerde olmam, bir de bunlar eski metinlerim… onlardan nefret ediyor değilim, daha ziyade bana pek bir şey ifade etmiyorlar, onlar hakkında konuşmayı sevmiyor da değilim ama hayranlık yüklü sorulara cevap vermekten hoşlanmıyorum. Ikınıp sıkınıyorum onlar yüzünden, hatta mahcubiyet duyuyorum. Bir yazar –sanıyorum ben de bir yazarım– kendi metinlerine acımasız davranmalı, ne de olsa önümdeki temalar geride bıraktıklarımdan daha kuvvetli. Bir yazarda tekrar korku duyacağı yere gitme cesareti olmalı, kimsenin onu ummadığı yere, şimdinin namevcut, geçmişin netameli, geleceğin ise çok ama çok tanıdık olduğu yere – sevgili György Lukács’ımın bana öğrettiği üzere…
İngilizceden çeviren: Oğuz Tecimen
1 Gürültülü Yalnızlık’ın ilk taslağı sahiden de şiir biçimindeydi.
2 Gürültülü Yalnızlık 1977, 1978, 1979, 1986’da samizdat basımlarla yayımlandı, Çekoslovakya’da ilk resmi basımı 1989’da yapıldı.
3 Gürültülü Yalnızlık’ın çeşitli versiyonları daktilo edilmiş samizdat basımlarla 1977 ve 1978’de yayımlandı, bunlar ilk kez 1986’da, yine daktilo edilmiş basımla (sadece yirmi nüsha) bir araya getirildi.
Kaynak: Pirouettes on a Postage Stamp, İngilizceye çeviri, önsöz ve notlar David Short, Karolinum Press, 2014.
[koo_button url=”https://notoskitap.com/yayin/bohumil-hrabal-gurultulu-yalnizlik/” type=”regular” size=”small” icon=”koo-icon-glases-2″ target=”_self”] Kitabı İncele [/koo_button]
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Serkan Parlak, Edebiyathaber, 12 Mayıs 2020 Paulina Flores, 1988’de Santiago’da doğdu. Şili Üniversite’sinde edebiyat öğrenimi gördü. Garsonluk, kütüphanecilik, öğretmenlik gibi çeşitli mesleklerle uğraştı. Luis Lopez-Aliaga ve Alejandro Zambra’nın edebiyat atölyelerine katıldı. İspanyolcadan Zeynep Çelikel’in nitelikli çevirisiyle dilimize kazandırılan “Ne Rezalet” öykü kitabı 2015’te Şili Sanat Eleştirmenleri Camiası Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü. Flores, bu kitabıyla yılın en iyi …
Melisa Kesmez, Sabit Fikir, 14 Şubat 2018 Aşk, Delilik ve Ölüm Öyküleri bu haliyle okura bir yandan kurmacanın keyfini, bir yandan da kuramsal bir zenginlik sunuyor. Latin Amerika’nın Poe’su olarak bilinen, kısa öykünün büyük isimlerinden Uruguay asıllı Horacio Quiroga’nın 1917 tarihli Aşk, Delilik ve Ölüm Öyküleri, ilk kez Türkçeye çevrilmiş oldu. Quiroga’yı bizimle tanıştıran bu ilk kitap, …
Murat Darılmaz, K24, 3 Nisan 2020 Çiyil Kurtuluş, kırılmış, kırılmaya yüz tutmuş belki de kırılması gereken insan ilişkilerinin öykülerini anlatmayı seviyor. Hüzün barındıran öyküler büyük bir kısmı. İçlerinde çok fazla diyalogu barındırmasına rağmen (burada olumsuz bir anlam kastetmiyorum) içlerinde duygu yüklü sessizlik var. İlk söz… Öykü gibi bir edebiyat türünde kalem oynattıysanız işiniz zor demektir. Okur, …
Roberto Bolaño, çev. Süleyman Doğru, Oggito, 6 Aralık 2019 Korku, çürümüşlük ve her bir sayfasında titreyen ve okurlarını da titreten bir gündelik hayat. Bana Castellanos Moya’dan ilk bahseden kişi Guatemalalı yazar Rodrigo Rey Rosa’ydı, İspanyol eleştirmen Ignacio Echevarría’yla birlikte üçümüzün Blanes’de paella yediği gündü. Bana ondan bahseden ikinci kişi Juan Villoro oldu. Bunun üzerinden bayağı bir …
Bohumil Hrabal: “Bir yazar kendi metinlerine acımasız davranmalı.”
