Novalis, Sais Çırakları adlı şiirsel ve felsefi anlatısında, sezgisel kavrayışın önemini ve edebiyat hazzının felsefedeki, şiirdeki ve çok yönlü düşünce sistemindeki yerini hatırlatıyor. Uzun ve çarpıcı bir manifesto niteliğindeki eser, doğadaki nesnelerle felsefi bir ilişki kuran ressam Paul Klee’nin çizimleriyle birlikte yayımlandı.
Şiirin, tabiatın, hakikatin dili biriciktir. Onları taklit etmek, kurgulamak, özüne zarar vermek mümkün değildir bana göre. Anlamak mümkündür belki ama anlatmak zordur. Böylesine meşakkatli, uzun ve deruni bir yolculuğa ancak şiiri felsefeyle buluşturabilen, tabiat sevgisini insanın çelişkileriyle yorumlayan, içselleştirebilen bir şair çıkabilirdi.
Novalis’in Sais Çırakları başlıklı anlatısını okumaya başladığımda onun biricikliğini de sevinerek fark ettim. Neyse ki edebiyat, az yaşayan, az yazanları da ‘ebedi’ kılacak kadar kendi içinde tutarlı bir disiplin. Türkçede “Geceye Övgüler” adlı uzun şiiriyle tanınan Novalis, yirmi dokuz yıllık kısa hayatında yazdıklarıyla romantizm akımının temsilcilerinden biri olarak anılıyor.
Felsefe ve hukuk eğitiminin yanı sıra edebiyatın hemen her alanında kendini yetiştiren şairin hayatının akışını değiştiren en önemli olay daha sonra nişanlısı olacak Sophie Van Kühn ile tanışması olur. Genç kadın iki yıl sonra öldüğünde acısını, iç sesini, hikâyesini anlatmak üzere “Geceye Övgüler”i yazmaya başlar. Hissettiklerini günlüğüne kaydederken ölümün sonsuzluğu üzerine düşünüyordur artık ve bir gün ansızın kitaplarıyla odasına çekilip veda eder. Kitabı Türkçeye çeviren Ahmet Cemal, önsözünde Herman Hesse’den onu iyi anlatan şu cümleleri alıntılamıştı: “Yakın Alman düşünce tarihinde Hölderlin, Novalis ve Nietzsche, yaşam artık kendileri için olanaksızlaştığında, deliliğe çekilirken, Novalis ölüme çekilir; ancak bu kendini dehaya çok sık ve zorla benimseten, intihar biçiminde bir ölüm değildir. Novalis, kendini bilerek içinden yakar, bu büyülü, erken gelen, çiçekler açan ve olağanüstü üretken bir ölümdür; çünkü şairin özellikle bu tuhaf sonu, ölümle olan büyülü, olağandışı ilişkisi, onun en güçlü etkisine de kaynaklık eder. Bu etki, düşünce yaşamımızın yüzeyinin bize sezdirebileceğinden çok daha derindir.”
Bu alıntıyı paylaşmak istedim, çünkü Hesse’nin onun sezgisel dehasını çok iyi anladığını düşünüyorum. Novalis, şiirsel ve felsefi anlatısında sezgisel kavrayışın ne kadar önemli olduğunu hem okura hem de kitapta farklı görüşleri savunan ‘çıraklarına’ anlatıyor sanki. İnsanın doğayla kurduğu ilişkinin yöntemlerini farklı sesler, düşünceler ve duygu yoğunluğuyla böylesine büyüleyici anlatan az bulunur doğrusu. Uzun ve çarpıcı bir manifesto gibi yazılmış bu eserin, doğadaki nesnelerle felsefi bir ilişki kuran ressam Paul Klee’nin çizimleriyle birlikte yayımlanmış olması, Novalis’in yaklaşımını bütünlüklü kılmış.
