Rahmet ve özlemle andığım babam 12 Eylül döneminde yaktığı kitaplardan bahsederken hayıflanırdı. Altın yaldızlı olanların yanarken kağıdın yanıp yaldızların kor hâlde harf harf dökülüşünü anlattığı esnada o anı yaşar gibi olurdu. Kitapları saklamayıp yaktığı için kendine kızar, bir yere gömebilirdim derdi. Elbette sıkıyönetimin saldığı korku terörü yaptırmıştı bunu fakat asıl ilginç olan evinde silah olmayan insanların kitapla yakalanmaktan bu denli korkmasıydı. Dünyadaki diğer örneklerinde olduğu gibi darbe yönetimlerinin evlerde silahla birlikte aradığı şey kitaptır. Silahla kitabın bu bahiste bir araya gelmesi ironik olduğu kadar manidar. Zira kitabı silah kadar tehlikeli gören zihniyet tarih boyu varolmuştur. Anlaşılan o ki olmaya da devam edecek. Tarihsel süreçte bu zihniyetin tezahürü istisnasız dünyanın her yerinde görülmüştür. İskenderiye Kütüphanesi’ni yok eden barbarlık bir zaman sonra Bağdat’ı yakılan kitapların dumanıyla boğmuştur. Ortaçağ Avrupa’sında Kilise kılığıyla kitaba yapılan düşmanlığın kılıfı modern zamanlarda ideolojik saplantılar olmuştur.
Kültürel iktidarı da elinde bulundurmak isteyen siyasal iktidarın kitapla arasının iyi olmaması tuhaf bir durum. Silahla mücadelenin iktidar açısından makul gerekçeleri ileri sürülebilir fakat kitaba düşmanlığın çok daha derin anlamları olmalı. Birçok eserde bu konu farklı açılardan ele alınıyor fakat, sanıyorum, hiçbirinde 451 Fahrenheit’ta olduğu kadar nahif işlenmemiştir. İktidar toplumun kitapla ilişkisini kesmek için kitap yakma ekipleri oluşturmuştur. İstihbari faaliyetler neticesinde fiziki olarak kitap bulunduranlar cezalandırılmaktadır. Tabi kitaplar da… Karşı tarafta kitapları ezberleyerek bu sorunu aşmaya çalışan küçük bir grup vardır. Mesaj açıktır; insanların sahip olduğu fiziki kitaplar yok edilebilir fakat zihinlere girilmesini engellemek mümkündür.
Kitap medeniyete işaret eden bir kültür göstergesidir ve müdahale edilmesi toplumun kültür dünyasını dizayn etmeye yöneliktir. Çek yazar Bohumil Hrabal (1914-1997) otobiyografik eseri Gürültülü Yalnızlık’ta kitaplardan yola çıkarak modern paradigmanın hayatı nasıl yıkıma uğrattığını anlatıyor. Hrabal, yirminci yüzyılın ilk yarısının zorlu koşullarında Avrupa’da ‘biriken’ toplumsal psikolojiyi haritalandırıyor. İki büyük savaşın neden olduğu maddi-manevi yıkımla birlikte teknolojik gelişmelerin meydana getirdiği mekanik tahakkümün hayatı kuşatarak insanları nasıl harcadığına dikkat çekiyor. İktidarların bunda etkisi tartışılmazdır elbette. Notos Kitap’tan çıkan yüz on sekiz sayfalık roman Elif Göktepe tarafından tercüme edilmiş. Tercümenin yetkinliği bir yana Göktepe’nin ara ara kullanılmamaktan üzeri tozlanmış kelimeleri seçmesi zihinde hoş bir tat bırakıyor.
Bohumil Hrabal zorlu geçen hayatından kesitlerle oluşturduğu kurguya özgün bir üslup katarak edebi eserlerde kullanılabilecek bir çok tekniğe yer vermiş. Metafor, analoji, aforizma, sembolizm, atıf, alıntı, sürrealizm, fantastik anlatı… Yalnız Hrabal’ın sürreal-fantastik anlatısının son derece soft olduğunu söylemek gerekiyor. Onun üslubu Latin Amerika Edebiyatında gördüğümüz saldırgan-mitolojik dilden çok uzak. Hrabal sürreal-fantastik anlatısını oluştururken içinde yaşadığı toplumun kültürel varlığından faydalanıyor. Alıntı ve atıfların çokluğu bir yandan düşünceyi derinleştirirken bir yandan da farklı kaynaklara yönlendiriyor. Metinde olaylar ve düşünceler arasında kopukluk varmış gibi görünen geçişler yazarın üslubunun bir parçası olarak değerlendirilmeli. Buna neden olan şey için (tam olmasa da) ‘bilinçakışı’ tekniğine yakın iç ses anlatısı diyebiliriz.
