Bugün Yuri Herrera’yı alkışlıyoruz hakkı olduğu için. Peki ya bizim hikâyemizi kim anlatacak? Herrera mı?
Latin Amerika edebiyatı bugün dünyayı peşine takıp, yeni edebiyat akımlarını oluşturmak için hepimizi sürüklüyorsa tek sebebi yetenekli yazarları değil, cesur yayıncılara sahip olmasından kaynaklı. Türkiye’de yüz yıllık roman tarihinin ilk dönemleri kaçınılmaz olarak Batı klasiklerinin Türkleşmiş versiyonlarıyla doluydu. Bir müddet sonra Sait Faik ve Sabahattin Ali ile sadeliğin ihtişamı formu yayıldı. Ardından uzun süren bir köy edebiyatı dönemi geldi, ki Yaşar Kemal dönemi buna hem aittir hem de modern romanlarıyla aykırıdır, bu süreci de şehir edebiyatı takip etti. Yusuf Atılgan’ı, Oğuz Atay’ı, Adalet Ağaoğlu’nu okuduk. Derken 80’lerin başında Orhan Pamuk, Latife Tekin, Mehmet Eroğlu ile modern yaklaşımlar gelişti, arada Metin Kaçan gibi üslup dehaları parladı, 90’larda romancı olmadan sadece yazan İhsan Oktay Anar’ı tanıdık, modern ve çağdaş karışımlı romanlar da 2000’lere kadar sürüp gitti. 2000’den sonra yayıncıların Türk romancılığına inancı kalmamış ya da rakipleriyle daha çok kim para kazanacak yarışına girmiş olmalılar ki, edebiyatı yüz geri edip daha çok ne para getirir, edebiyat nasıl birkaç kötü yazarın tekeline kalır ve çeteleşir diye uğraştılar. Başardılar da… Bugün farklı olan, tat veren, bir iddiası olan yazarlar yayıncılarla aynı sosyal mahalleden, sofradan ya da başka dikey ve düşey alanlardan ilişkili değilse Dostoyevski dirilse yayınlanamazlar.
Derinlikle Anlatıyor
İyi de bunun Meksikalı çağdaş yazar Yuri Herrara’nın Notos Kitap’tan çıkan ikinci romanı Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler kitabı ile ne ilgisi var? Latin Amerika edebiyatını iyi bildiğini öne sürebilecek yazarlardan (başka sıfat olmadığı için şimdilik eleştirmen) biriyim. Latinlerin ‘Büyülü Gerçekçilik Dönemi’ ile dünyayı kasıp kavurdukları 1930-1970 arasındaki dönemi üslup ve biçimi bakımından ret edip, aykırı Latin dönemini başlatan ve 30 yıl ara vermeksizin sürdüren edebiyatın bir bakıma eskiye dönüş yaptığını söyleyelim. Böyle olmasaydı, bugün Herrera 2018’de yayınlanan Bedenlerin Göçü‘nün ardından bu kez Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler romanında yeni akımın temsilciliğini yürütmezdi. Yere Düşen Şeylerin Gürültüsü‘nde Juan Gabriel Vasquez, Flores Geceleri‘nde Cesar Aira, Sayıklama‘da Carlos Labbe, Ordular‘da Evelio Rosero ve Eve Dönmenin Yolları‘nda Alejandro Zambra üslup ve biçim olarak nasıl ki ‘Yeni Dönem Latin Anlatısı’na döndüyse, bugün Herrera aynı akımın temsilcisi. Doğum tarihleri 1958 ile 1980 arasında değişen bu kuşak, Borges, Marquez, Fuentes, Llosa gibi sıradağları aşmanın anlamsız olduğunu ve dünyaya büyülü gerçekçilik dışında yeni akımlar da sunabileceklerini düşünen kendilerinden bir önceki dönemi ret edenler arasında yer alıyorlar. Bundan ötürü ki, Herrera da Dünyanın Sonunu Önceleyen Şeyler romanında, bir imgeyi uzun uzadıya anlatmak yerine onun okurun zihnindeki varlığından hareketle bir roman dünyası kuruyor. Buna ‘Anlatmadan Anlatmak’ adını vermiştim. Başka uygun bir isim de bulamadım. Roman Meksika’dan ABD’ye giden erkek kardeşini arayan kadın kahramanımız Makina’nın öyküsünü anlatıyor. Annesi, oğlunu bulması için köylerinde santral memurluğu yapan Makina’yı yine ABD’ye insan ve uyuşturucu kaçıran dört baronun ortak çalışması ile yollayarak, bu sorunu çözmesini istiyor. Herrera, bu bilindik hikâyeyi uzun uzadıya tasvirler, içinden çıkılmaz kurgular ve başka modern yollara sapmadan olabildiğince sade, anlaşılır ama bir o kadar da derinlikle ele alıyor.