Kitabın çevirmeni Mehmet Barış Albayrak, sonuna yazdığı notta metnin etrafındaki soruları aktarıyor: “… İnsan doğanın gizemlerini çözmek ve hatta yalnızca bu çözme çabasının kendisi onu yıkıma mı götürecektir? İnsan ancak kendini feda ederek mi bu sırlara erişecektir? Gerçek sırrı içinde keşfedip doğanın ve kendisinin efendisi mi olacak yoksa doğanın ve evrenin bir parçası olarak, onunla denk bir güç olarak mı var olacaktır? Ya da insanın yazgısı kutsal ve dünyevi, doğa ve evren, ölüm ve yaşam arasında bir arada kalmışlık mıdır?”
Novalis’in bu benzersiz anlatısı/romanı, sadece bu kadim sorulara cevap aramıyor. Okura edebiyat hazzının, felsefedeki, şiirdeki ve çok yönlü düşünce sistemindeki yerini de hatırlatıyor. İlk bölümde doğa üzerine düşünenlerden, “Doğa bir bütün olarak yalnızca insanın içinde açığa çıkar” diyene kendini daha yakın hissettim: “… Doğanın gerçek ruhunu tanımak isteyen, doğanın şairle arkadaşlığında aramalıdır bunu, çünkü doğa bu arkadaşlıkta özgürdür ve olağanüstü kalbini açmaktadır.” Ve hemen ardından bu çabanın ne kadar güç olduğunu da hatırlatıyor: “Doğadan tek bir varlık olarak bahsetmek büyük söz ustalığı ister; öte yandan, sözle ve konuşmayla doğanın hakikatini arama çabası, bizi yalnızca doğallıktan uzaklaştırır.” Novalis, doğayı, seyre dalma, anlama, onunla bütünleşme, yorumlama, ona dahil olma biçimlerini farklı seslerle anlatırken insanın ilk çağlardan beri kendisini keşfetme serüvenini de masallaştırıyor bir bakıma. Doğa için çalışanlardan ‘eski güzel nesillere dair sezgi ve imgelerini, bronz ve taşta canlandıranları, meskenleri için daha güzel kayalar oluşturanları ve yeryüzünün mahzenlerinde daha güzel kayalar oyanları yeniden gün yüzüne çıkaranları tasvir ederken doğanın da ‘altın çağ’ına döndüğünü ve insan canlısı olmayı öğrenişini gösteriyor. İşte bu, sezgisel bir diyalektik bilinciyle ve şair bakışıyla mümkün olabilir ancak.
Anlatıdaki ‘üstat’ anlatıcı, sonunda doğanın elçisi olmanın güzel ve kutsal bir görev olduğunu söylüyor ancak bunu sanatın bildik araçlarıyla yapmanın yetersiz olduğunu hatırlatıyor. Ve sözü çıraklarına vererek, tabiatın ilahi ruhunu akıl ve yaratıcılıkla kutsuyor: “Doğayı anlamak için, onun tamamen kendi içindeki işleyişinde ortaya çıkmasına izin vermeliyiz. Bu uğraşta bize benzeyen varlıklara soru sormanın mümkün olduğu koşulları araştırmalıyız, çünkü gerçekte bütün doğa, yalnızca akıl sahibi varlıkların karşılıklı iletişimin aracı ve ortamı olarak anlaşılabilir.”