Çekya’nın başkenti Prag’da geçen roman İkinci Dünya Savaşı dönemi ve sonrasındaki süreci konu ediniyor. İşi presçilik olan roman kahramanı hurdaya ayrılmış kâğıtların geri dönüşüme gönderilmeden önce preslenerek balyalar hâline getirildiği bir işyerinde çalışmaktadır. Büyük bir aşkla yaptığı işine olan sevgisini preslediği balyaların etrafını reprodüksiyonlarla süsleyerek gösterir. Hatta daha da ileri giderek her balyaya felsefe tarihinin önde gelen düşünürlerinin eserlerini sıkıştırır. Ağır bir işte çalışan sıradan bir işçi değil de sanatını icra eden bir sanatçı gibidir. Yaşadığı yoksun, yalnız hayata ve çalıştığı bodrum katındaki kötü şartlara inat kitaplardan bir dünya kurar kendine. Kitaplara olan ilgisi boş yer bırakmayacak duruma getirir evini. Kitapların fazlalığı zaman zaman korkularının nedeni olsa da hayata bakışını onlar şekillendirir. Ona göre her şey zıddıyla var olabilmektedir ve dünya hayatı hep aynı şeye varan döngüsel bir bütündür. Yaşamın özü karşıtlıkların egemenliğidir.
Kitabın ana temalarından biri ekonomi diyebiliriz. Anlatılanlar günümüzdeki refah seviyesinin henüz oluşmadığı dönemlerde Avrupa’daki çalışma hayatını yansıtıyor. Eski yöntemlerin yavaş yavaş terk edilmeye başlandığı zamanlarda iş dünyasındaki teknik gelişmeler ve duygulardan soyutlanmış profesyonelleşmeyle ilgili detaylarda bugünün küreselleşmesinin ipuçlarını görmek mümkün. Romanın satır aralarında işçi haklarının gözetilmediği zaman sanayinin ne kadar acımasız olduğu görülüyor.
Gürültülü Yalnızlık’ta birçok konuyu işleyen Hrabal sosyal ve kültürel yapıyı yansıtarak seçkinler arasında yer alamayan toplumun alt katmanlarının görmezden gelinişinin altını çiziyor. Teolojik açıdan çoğunlukla Hıristiyanlık olmak üzere Yahudilik ile ilgili eleştirel söylemlerde bulunurken tarihsel açıdan Antik Yunan’ı yücelten sözleri dikkat çekiyor. Ahlak kavramını filozoflardan yaptığı alıntı ve onlara yaptığı atıflarla yeniden yorumluyor. Ayrıca Hitler dönemi ve uygulamalarına bir parantez açmak gerekebilir. Faşizan Nazi politikalarıyla sadece Yahudilerin değil çingenelerin de hedef alındığını belirtiyor.
Kâğıt presçiliği de dâhil hayatını farklı işlerde çalışarak kazanmış olan yazar bir anlamda yaşadıklarını aktarıyor. Önceleri emek yoğun işlerde çalışan Bohumil Hrabal’ın biyografisinde kitaplarını ellili yaşlarında yayınlamaya başladığı görülüyor. Kitabın sonunda yer alan yazarla ilgili değerlendirmede ise genç yaştan beri yazdığı fakat yayınlama girişiminde bulunmadığı ancak dostlarının baskısıyla yayınlamaya razı olduğu belirtiliyor. Bu anlatılanlardan Hrabal’ın kendisi için yazdığı ve baskılara dayanamayarak yayınladığı anlaşılıyor. Buna rağmen sansür uygulamalarına takılması oldukça ilginç bir detay. Kitaplarının 1970-76 ve 1982-85 yılları arasında iki kez yasaklandığı görülüyor. Birey ve toplum açısından kitabın önemine dikkat çeken eserlere iktidarın sansür uygulaması oldukça manidar gözüküyor.