Makina tabii ki sınırı kaçak geçerken, ABD’de ayak işlerini kaçak yollardan yapmak için canlarını hiçe sayarak sınırdan geçmeye çalışan hemşerilerinin arasından sıyrılıp, onlarla aynı ölümle kalım savaşı kaderini yaşarak kendini ABD’de buluyor. Burada da teslim etmesi gereken paketi verdikten sonra, karşılığında kardeşinin adresini bulup, peşine düşüyor. Romanı anlatarak tadını kaçırmak gibi rutin bir kötülük yapacak değilim. Fakat Makina’nın kardeşini arayışı sırasında onu geri dönüşlerle memleketindeki yaşamına götüren Herrera, Makina’nın da bir kadın olduğunu unutmadan onun hırsları, ihtirasları, cinselliği ve dokunaklığına ilişkin bölümleri okurla paylaşıyor.
Kendine Has Tadı Var
Herrera’nın ilk romanı Bedenlerin Göçü‘nde karşımıza çıkan yine sade fakat bir o kadar da sürükleyici, elden düşmeyen aynı zamanda da iki rakip çetenin savaşlarını ele alan roman karşısında Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler daha kuru, daha yavan fakat zor yenen şeylerin kendine has tadını içeriyor. Öte yandan benim de yazı tarzıma benzeyen şekilde hem birbirinin ardılı hem de birbirinden müstakil romanlardan oluşuyor. O nedenle, Makina’nın hikâyesini sıradan bir Meksika’dan ABD’ye gidiş hikayesi olarak görmenin yerine, bunun Herrera’nın edebiyatı içindeki değerini anlayarak okumak, daha çok yardımcı olacaktır bazı şeyleri anlamaya. Bu bakış açısıyla bir okuma yapınca da ben Yuri Herrera’nın bu anlatmadan anlatma kuramıyla pek çok noktaya değindiğini gördüm. Geçen hafta medyada ABD-Meksika sınırında nehirde hayatını kaybetmiş bir ailenin fotoğraflarını hep beraber gördük. Bu hatırlatmanın ışığında öylesi zorlu bir yolculuktan ve bu akıbete uğramaktan kıl payı kurtularak dağ taş kardeşini arayan Makina, sonunda onu bir ABD’linin yerine orduya kaydolmuş olarak bulur. Bu da Herrera’nın değişen ABD’yi anlatmasının bir başka kuvvetli yolu. Evimizden 8000 kilometre ötedeki bu süper güce bakınca, Hollywood’un bize dayattığı kimi bakış açılarıyla herkesin villalarda yaşadığı, fazla yemekten obeziteye yakalandığı görece müreffeh bir ülke olarak ABD’yi tanırken, gerçekte ise ülkenin dünyaya hükmetme hırsı nedeniyle müthiş bir askere alma yaşandığını da ıskalıyoruz. Yuri Herrera ise bunu görerek, Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler‘de Makina ile erkek kardeşini bir ABD askeri üssünde buluşturup dokunaklı bir metin ortaya koyuyor.
ABD’yi Nasıl Görüyoruz?
