McCarthy, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve zulmün üstünün parlak ve yumuşak bir kumaşla kapatılmasını; bedenimizi, ruhumuzu saran bu aldanışın tutsaklığımızı yaratan bir prangaya dönüşmesini anlatıyor.
21. yüzyılda insanlığın geldiği noktayı tek bir büyük raporda anlatabilmek, tek bir projede dünyanın tüm yükünü sırtlanmak mümkün mü? Birbirinden bağımsız milyonlarca olayın birbirine dikişlendiği yeri ya da bu olayları temsil edebilecek bir imgeyi-kavramı bulmak… Olağanüstünün olağanlaştığı bir çağda dünyanın ahvalini anlamanın ve anlatabilmenin bir yolu var mı?
Geçtiğimiz aylarda yayımlanan Tom McCarthy’nin Saten Ada romanı bu soruların peşine düşüyor. Romanın anlatıcı kahramanı -S- büyük bir danışmanlık şirketinde çalışan bir antropologtur. Şirketlerin kurumsal stratejilerinin belirlenmesinde görev alan S, sol kuramları radikal yüklerinden “kurtararak” işinde başarılı olmaktadır. Ama aynı zamanda işi kültürel teoriden petrol sızıntılarına, kabile yaşamından modern tıbba her konuyu kapsayacak ve insanlığın bugünkü durumunu anlatacak Büyük Rapor’u kaleme almaktır. S, nereden başlayacağına dair bir fikri olmasa da malzemeleri toplamaya başlar.
Bütünlük Bir Yanılsama mı?
Aslında Saten Ada’yı okurken yazarın dünyayı bütünlüklü olarak anlamanın olanaksızlığı üzerine düşünmemizi istediğini hissediyoruz. Romanın anlatıcısı petrol sızıntıları, şüpheli paraşütçü ölümleri, Vanuatuluların kuleden atlama törenleri, pürüzsüzleşen Paris sokakları, Lagos trafiğinin insanı hayrete düşüren karmaşası ve düzeni gibi olayları şimdinin antropolojisi içinde anlamlandırmaya çalışırken, okur da her şeyi kapsayacak bir düşüncenin ya da kavramın ortaya konup konmayacağını merak ediyor. Bu noktada McCarthy, bir polisiye yazarı gibi, muammasının peşine düşürüyor okuyucusunu. Ama aynı zamanda hicvi ve ironiyi yoğun olarak kullanarak, peşine düşülen muammanın içindeki boşluğu göstermeye yöneliyor. S’nin sol jargonu şirketlerin hizmetine sunuşu, vizyoner patron Peyman’ın projelerinin müphemliğinin ve yüzeyselliğinin sorgulanışı, şirket yöneticileri ya da hükümet görevlilerinin düşüncelerinin tektipleşme eğiliminin vurgulanışı hicvin merkezini oluşturuyor. McCarthy, dünyayı yönetenlerin ne denli vasat olduğunu, özelliklerinin kof doğaları üzerine inşa edildiğini altını çize çize belirtiyor.
Umudun Anlamsızlığı
Medeniyet denilen şeyin dünyayı sürüklediği felaketin farkında McCarthy. S, dünyanın işleyişi üzerine düşünmeyi sürdürdükçe insanlığın nasıl olup da kendi kendini yok etmediğini sorgulamaya başlıyor. Bu sorgulamadan çıkan sonuç ise umudun anlamsızlığı oluyor: “Aslında bütün bir toplumsal yapının, ekonomisiyle, toplumsal politikaları ve toplum düzeniyle infilak etmeyişi, hepimizi vahşi bir yağma, tecavüz ve yakıp yıkma uçurumuna fırlatmayışı beni hep şaşırtmıştır; bunların olmayışı hep gelecek tahayyülünün insanlığı hizaya sokması ve dizginlerini elinde tutmasının sonucudur; insanlık, semada gezinen bu hayale gözlerini dikerek sürüden ayrılmaz ve böylece anarşist eğilimleri kontrol altında tutulmuş olur.” Geleceğe dair “umudun” bir şekilde sistemin işleyişine eklemlenmesi dünyayı anlamamızın önünü tıkamaya başlıyor McCarthy’ye göre.