Hrabal romanın kurgusunu kitaplarla ilişkilendirerek oluşturuyor. Eserin otobiyografik yanını da dikkate alırsak yazarın öznel görüşlerini aktardığını söyleyebiliriz. Bunlar arasında okumanın inceliği, gerçek okurluk, kitap kültürü gibi başlıklar bulunuyor. Yazarın yaptığı değerlendirmeleri yaşam ve kitap olgularını anlamsal açıdan buluşturmaya çalışmak olarak özetleyebiliriz. Aslında Hrabal’ın bütün yaptığının varlık/ varoluş sorgulaması olduğunu söylemek en doğrusu olabilir. Preslenmiş kitaplar yasaklara dikkat çeken bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Söz konusu yasaklar kültürü preslemektedir aslında. Her balyada insan preslenmekte, hayat ve canlılık yıkıma uğratılmaktadır. Romanın, yazarın ‘her şeyin aynı yere döndüğü’ düşüncesine de atıf olarak yorumlanabilecek ‘sıradışı’ sonucu açısından kendi bedeniyle kültürel preslenme arasında bağ kurduğunu söyleyebiliriz.
İsmi bir paradoksu işaret eden roman insan için yalnızlığın mümkün olup olmadığını sorgulatıyor. İnsan dış dünyadan kendini soyutlamış da olsa yaşanmışlıklarını ve içindeki dünyadayı yok sayamaz. Özellikle içinde yaşadığımız (post)modern zamanlarda bu mümkün değildir. Dolayısıyla yalnız kalamamak konusunda iç seslerinin gürültüsü bile yeterlidir. Romana daha yakışacak bir ifadeyle söylersek; yaşam aslında birikmiş yalnızlığın ortaya çıkardığı rahatsız edici bir gürültüden başka bir şey değildir.
Elif Kutlu, Halkbank Kültürsanat, 24 Temmuz 2015 ‘Ağaçların Özel Hayatı’, Alejandro Zambra’nın İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında yer almasının tesadüf olmadığını teyit ediyor. Zambra, az sözle çok şey anlatmayı ilke edindiğini hissettirirken okurla arasında sağlam bir bağ kuruluyor. Büyülü gerçekçiliğin topraklarında, sadece gerçeği kurgulamayı tercih ederek alışılmışın dışına çıkıyor ve aslında hep kendini/yazdıklarını anlatıyor. …
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 22 Mayıs 2019 İsmi yanıltmasın; ‘Süper-Erkek’, best-seller tarzı bir aşk romanı değil. Evet, hikâye aşk ve çağına göre çok cesur anlatımlarla cinsellik barındırmakla birlikte, romanın merkezindeki aşk ve cinsellik Jarry’nin çağının bütün fikirlerini kat eden dehasına özgü bir istihza ve karmaşıklıkta işleniyor. Alfred Jarry’nin 1902’de yazdığı bu eser, modern …
Özkan Ali Bozdemir, Cumhuriyet Kitap, 23 Eylül 2016 “Belgelerim”, Alejandro Zambra’nın sadelik ve içtenlikle örülü anlatı dünyasını keşfetmek ve yaratıcı yazının sonsuz olanaklarına şahit olmak isteyenler için eşsiz bir kitap. Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum’da (Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, 1996) yazarın niyeti ile okurun niyeti arasındaki belirsizliği netleştirmek için üçüncü bir fikir olarak …
Özgün Özçer, K24, 19 Aralık 2019 Tiksinti nadiren bu kadar tatmin edici bir duygu olmuştu. Hele de tiksindirici bir günce kulağa bu kadar tanıdık geldiğinde. Tiksinti, Horacio Castellanos Moya’nın en çok övgü ve de ölüm tehdidi aldığı kitabı. El Salvador’da da bir yazarı öldürmekle tehdit etmek öyle yabana atılır bir gözdağı değil. “Eserleri sayesinde bazı yazarlar para …
Yalnızlığın Paradoksu
Mevlüt Altıntop, Ruhuna Kitap, 23 Nisan 2020