Romanın sonunu söylemek gibi bir boşboğazlıkla okurun tepkisini almaya hiç niyetim yok. Fakat romanın sonu, bir arayış hikâyesinin insanın tam olarak neyi ve kimi aradığı sorusuna yanıt verdiğini de ifade edeyim. Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler, Latin Amerika yayıncılarının dünyaya yeni modern roman nasıl yazılmalı konusundaki bir ders kitabı tadındaki armağanı. Bu roman bir Türk elinden Suriyeli bir karakter üzerinden yazılsaydı, acaba dünyada kaç ülkede yayımlanırdı? Galiba önce Türkiye’de yayın şansı bulması gerekirdi. Biz 15 yıldır, farklı bir tat veren, edebiyata değişim getirme çabasındaki ve büyük roman yazan hiçbir yazarı yayımlamadık. Hayır, onlar yayımlamadı. Bugün Yuri Herrera’yı alkışlıyoruz hakkı olduğu için. Peki ya bizim hikâyemizi kim anlatacak? Herrera mı? O, üçüncü romanı Krallığın İşleri‘nin yine Notos’tan yayımlanacak kitabı ile meşgul. Tıpkı olması gerektiği gibi…
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Didem Erdiman, Edebiyatburada, 9 Haziran 2020 Çiyil Kurtuluş’un yeni öykü kitabı “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” hakkında konuştuk. “Bütün zamanları bir edendir edebiyat. İnsan dediğimiz varlık her ne ise, işte orada, sayfaların arasında kanlı canlı her daim nefes alandır. Ardı ardına pek çok güzellemeyi hak eder edebiyat. Aşkın bin bir ifadesini de o satırlarda buluruz. Örneğin, …
Deniz Mahabad, Edebiyathaber, 7 Mayıs 2021 2020’nin Ağustos ayında raflarda yerini alan “Akıp Giden Günlerimiz”, Özcan Yılmaz’ın ilk öykü kitabı. Notos Yayınları tarafından okurlara sunulan kitap, sekiz öyküden oluşuyor. Uzunluğu kısa öykü ile novella (uzun öykü) arasında değişen öyküler, sadeliğin sınırlarını zorluyor. Boşluklarının farkına varan, yaşamlarının her karesinde dış dünyayla mesafeli olmayı yeğleyen karakterler; geleceği, …
Seçil Epik, K24, 18 Haziran 2015 Çağını tersine aşan bir yazar, avangard bir sanatçı ve iflah olmaz bir “sistem” eleştirmeni… Tom McCarthy 2010 yılında yayınlanan romanı C ile zihninizde bir modern klasik etkisi bırakacak. Dünya edebiyatını, özellikle de İngiliz edebiyatını yakından takip eden okurlarda şu ara bir heyecan hakim. Kolay değil İngiltere’nin yaşayan en iyi …
Çev. Müge Gedik, Oggito, 13 Mayıs 2017 Bize sanat ve edebiyat olarak sunulanın gerçekten sunulan şey olup olmadığını radikal bir şekilde kendimize sormazsak, gelişmeden ya da değişimden bahsetmemizin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Meksikalı yazar Mario Bellatin’in son romanı Büyük Cam Notos Kitap tarafından yayımlandı. Roman, kendini otobiyografi olarak tanıtıyor ama bir yandan da otobiyografik yazın türünün sınırlarını …
Yuri Herrera ile Dünyanın Sonu İçin
Erdinç Akkoyunlu, Oggito, 8 Temmuz 2019
Bugün Yuri Herrera’yı alkışlıyoruz hakkı olduğu için. Peki ya bizim hikâyemizi kim anlatacak? Herrera mı?
Latin Amerika edebiyatı bugün dünyayı peşine takıp, yeni edebiyat akımlarını oluşturmak için hepimizi sürüklüyorsa tek sebebi yetenekli yazarları değil, cesur yayıncılara sahip olmasından kaynaklı. Türkiye’de yüz yıllık roman tarihinin ilk dönemleri kaçınılmaz olarak Batı klasiklerinin Türkleşmiş versiyonlarıyla doluydu. Bir müddet sonra Sait Faik ve Sabahattin Ali ile sadeliğin ihtişamı formu yayıldı. Ardından uzun süren bir köy edebiyatı dönemi geldi, ki Yaşar Kemal dönemi buna hem aittir hem de modern romanlarıyla aykırıdır, bu süreci de şehir edebiyatı takip etti. Yusuf Atılgan’ı, Oğuz Atay’ı, Adalet Ağaoğlu’nu okuduk. Derken 80’lerin başında Orhan Pamuk, Latife Tekin, Mehmet Eroğlu ile modern yaklaşımlar gelişti, arada Metin Kaçan gibi üslup dehaları parladı, 90’larda romancı olmadan sadece yazan İhsan Oktay Anar’ı tanıdık, modern ve çağdaş karışımlı romanlar da 2000’lere kadar sürüp gitti. 2000’den sonra yayıncıların Türk romancılığına inancı kalmamış ya da rakipleriyle daha çok kim para kazanacak yarışına girmiş olmalılar ki, edebiyatı yüz geri edip daha çok ne para getirir, edebiyat nasıl birkaç kötü yazarın tekeline kalır ve çeteleşir diye uğraştılar. Başardılar da… Bugün farklı olan, tat veren, bir iddiası olan yazarlar yayıncılarla aynı sosyal mahalleden, sofradan ya da başka dikey ve düşey alanlardan ilişkili değilse Dostoyevski dirilse yayınlanamazlar.