László Szigeti, çev. Oğuz Tecimen, Oggito, 16 Ekim 2019
Bohumil Hrabal (1914-1997) Hašek, Čapek ve Kundera ile beraber yirminci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından. Yirmiden fazla dile çevrilmiş, dünya edebiyatına mal olmuş büyük bir yazar aynı zamanda. Otobiyografik başyapıtı Gürültülü Yalnızlık, Türkçede ilk kez 2004’te, Elif Gökteke’nin kitabın şiirselliğini yansıtan güzel çevirisiyle yayımlanmıştı. Uzun süredir okurların arayıp bulamadığı bir kitaptı. Hrabal’ın bu unutulmaz anlatısını Notos Kitap gözden geçirilmiş yeni bir basımla bugünlerde tekrar okurla buluşturdu.
Okuyacağınız söyleşi kesiti, Macar gazeteci László Szigeti’nin Hrabal’la 1980’lerin sonunda yaptığı “söyleşi-roman”dan Gürültülü Yalnızlık üstüne bölümler.
László Szigeti: Şair olarak başladınız… Biliyor musunuz Faulkner ne diyor: Belki de her romancı ilk başta şiir yazmak ister. Gürültülü Yalnızlık’ı okurken abidevi bir şiir olduğunu düşündüm.1
Bohumil Hrabal: Organikti. 1936’dan 1950’lere kadar şiir yazdım.
LS: Ama hâlâ şiir yazıyorsunuz. Gürültülü Yalnızlık2 benim için sahiden muazzam bir şiir.
BH: Bir balad, ki baladın özel bir havası vardır.
LS: Bay Hrabal, Gürültülü Yalnızlık’ı ne zaman yazdınız?
BH: 1974 olmalı. Herhangi bir olgunluk eseri vermişsem eğer, olgunluğumun zirvesi budur. Kendi yordamımca bir çağın sona erip bir başkasının başladığını yazmaya çalışıyordum sadece. Kitabın kahramanı Haňťa her şeyi eski usulde, elle yapmaya alışıktı; Çek toplumunda makinelerin sahneye çıkmasıyla beliren bir kırılmayı cisimleştiriyordu. Kitabı gerçekçi olarak tasarlamıştım ama simgesel bir tarafı da vardı. Yüzyıllarca ya da bin yıl süren bütün o çağın kırılma noktası Haňťa; dökülen kalasların kıymıkları var onun içinde. Haňťa yaşayan birisiydi ama ona verdiğim düşünsel güçten yoksundu. Gerçekti yani, ikimiz de ayyaştık. O gürültülü yalnızlıkta ifade edilen, bir çağın kırılma noktasına ulaşıp bir başkasının başlamakta olduğu nokta – ki bilindiği üzere, insan toplumunda pek sık olmaz bu. Sadece bir kere olur. Uzun zaman önce klasik antikite sona ermiş ve Hıristiyanlık çağı başlamıştı. Yepyeni bir düşünme biçimi. O zamanlar acı çekenler eski, klasik biçimde yaşayanlardı, çünkü başka bir şeyi hayal edemiyorlardı. Sonra yepyeni bir model geldi; sadece düşünme biçimi ve felsefi anlayış değil, yaşam biçimi ve toplum yapısı bakımından yepyeni bir model. Bay Hrabal’ınızın işi de değişimi kaydetmekti. Bu değişimi öyle bir kaydettim ki Hašek’in Şvayk’ı gibi okunabilir. Öte yandan Hašek’e nispeten biraz daha nitelikli bir edebiyat. Şimdilerde Çek okuru, daha doğrusu aritmetik olarak ortalama Çek okuru daha kültürlü. Yer yer şiire kayan üslubum okurun Haňťa’yı içerikle bağdaştırmasına engel olmuyor. Her kitabım daima iki kere okunabilir. Hem düzanlamıyla hem de simgesel anlamının ne olabileceğini hesaba katarak. Ama şu da var ki kitapta simgesellik olmasını istemem genelde. Benim için hepsi gerçek.
LS: Ama işler her zaman istediğiniz gibi gitmez.