Rahmet ve özlemle andığım babam 12 Eylül döneminde yaktığı kitaplardan bahsederken hayıflanırdı. Altın yaldızlı olanların yanarken kağıdın yanıp yaldızların kor hâlde harf harf dökülüşünü anlattığı esnada o anı yaşar gibi olurdu. Kitapları saklamayıp yaktığı için kendine kızar, bir yere gömebilirdim derdi. Elbette sıkıyönetimin saldığı korku terörü yaptırmıştı bunu fakat asıl ilginç olan evinde silah olmayan insanların kitapla yakalanmaktan bu denli korkmasıydı. Dünyadaki diğer örneklerinde olduğu gibi darbe yönetimlerinin evlerde silahla birlikte aradığı şey kitaptır. Silahla kitabın bu bahiste bir araya gelmesi ironik olduğu kadar manidar. Zira kitabı silah kadar tehlikeli gören zihniyet tarih boyu varolmuştur. Anlaşılan o ki olmaya da devam edecek. Tarihsel süreçte bu zihniyetin tezahürü istisnasız dünyanın her yerinde görülmüştür. İskenderiye Kütüphanesi’ni yok eden barbarlık bir zaman sonra Bağdat’ı yakılan kitapların dumanıyla boğmuştur. Ortaçağ Avrupa’sında Kilise kılığıyla kitaba yapılan düşmanlığın kılıfı modern zamanlarda ideolojik saplantılar olmuştur.
Kültürel iktidarı da elinde bulundurmak isteyen siyasal iktidarın kitapla arasının iyi olmaması tuhaf bir durum. Silahla mücadelenin iktidar açısından makul gerekçeleri ileri sürülebilir fakat kitaba düşmanlığın çok daha derin anlamları olmalı. Birçok eserde bu konu farklı açılardan ele alınıyor fakat, sanıyorum, hiçbirinde 451 Fahrenheit’ta olduğu kadar nahif işlenmemiştir. İktidar toplumun kitapla ilişkisini kesmek için kitap yakma ekipleri oluşturmuştur. İstihbari faaliyetler neticesinde fiziki olarak kitap bulunduranlar cezalandırılmaktadır. Tabi kitaplar da… Karşı tarafta kitapları ezberleyerek bu sorunu aşmaya çalışan küçük bir grup vardır. Mesaj açıktır; insanların sahip olduğu fiziki kitaplar yok edilebilir fakat zihinlere girilmesini engellemek mümkündür.
Kitap medeniyete işaret eden bir kültür göstergesidir ve müdahale edilmesi toplumun kültür dünyasını dizayn etmeye yöneliktir. Çek yazar Bohumil Hrabal (1914-1997) otobiyografik eseri Gürültülü Yalnızlık’ta kitaplardan yola çıkarak modern paradigmanın hayatı nasıl yıkıma uğrattığını anlatıyor. Hrabal, yirminci yüzyılın ilk yarısının zorlu koşullarında Avrupa’da ‘biriken’ toplumsal psikolojiyi haritalandırıyor. İki büyük savaşın neden olduğu maddi-manevi yıkımla birlikte teknolojik gelişmelerin meydana getirdiği mekanik tahakkümün hayatı kuşatarak insanları nasıl harcadığına dikkat çekiyor. İktidarların bunda etkisi tartışılmazdır elbette. Notos Kitap’tan çıkan yüz on sekiz sayfalık roman Elif Göktepe tarafından tercüme edilmiş. Tercümenin yetkinliği bir yana Göktepe’nin ara ara kullanılmamaktan üzeri tozlanmış kelimeleri seçmesi zihinde hoş bir tat bırakıyor.
Bohumil Hrabal zorlu geçen hayatından kesitlerle oluşturduğu kurguya özgün bir üslup katarak edebi eserlerde kullanılabilecek bir çok tekniğe yer vermiş. Metafor, analoji, aforizma, sembolizm, atıf, alıntı, sürrealizm, fantastik anlatı… Yalnız Hrabal’ın sürreal-fantastik anlatısının son derece soft olduğunu söylemek gerekiyor. Onun üslubu Latin Amerika Edebiyatında gördüğümüz saldırgan-mitolojik dilden çok uzak. Hrabal sürreal-fantastik anlatısını oluştururken içinde yaşadığı toplumun kültürel varlığından faydalanıyor. Alıntı ve atıfların çokluğu bir yandan düşünceyi derinleştirirken bir yandan da farklı kaynaklara yönlendiriyor. Metinde olaylar ve düşünceler arasında kopukluk varmış gibi görünen geçişler yazarın üslubunun bir parçası olarak değerlendirilmeli. Buna neden olan şey için (tam olmasa da) ‘bilinçakışı’ tekniğine yakın iç ses anlatısı diyebiliriz.