Novalis, bilginin ve yaratmanın olağanüstü biçimde birbirine bağlandığı o noktayı işaret ederken çok derin bir tefekküre dalmış aslında. Sais Çırakları her şeyden öte, tabiatla birlikte kendini keşfetmek isteyenler için müthiş bir ‘kavrayış’ tecrübesi.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Behçet Çelik, K24, 1 Eylül 2016 Kahramanlar, onların yaşantıları, genel olarak hayat, hatta anlatıcının kendisi hakkında kesinlikli sonuçlar çıkarmamızı istemiyor sanki Zambra; her halükârda bir esneklik payı bırakılması gereğine işaret ediyor Alejandro Zambra’nın gerek romanlarının, gerekse Belgelerim’de bir araya getirdiği öykülerinin anlatıcıları için “anlatıcı”dan ziyade “yazıcı” demek belki daha doğru olacaktır. Ne de olsa hemen …
Temel Karataş, T24 Kiminin kıyameti, kiminin yeniden doğuşu. Kiminin cehennemi, kiminin cenneti. Ama ikinci grupta olanlar, yani kıyamette yeniden doğup cehennemde cenneti yaşayabilenler hep iktidar sahipleri ve parayı elinde tutanlar! Bedenlerin Göçü, yaşadığımız kıyameti sembolize etme gayretinde bir post-apokaliptik roman. Bilimkurgu denince, çoğunluğun aklına gökyüzünde uçan tanımsız cisimler ve bunlara inip binen garip yaratıklar gelse de, …
Levent Cantek, Sabit Fikir, 20 Eylül 2016 Tom McCarthy’nin Tenten yorumu değerli, çünkü edebiyat eleştirisini temel alıyor. Romancılığıyla bildiğimiz Tom McCarthy’nin Tenten’le ilgili bir kitabı yayımlandı. Eksik söylemiş oldum, kitap sadece Tenten’i içermiyor; bir yandan çizgi romanın klişelerini, hikaye izleklerini ve değişimini anlatırken diğer yandan yazarın “Hergé üzerine yazarsam Freud, Derrida ve daha bir sürü insan üzerine …
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 24 Temmuz 2015 Ağaçların Özel Hayatı yazınsal metnin zekice buluşları içselleştirdiği postmodern bir teknikle anlatılıyor. Roman esnektir, onun anlatım biçimlerini zenginleştirme çabası tükenmez. Eski biçimlerin yerini almış ve günümüzde romanın yazınsal temelini atan anlatım biçimleri üstünde durur yazar. Sözgelimi anlatıcının durduğu yer, romanın niteliğini belirleyen en önemli yapıtaşlarından biridir. Anlatıcıya köpeksiz …
Tabiat, şiir ve felsefe yolculuğu
A. Esra Yalazan, Kitap Zamanı, 6 Mayıs 2015
Novalis, Sais Çırakları adlı şiirsel ve felsefi anlatısında, sezgisel kavrayışın önemini ve edebiyat hazzının felsefedeki, şiirdeki ve çok yönlü düşünce sistemindeki yerini hatırlatıyor. Uzun ve çarpıcı bir manifesto niteliğindeki eser, doğadaki nesnelerle felsefi bir ilişki kuran ressam Paul Klee’nin çizimleriyle birlikte yayımlandı.
Şiirin, tabiatın, hakikatin dili biriciktir. Onları taklit etmek, kurgulamak, özüne zarar vermek mümkün değildir bana göre. Anlamak mümkündür belki ama anlatmak zordur. Böylesine meşakkatli, uzun ve deruni bir yolculuğa ancak şiiri felsefeyle buluşturabilen, tabiat sevgisini insanın çelişkileriyle yorumlayan, içselleştirebilen bir şair çıkabilirdi.
Novalis’in Sais Çırakları başlıklı anlatısını okumaya başladığımda onun biricikliğini de sevinerek fark ettim. Neyse ki edebiyat, az yaşayan, az yazanları da ‘ebedi’ kılacak kadar kendi içinde tutarlı bir disiplin. Türkçede “Geceye Övgüler” adlı uzun şiiriyle tanınan Novalis, yirmi dokuz yıllık kısa hayatında yazdıklarıyla romantizm akımının temsilcilerinden biri olarak anılıyor.