BH: İnsanlar ex post simgeler koyuyor. Alegori olarak aldıkları şeyin ne anlama geldiğini tefsirle açmaya çalışıyorlar. Hayır. A priori olarak asla simgeler veya alegoriler içinde yazmam. Ama olur ya – o zaman da olsa olsa dar alanda kıvrak bir Hidegkuti çalımı…
LS: Ama okurlar yaratıcıdır ve fikirlerinizi ileri taşır. Ne de olsa, bizzat dediğiniz gibi, romanlarınız yarı hazır yemekler gibi.
BH: Evet, öyle. İsteyen kendi hayalinde çeşnilendirebilir…
LS: Bunlar kendi anılarınız mı?
BH: Hayır, anı demezdim. Daha ziyade beni sürekli izleyen bir deneyim gibi, ortaya çıkma zamanı gelinceye kadar demlenip olgunlaşıyor –bir kadının hamilelik süreci gibi– sonra olan biteni çok kesin ve net biçimde görüyorum ve suretini çıkarmaktan pek fazla bir şey yapmıyorum. Yazdıkça büyüyüp gelişiyor ama eşref saatini yakalamak gerek, tam olgunlaştığı ölçüyü. Sıkı Kontrol Edilen Trenler üzerinde çalışırken on, on iki yıl boyunca kafamda evirip çevirdim. İşi hızlandırmanın bir yolu yok. Bir anda fark ediyorsun ki elindeki sadece içerik değil, içeriğin kendisi senin için biçimi de belirliyor.
LS: O halde olayla mesafelenmeniz gerektiğini söylüyorsunuz.
BH: Elbette. Gürültülü Yalnızlık’ı 1973 ya da 1974’te yazdım ama gerçek tarafını bir geridönüşüm tesisinde, 1954’ten 1958’e kadar bizzat yaşamıştım. O dört yıldaki deneyimlerim o kadar güçlüydü ki yıllar geçse de bir türlü geri çekilmedi, tam aksine üstüne yığınla başka şey eklendi. Üzerine eklenenler birikti de birikti, kurmaca unsurlar, hiç yaşanmamış ya da başka yerde yaşanmış şeyler, başkalarının anlattıkları… bütün bunlar benim saplantımla mükemmel uyuşuyordu. Ancak zaman gelip de olgunlaştığında, bir bütünlük oluşturduğunda oturup yazabildim metnin o üç farklı versiyonunu.3 Gürültülü Yalnızlık’tan bahsediyorken şunu da ekleyeyim: İlk versiyon Apollinaire şiiri tarzında nazım biçiminde yazıldı, belki noktalamayla uğraşmak istemediğimden ya da belki hikâyenin bütününü saf ve yalın olarak lirik biçimde görüyordum… Ama bütün metni ilk defa okuduğumda Prag Çekçesiyle yazdığımı fark ettim, argo değilse de konuşma dilinde. Sonra bir anda şuna uyandım: Gayriiradi mürekkep yalamış sıradan adamımda ironi eksikti; Prag ironisinin yüzeye çıkması ve standart Çekçeyi, özenli ve işlenmiş dili yarıp geçmesi gerekiyordu. Dolayısıyla içim içime sığmadı ve dönüp bütün kitabı karar verdiğim üslupta tekrar yazdım. Ya ânın hararetiyle ya da meşrep icabı bir fütursuzlukla metni aslından ya biraz uzaklaştırdım ya da küçük değişiklikler yaptım, çünkü büyük değişikliklerle metni bozamayacağımı biliyordum, zira korktuğum bir metindi, ki bir metinden korkuyorsam hasbelkader iyi bir metindir en azından. bohumil hrabalBütün versiyonu “düzgün” Çekçeyle yeniden okuduğumda gördüm ki yarı yarıya bile yeni bir boyut kazanmamış, yepyeni bir boyut kazanmış, ancak o zaman etkileyici bir hikâye haline gelmiş, kaldı ki metindeki zekâ pırıltıları meyhane martavalından çok daha çarpıcı olmuştu. Hem İngiltere Kralına Hizmet Ettim hem de Gürültülü Yalnızlık alla prima yazıldı, yavaşlayan bir trenin gün ışığından ayrılıp çok uzun bir tünelden veya kapkaranlık bir geceden ağır ağır geçmesi gibi. İkisi de okumaya korktuğum metinler; tek bir sayfasına bile bakmaktan korkuyorum. Bir nedeni artık başka bir yerde olmam, bir de bunlar eski metinlerim… onlardan nefret ediyor değilim, daha ziyade bana pek bir şey ifade etmiyorlar, onlar hakkında konuşmayı sevmiyor da değilim ama hayranlık yüklü sorulara cevap vermekten hoşlanmıyorum. Ikınıp sıkınıyorum onlar yüzünden, hatta mahcubiyet duyuyorum. Bir yazar –sanıyorum ben de bir yazarım– kendi metinlerine acımasız davranmalı, ne de olsa önümdeki temalar geride bıraktıklarımdan daha kuvvetli. Bir yazarda tekrar korku duyacağı yere gitme cesareti olmalı, kimsenin onu ummadığı yere, şimdinin namevcut, geçmişin netameli, geleceğin ise çok ama çok tanıdık olduğu yere – sevgili György Lukács’ımın bana öğrettiği üzere…