Çekya’nın başkenti Prag’da geçen roman İkinci Dünya Savaşı dönemi ve sonrasındaki süreci konu ediniyor. İşi presçilik olan roman kahramanı hurdaya ayrılmış kâğıtların geri dönüşüme gönderilmeden önce preslenerek balyalar hâline getirildiği bir işyerinde çalışmaktadır. Büyük bir aşkla yaptığı işine olan sevgisini preslediği balyaların etrafını reprodüksiyonlarla süsleyerek gösterir. Hatta daha da ileri giderek her balyaya felsefe tarihinin önde gelen düşünürlerinin eserlerini sıkıştırır. Ağır bir işte çalışan sıradan bir işçi değil de sanatını icra eden bir sanatçı gibidir. Yaşadığı yoksun, yalnız hayata ve çalıştığı bodrum katındaki kötü şartlara inat kitaplardan bir dünya kurar kendine. Kitaplara olan ilgisi boş yer bırakmayacak duruma getirir evini. Kitapların fazlalığı zaman zaman korkularının nedeni olsa da hayata bakışını onlar şekillendirir. Ona göre her şey zıddıyla var olabilmektedir ve dünya hayatı hep aynı şeye varan döngüsel bir bütündür. Yaşamın özü karşıtlıkların egemenliğidir.
Kitabın ana temalarından biri ekonomi diyebiliriz. Anlatılanlar günümüzdeki refah seviyesinin henüz oluşmadığı dönemlerde Avrupa’daki çalışma hayatını yansıtıyor. Eski yöntemlerin yavaş yavaş terk edilmeye başlandığı zamanlarda iş dünyasındaki teknik gelişmeler ve duygulardan soyutlanmış profesyonelleşmeyle ilgili detaylarda bugünün küreselleşmesinin ipuçlarını görmek mümkün. Romanın satır aralarında işçi haklarının gözetilmediği zaman sanayinin ne kadar acımasız olduğu görülüyor.
Gürültülü Yalnızlık’ta birçok konuyu işleyen Hrabal sosyal ve kültürel yapıyı yansıtarak seçkinler arasında yer alamayan toplumun alt katmanlarının görmezden gelinişinin altını çiziyor. Teolojik açıdan çoğunlukla Hıristiyanlık olmak üzere Yahudilik ile ilgili eleştirel söylemlerde bulunurken tarihsel açıdan Antik Yunan’ı yücelten sözleri dikkat çekiyor. Ahlak kavramını filozoflardan yaptığı alıntı ve onlara yaptığı atıflarla yeniden yorumluyor. Ayrıca Hitler dönemi ve uygulamalarına bir parantez açmak gerekebilir. Faşizan Nazi politikalarıyla sadece Yahudilerin değil çingenelerin de hedef alındığını belirtiyor.
Kâğıt presçiliği de dâhil hayatını farklı işlerde çalışarak kazanmış olan yazar bir anlamda yaşadıklarını aktarıyor. Önceleri emek yoğun işlerde çalışan Bohumil Hrabal’ın biyografisinde kitaplarını ellili yaşlarında yayınlamaya başladığı görülüyor. Kitabın sonunda yer alan yazarla ilgili değerlendirmede ise genç yaştan beri yazdığı fakat yayınlama girişiminde bulunmadığı ancak dostlarının baskısıyla yayınlamaya razı olduğu belirtiliyor. Bu anlatılanlardan Hrabal’ın kendisi için yazdığı ve baskılara dayanamayarak yayınladığı anlaşılıyor. Buna rağmen sansür uygulamalarına takılması oldukça ilginç bir detay. Kitaplarının 1970-76 ve 1982-85 yılları arasında iki kez yasaklandığı görülüyor. Birey ve toplum açısından kitabın önemine dikkat çeken eserlere iktidarın sansür uygulaması oldukça manidar gözüküyor.