Derinlikle Anlatıyor
İyi de bunun Meksikalı çağdaş yazar Yuri Herrara’nın Notos Kitap’tan çıkan ikinci romanı Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler kitabı ile ne ilgisi var? Latin Amerika edebiyatını iyi bildiğini öne sürebilecek yazarlardan (başka sıfat olmadığı için şimdilik eleştirmen) biriyim. Latinlerin ‘Büyülü Gerçekçilik Dönemi’ ile dünyayı kasıp kavurdukları 1930-1970 arasındaki dönemi üslup ve biçimi bakımından ret edip, aykırı Latin dönemini başlatan ve 30 yıl ara vermeksizin sürdüren edebiyatın bir bakıma eskiye dönüş yaptığını söyleyelim. Böyle olmasaydı, bugün Herrera 2018’de yayınlanan Bedenlerin Göçü‘nün ardından bu kez Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler romanında yeni akımın temsilciliğini yürütmezdi. Yere Düşen Şeylerin Gürültüsü‘nde Juan Gabriel Vasquez, Flores Geceleri‘nde Cesar Aira, Sayıklama‘da Carlos Labbe, Ordular‘da Evelio Rosero ve Eve Dönmenin Yolları‘nda Alejandro Zambra üslup ve biçim olarak nasıl ki ‘Yeni Dönem Latin Anlatısı’na döndüyse, bugün Herrera aynı akımın temsilcisi. Doğum tarihleri 1958 ile 1980 arasında değişen bu kuşak, Borges, Marquez, Fuentes, Llosa gibi sıradağları aşmanın anlamsız olduğunu ve dünyaya büyülü gerçekçilik dışında yeni akımlar da sunabileceklerini düşünen kendilerinden bir önceki dönemi ret edenler arasında yer alıyorlar. Bundan ötürü ki, Herrera da Dünyanın Sonunu Önceleyen Şeyler romanında, bir imgeyi uzun uzadıya anlatmak yerine onun okurun zihnindeki varlığından hareketle bir roman dünyası kuruyor. Buna ‘Anlatmadan Anlatmak’ adını vermiştim. Başka uygun bir isim de bulamadım. Roman Meksika’dan ABD’ye giden erkek kardeşini arayan kadın kahramanımız Makina’nın öyküsünü anlatıyor. Annesi, oğlunu bulması için köylerinde santral memurluğu yapan Makina’yı yine ABD’ye insan ve uyuşturucu kaçıran dört baronun ortak çalışması ile yollayarak, bu sorunu çözmesini istiyor. Herrera, bu bilindik hikâyeyi uzun uzadıya tasvirler, içinden çıkılmaz kurgular ve başka modern yollara sapmadan olabildiğince sade, anlaşılır ama bir o kadar da derinlikle ele alıyor.
Makina tabii ki sınırı kaçak geçerken, ABD’de ayak işlerini kaçak yollardan yapmak için canlarını hiçe sayarak sınırdan geçmeye çalışan hemşerilerinin arasından sıyrılıp, onlarla aynı ölümle kalım savaşı kaderini yaşarak kendini ABD’de buluyor. Burada da teslim etmesi gereken paketi verdikten sonra, karşılığında kardeşinin adresini bulup, peşine düşüyor. Romanı anlatarak tadını kaçırmak gibi rutin bir kötülük yapacak değilim. Fakat Makina’nın kardeşini arayışı sırasında onu geri dönüşlerle memleketindeki yaşamına götüren Herrera, Makina’nın da bir kadın olduğunu unutmadan onun hırsları, ihtirasları, cinselliği ve dokunaklığına ilişkin bölümleri okurla paylaşıyor.
Kendine Has Tadı Var
Herrera’nın ilk romanı Bedenlerin Göçü‘nde karşımıza çıkan yine sade fakat bir o kadar da sürükleyici, elden düşmeyen aynı zamanda da iki rakip çetenin savaşlarını ele alan roman karşısında Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler daha kuru, daha yavan fakat zor yenen şeylerin kendine has tadını içeriyor. Öte yandan benim de yazı tarzıma benzeyen şekilde hem birbirinin ardılı hem de birbirinden müstakil romanlardan oluşuyor. O nedenle, Makina’nın hikâyesini sıradan bir Meksika’dan ABD’ye gidiş hikayesi olarak görmenin yerine, bunun Herrera’nın edebiyatı içindeki değerini anlayarak okumak, daha çok yardımcı olacaktır bazı şeyleri anlamaya. Bu bakış açısıyla bir okuma yapınca da ben Yuri Herrera’nın bu anlatmadan anlatma kuramıyla pek çok noktaya değindiğini gördüm. Geçen hafta medyada ABD-Meksika sınırında nehirde hayatını kaybetmiş bir ailenin fotoğraflarını hep beraber gördük. Bu hatırlatmanın ışığında öylesi zorlu bir yolculuktan ve bu akıbete uğramaktan kıl payı kurtularak dağ taş kardeşini arayan Makina, sonunda onu bir ABD’linin yerine orduya kaydolmuş olarak bulur. Bu da Herrera’nın değişen ABD’yi anlatmasının bir başka kuvvetli yolu. Evimizden 8000 kilometre ötedeki bu süper güce bakınca, Hollywood’un bize dayattığı kimi bakış açılarıyla herkesin villalarda yaşadığı, fazla yemekten obeziteye yakalandığı görece müreffeh bir ülke olarak ABD’yi tanırken, gerçekte ise ülkenin dünyaya hükmetme hırsı nedeniyle müthiş bir askere alma yaşandığını da ıskalıyoruz. Yuri Herrera ise bunu görerek, Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler‘de Makina ile erkek kardeşini bir ABD askeri üssünde buluşturup dokunaklı bir metin ortaya koyuyor.