Felsefe ve hukuk eğitiminin yanı sıra edebiyatın hemen her alanında kendini yetiştiren şairin hayatının akışını değiştiren en önemli olay daha sonra nişanlısı olacak Sophie Van Kühn ile tanışması olur. Genç kadın iki yıl sonra öldüğünde acısını, iç sesini, hikâyesini anlatmak üzere “Geceye Övgüler”i yazmaya başlar. Hissettiklerini günlüğüne kaydederken ölümün sonsuzluğu üzerine düşünüyordur artık ve bir gün ansızın kitaplarıyla odasına çekilip veda eder. Kitabı Türkçeye çeviren Ahmet Cemal, önsözünde Herman Hesse’den onu iyi anlatan şu cümleleri alıntılamıştı: “Yakın Alman düşünce tarihinde Hölderlin, Novalis ve Nietzsche, yaşam artık kendileri için olanaksızlaştığında, deliliğe çekilirken, Novalis ölüme çekilir; ancak bu kendini dehaya çok sık ve zorla benimseten, intihar biçiminde bir ölüm değildir. Novalis, kendini bilerek içinden yakar, bu büyülü, erken gelen, çiçekler açan ve olağanüstü üretken bir ölümdür; çünkü şairin özellikle bu tuhaf sonu, ölümle olan büyülü, olağandışı ilişkisi, onun en güçlü etkisine de kaynaklık eder. Bu etki, düşünce yaşamımızın yüzeyinin bize sezdirebileceğinden çok daha derindir.”
Bu alıntıyı paylaşmak istedim, çünkü Hesse’nin onun sezgisel dehasını çok iyi anladığını düşünüyorum. Novalis, şiirsel ve felsefi anlatısında sezgisel kavrayışın ne kadar önemli olduğunu hem okura hem de kitapta farklı görüşleri savunan ‘çıraklarına’ anlatıyor sanki. İnsanın doğayla kurduğu ilişkinin yöntemlerini farklı sesler, düşünceler ve duygu yoğunluğuyla böylesine büyüleyici anlatan az bulunur doğrusu. Uzun ve çarpıcı bir manifesto gibi yazılmış bu eserin, doğadaki nesnelerle felsefi bir ilişki kuran ressam Paul Klee’nin çizimleriyle birlikte yayımlanmış olması, Novalis’in yaklaşımını bütünlüklü kılmış.
Kitabın çevirmeni Mehmet Barış Albayrak, sonuna yazdığı notta metnin etrafındaki soruları aktarıyor: “… İnsan doğanın gizemlerini çözmek ve hatta yalnızca bu çözme çabasının kendisi onu yıkıma mı götürecektir? İnsan ancak kendini feda ederek mi bu sırlara erişecektir? Gerçek sırrı içinde keşfedip doğanın ve kendisinin efendisi mi olacak yoksa doğanın ve evrenin bir parçası olarak, onunla denk bir güç olarak mı var olacaktır? Ya da insanın yazgısı kutsal ve dünyevi, doğa ve evren, ölüm ve yaşam arasında bir arada kalmışlık mıdır?”
Novalis’in bu benzersiz anlatısı/romanı, sadece bu kadim sorulara cevap aramıyor. Okura edebiyat hazzının, felsefedeki, şiirdeki ve çok yönlü düşünce sistemindeki yerini de hatırlatıyor. İlk bölümde doğa üzerine düşünenlerden, “Doğa bir bütün olarak yalnızca insanın içinde açığa çıkar” diyene kendini daha yakın hissettim: “… Doğanın gerçek ruhunu tanımak isteyen, doğanın şairle arkadaşlığında aramalıdır bunu, çünkü doğa bu arkadaşlıkta özgürdür ve olağanüstü kalbini açmaktadır.” Ve hemen ardından bu çabanın ne kadar güç olduğunu da hatırlatıyor: “Doğadan tek bir varlık olarak bahsetmek büyük söz ustalığı ister; öte yandan, sözle ve konuşmayla doğanın hakikatini arama çabası, bizi yalnızca doğallıktan uzaklaştırır.” Novalis, doğayı, seyre dalma, anlama, onunla bütünleşme, yorumlama, ona dahil olma biçimlerini farklı seslerle anlatırken insanın ilk çağlardan beri kendisini keşfetme serüvenini de masallaştırıyor bir bakıma. Doğa için çalışanlardan ‘eski güzel nesillere dair sezgi ve imgelerini, bronz ve taşta canlandıranları, meskenleri için daha güzel kayalar oluşturanları ve yeryüzünün mahzenlerinde daha güzel kayalar oyanları yeniden gün yüzüne çıkaranları tasvir ederken doğanın da ‘altın çağ’ına döndüğünü ve insan canlısı olmayı öğrenişini gösteriyor. İşte bu, sezgisel bir diyalektik bilinciyle ve şair bakışıyla mümkün olabilir ancak.