İngilizceden çeviren: Oğuz Tecimen
1 Gürültülü Yalnızlık’ın ilk taslağı sahiden de şiir biçimindeydi.
2 Gürültülü Yalnızlık 1977, 1978, 1979, 1986’da samizdat basımlarla yayımlandı, Çekoslovakya’da ilk resmi basımı 1989’da yapıldı.
3 Gürültülü Yalnızlık’ın çeşitli versiyonları daktilo edilmiş samizdat basımlarla 1977 ve 1978’de yayımlandı, bunlar ilk kez 1986’da, yine daktilo edilmiş basımla (sadece yirmi nüsha) bir araya getirildi.
Kaynak: Pirouettes on a Postage Stamp, İngilizceye çeviri, önsöz ve notlar David Short, Karolinum Press, 2014.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Krizde çöken Şili’den izler: “Ne Rezalet”
Serkan Parlak, Edebiyathaber, 12 Mayıs 2020 Paulina Flores, 1988’de Santiago’da doğdu. Şili Üniversite’sinde edebiyat öğrenimi gördü. Garsonluk, kütüphanecilik, öğretmenlik gibi çeşitli mesleklerle uğraştı. Luis Lopez-Aliaga ve Alejandro Zambra’nın edebiyat atölyelerine katıldı. İspanyolcadan Zeynep Çelikel’in nitelikli çevirisiyle dilimize kazandırılan “Ne Rezalet” öykü kitabı 2015’te Şili Sanat Eleştirmenleri Camiası Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü. Flores, bu kitabıyla yılın en iyi …
Arta kalanlar
Melisa Kesmez, Sabit Fikir, 14 Şubat 2018 Aşk, Delilik ve Ölüm Öyküleri bu haliyle okura bir yandan kurmacanın keyfini, bir yandan da kuramsal bir zenginlik sunuyor. Latin Amerika’nın Poe’su olarak bilinen, kısa öykünün büyük isimlerinden Uruguay asıllı Horacio Quiroga’nın 1917 tarihli Aşk, Delilik ve Ölüm Öyküleri, ilk kez Türkçeye çevrilmiş oldu. Quiroga’yı bizimle tanıştıran bu ilk kitap, …
Öykü neye ihtiyaç duyar?
Murat Darılmaz, K24, 3 Nisan 2020 Çiyil Kurtuluş, kırılmış, kırılmaya yüz tutmuş belki de kırılması gereken insan ilişkilerinin öykülerini anlatmayı seviyor. Hüzün barındıran öyküler büyük bir kısmı. İçlerinde çok fazla diyalogu barındırmasına rağmen (burada olumsuz bir anlam kastetmiyorum) içlerinde duygu yüklü sessizlik var. İlk söz… Öykü gibi bir edebiyat türünde kalem oynattıysanız işiniz zor demektir. Okur, …
Horacio Castellanos Moya: Üslup İstenci
Roberto Bolaño, çev. Süleyman Doğru, Oggito, 6 Aralık 2019 Korku, çürümüşlük ve her bir sayfasında titreyen ve okurlarını da titreten bir gündelik hayat. Bana Castellanos Moya’dan ilk bahseden kişi Guatemalalı yazar Rodrigo Rey Rosa’ydı, İspanyol eleştirmen Ignacio Echevarría’yla birlikte üçümüzün Blanes’de paella yediği gündü. Bana ondan bahseden ikinci kişi Juan Villoro oldu. Bunun üzerinden bayağı bir …