Hrabal romanın kurgusunu kitaplarla ilişkilendirerek oluşturuyor. Eserin otobiyografik yanını da dikkate alırsak yazarın öznel görüşlerini aktardığını söyleyebiliriz. Bunlar arasında okumanın inceliği, gerçek okurluk, kitap kültürü gibi başlıklar bulunuyor. Yazarın yaptığı değerlendirmeleri yaşam ve kitap olgularını anlamsal açıdan buluşturmaya çalışmak olarak özetleyebiliriz. Aslında Hrabal’ın bütün yaptığının varlık/ varoluş sorgulaması olduğunu söylemek en doğrusu olabilir. Preslenmiş kitaplar yasaklara dikkat çeken bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Söz konusu yasaklar kültürü preslemektedir aslında. Her balyada insan preslenmekte, hayat ve canlılık yıkıma uğratılmaktadır. Romanın, yazarın ‘her şeyin aynı yere döndüğü’ düşüncesine de atıf olarak yorumlanabilecek ‘sıradışı’ sonucu açısından kendi bedeniyle kültürel preslenme arasında bağ kurduğunu söyleyebiliriz.
İsmi bir paradoksu işaret eden roman insan için yalnızlığın mümkün olup olmadığını sorgulatıyor. İnsan dış dünyadan kendini soyutlamış da olsa yaşanmışlıklarını ve içindeki dünyadayı yok sayamaz. Özellikle içinde yaşadığımız (post)modern zamanlarda bu mümkün değildir. Dolayısıyla yalnız kalamamak konusunda iç seslerinin gürültüsü bile yeterlidir. Romana daha yakışacak bir ifadeyle söylersek; yaşam aslında birikmiş yalnızlığın ortaya çıkardığı rahatsız edici bir gürültüden başka bir şey değildir.
İlgili Yazılar
Dallanıp budaklanan bir hikâye
Elif Kutlu, Halkbank Kültürsanat, 24 Temmuz 2015 ‘Ağaçların Özel Hayatı’, Alejandro Zambra’nın İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında yer almasının tesadüf olmadığını teyit ediyor. Zambra, az sözle çok şey anlatmayı ilke edindiğini hissettirirken okurla arasında sağlam bir bağ kuruluyor. Büyülü gerçekçiliğin topraklarında, sadece gerçeği kurgulamayı tercih ederek alışılmışın dışına çıkıyor ve aslında hep kendini/yazdıklarını anlatıyor. …
Aşk Makinesi
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 22 Mayıs 2019 İsmi yanıltmasın; ‘Süper-Erkek’, best-seller tarzı bir aşk romanı değil. Evet, hikâye aşk ve çağına göre çok cesur anlatımlarla cinsellik barındırmakla birlikte, romanın merkezindeki aşk ve cinsellik Jarry’nin çağının bütün fikirlerini kat eden dehasına özgü bir istihza ve karmaşıklıkta işleniyor. Alfred Jarry’nin 1902’de yazdığı bu eser, modern …
Yaratıcı yazının belgeleri
Özkan Ali Bozdemir, Cumhuriyet Kitap, 23 Eylül 2016 “Belgelerim”, Alejandro Zambra’nın sadelik ve içtenlikle örülü anlatı dünyasını keşfetmek ve yaratıcı yazının sonsuz olanaklarına şahit olmak isteyenler için eşsiz bir kitap. Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum’da (Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, 1996) yazarın niyeti ile okurun niyeti arasındaki belirsizliği netleştirmek için üçüncü bir fikir olarak …
Sen misin vatanından tiksinen densiz!
Özgün Özçer, K24, 19 Aralık 2019 Tiksinti nadiren bu kadar tatmin edici bir duygu olmuştu. Hele de tiksindirici bir günce kulağa bu kadar tanıdık geldiğinde. Tiksinti, Horacio Castellanos Moya’nın en çok övgü ve de ölüm tehdidi aldığı kitabı. El Salvador’da da bir yazarı öldürmekle tehdit etmek öyle yabana atılır bir gözdağı değil. “Eserleri sayesinde bazı yazarlar para …