ABD’yi Nasıl Görüyoruz?
Romanın sonunu söylemek gibi bir boşboğazlıkla okurun tepkisini almaya hiç niyetim yok. Fakat romanın sonu, bir arayış hikâyesinin insanın tam olarak neyi ve kimi aradığı sorusuna yanıt verdiğini de ifade edeyim. Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler, Latin Amerika yayıncılarının dünyaya yeni modern roman nasıl yazılmalı konusundaki bir ders kitabı tadındaki armağanı. Bu roman bir Türk elinden Suriyeli bir karakter üzerinden yazılsaydı, acaba dünyada kaç ülkede yayımlanırdı? Galiba önce Türkiye’de yayın şansı bulması gerekirdi. Biz 15 yıldır, farklı bir tat veren, edebiyata değişim getirme çabasındaki ve büyük roman yazan hiçbir yazarı yayımlamadık. Hayır, onlar yayımlamadı. Bugün Yuri Herrera’yı alkışlıyoruz hakkı olduğu için. Peki ya bizim hikâyemizi kim anlatacak? Herrera mı? O, üçüncü romanı Krallığın İşleri‘nin yine Notos’tan yayımlanacak kitabı ile meşgul. Tıpkı olması gerektiği gibi…
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Çiyil Kurtuluş’la Didem Erdiman Söyleşti
Didem Erdiman, Edebiyatburada, 9 Haziran 2020 Çiyil Kurtuluş’un yeni öykü kitabı “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” hakkında konuştuk. “Bütün zamanları bir edendir edebiyat. İnsan dediğimiz varlık her ne ise, işte orada, sayfaların arasında kanlı canlı her daim nefes alandır. Ardı ardına pek çok güzellemeyi hak eder edebiyat. Aşkın bin bir ifadesini de o satırlarda buluruz. Örneğin, …
“Akıp Giden Günlerimiz”de arayışın öyküleri
Deniz Mahabad, Edebiyathaber, 7 Mayıs 2021 2020’nin Ağustos ayında raflarda yerini alan “Akıp Giden Günlerimiz”, Özcan Yılmaz’ın ilk öykü kitabı. Notos Yayınları tarafından okurlara sunulan kitap, sekiz öyküden oluşuyor. Uzunluğu kısa öykü ile novella (uzun öykü) arasında değişen öyküler, sadeliğin sınırlarını zorluyor. Boşluklarının farkına varan, yaşamlarının her karesinde dış dünyayla mesafeli olmayı yeğleyen karakterler; geleceği, …
Modern bir klasik: C
Seçil Epik, K24, 18 Haziran 2015 Çağını tersine aşan bir yazar, avangard bir sanatçı ve iflah olmaz bir “sistem” eleştirmeni… Tom McCarthy 2010 yılında yayınlanan romanı C ile zihninizde bir modern klasik etkisi bırakacak. Dünya edebiyatını, özellikle de İngiliz edebiyatını yakından takip eden okurlarda şu ara bir heyecan hakim. Kolay değil İngiltere’nin yaşayan en iyi …
Mario Bellatin, Büyük Cam ve Yazı ve Ahmaklık (Söyleşi)
Çev. Müge Gedik, Oggito, 13 Mayıs 2017 Bize sanat ve edebiyat olarak sunulanın gerçekten sunulan şey olup olmadığını radikal bir şekilde kendimize sormazsak, gelişmeden ya da değişimden bahsetmemizin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Meksikalı yazar Mario Bellatin’in son romanı Büyük Cam Notos Kitap tarafından yayımlandı. Roman, kendini otobiyografi olarak tanıtıyor ama bir yandan da otobiyografik yazın türünün sınırlarını …