Anlatıdaki ‘üstat’ anlatıcı, sonunda doğanın elçisi olmanın güzel ve kutsal bir görev olduğunu söylüyor ancak bunu sanatın bildik araçlarıyla yapmanın yetersiz olduğunu hatırlatıyor. Ve sözü çıraklarına vererek, tabiatın ilahi ruhunu akıl ve yaratıcılıkla kutsuyor: “Doğayı anlamak için, onun tamamen kendi içindeki işleyişinde ortaya çıkmasına izin vermeliyiz. Bu uğraşta bize benzeyen varlıklara soru sormanın mümkün olduğu koşulları araştırmalıyız, çünkü gerçekte bütün doğa, yalnızca akıl sahibi varlıkların karşılıklı iletişimin aracı ve ortamı olarak anlaşılabilir.”
Novalis, bilginin ve yaratmanın olağanüstü biçimde birbirine bağlandığı o noktayı işaret ederken çok derin bir tefekküre dalmış aslında. Sais Çırakları her şeyden öte, tabiatla birlikte kendini keşfetmek isteyenler için müthiş bir ‘kavrayış’ tecrübesi.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Hafızayı didiklemenin yolları
Behçet Çelik, K24, 1 Eylül 2016 Kahramanlar, onların yaşantıları, genel olarak hayat, hatta anlatıcının kendisi hakkında kesinlikli sonuçlar çıkarmamızı istemiyor sanki Zambra; her halükârda bir esneklik payı bırakılması gereğine işaret ediyor Alejandro Zambra’nın gerek romanlarının, gerekse Belgelerim’de bir araya getirdiği öykülerinin anlatıcıları için “anlatıcı”dan ziyade “yazıcı” demek belki daha doğru olacaktır. Ne de olsa hemen …
Siyasal bir kıyamet kurgusu
Temel Karataş, T24 Kiminin kıyameti, kiminin yeniden doğuşu. Kiminin cehennemi, kiminin cenneti. Ama ikinci grupta olanlar, yani kıyamette yeniden doğup cehennemde cenneti yaşayabilenler hep iktidar sahipleri ve parayı elinde tutanlar! Bedenlerin Göçü, yaşadığımız kıyameti sembolize etme gayretinde bir post-apokaliptik roman. Bilimkurgu denince, çoğunluğun aklına gökyüzünde uçan tanımsız cisimler ve bunlara inip binen garip yaratıklar gelse de, …
Tenten, tarihsiz bir edebiyat ülkesinde!
Levent Cantek, Sabit Fikir, 20 Eylül 2016 Tom McCarthy’nin Tenten yorumu değerli, çünkü edebiyat eleştirisini temel alıyor. Romancılığıyla bildiğimiz Tom McCarthy’nin Tenten’le ilgili bir kitabı yayımlandı. Eksik söylemiş oldum, kitap sadece Tenten’i içermiyor; bir yandan çizgi romanın klişelerini, hikaye izleklerini ve değişimini anlatırken diğer yandan yazarın “Hergé üzerine yazarsam Freud, Derrida ve daha bir sürü insan üzerine …
Yaratıcılığın sınırı yok
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 24 Temmuz 2015 Ağaçların Özel Hayatı yazınsal metnin zekice buluşları içselleştirdiği postmodern bir teknikle anlatılıyor. Roman esnektir, onun anlatım biçimlerini zenginleştirme çabası tükenmez. Eski biçimlerin yerini almış ve günümüzde romanın yazınsal temelini atan anlatım biçimleri üstünde durur yazar. Sözgelimi anlatıcının durduğu yer, romanın niteliğini belirleyen en önemli yapıtaşlarından biridir. Anlatıcıya köpeksiz …