İnsanın Kötülüğü
Sayfalar ilerledikçe düzenin kokuşmuşluğu Saten Ada’nın merkezi temalarından birine dönüşüyor. Tezini de doğrudan savunuyor: “Tarifsiz karmaşıklıktaki yapıların kotarıldığı bir laboratuvar olan Batı’nın düzeni ve uyumu, pek çok zararlı yan ürünün salınımını gerektirir. Medeniyeti çevreleyen çitlerin dışına çıkan bir antropoloğun karşılaştığı şey, medeniyetin kötü kokuları ve onun zehirli atıklarından başka bir şey değildir. Dünyayı dolaştığımızda ilk rastladığımız şey, insanlığın yüzüne fırlatılmış kendi pisliğimizdir.”
McCarthy, Lukács’ın Roman Kuramı’nda söylediği, roman, “Tanrının terk ettiği bir dünyanın epiği”dir cümlesini Saten Ada’yla yankılıyor bize. Kahramanı S’nin görev edindiği büyük raporu yazma serüveni eşliğinde insanlığın kötülüğünü ve felaket yaratma becerisini sorgularken bu büyük trajedi karşısındaki insanın çaresizliğini, çelişkisini resmediyor. Elinden tuttuğu okurunu Lukács’ın teorisindeki retorik çözümlemeye götürüyor; böylesine yağmalanmış bir dünyanın içindeyken romancının da okurun da eserin varlığını bütünsel bir kavrayış içinde hissedip, yaşaması için harcayacağı çabanın her bir zerresinde bölük pörçük, kısmi ve gerçekleşmemiş bir şeylerin kalmaya mahkûm olacağını hatırlatıyor. Romanda gelişen her biri birbirinden kopuk olaylarda, aslında modern insanın dünyaya verdiği zararın dökümünü sıralıyor. McCarthy, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve zulmün üstünün parlak ve yumuşak bir kumaşla kapatılmasını; bedenimizi, ruhumuzu saran bu aldanışın tutsaklığımızı yaratan bir prangaya dönüşmesini anlatıyor.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Haden Öz, Gazete Duvar, 19 Mayıs 2021 Kadir Işık’la Notos Kitap tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı ‘Herkesten Uzakta’yı konuştuk. Işık, “Öyküde gizem olmalı, okuru zorlamalı, anlatılmayan kısımlar okurun zihninde bir alan açmalı” dedi. Çeşitli mecralarda gezi yazıları ve öyküleriyle tanıdığımız Kadir Işık’ın ilk öykü kitabı ‘Herkesten Uzakta’ geçtiğimiz Şubat ayında Notos Kitap’tan çıktı. Yedi öykünün …
Erdinç Akkoyunlu, Star Sanat, 30 Temmuz 2015 Yeni bir yazarın klasikler ve modern klasikleri aşarak okuru etkilemesi nadirdir. Şilili yazar Alejandro Zambra’nın üçleme olduğu belirtilmeyen “Eve Dönmenin Yolları”, “Bonzai” ve “Ağaçların Özel Hayatı” etkileyicilik iddiasının zirvesinde. Latin Amerika edebiyatı demek, İspanyolca ya da Portekizce metinlerin uzun süredir birbirlerinden etkilendiği İngilizceye neredeyse ihtişamından hiç kaybetmeden çevrilen …
Mehmet Cevat Yıldırım, K24, 17 Ocak 2021 Sürrealizme feminizmi getiren Leonora Carrington’ın metinlerinden Lewis Caroll ile André Breton’a ve sürrealizmin en temel sorusuna bir yolculuk: “Kimim ben?” 2020 yılının ikinci yarısında, 2011’de 94 yaşındaki ölümüne kadar “son sürrealist” olarak bilinen Leonora Carrington’ı ilk kez Türkçe okumak şansına eriştik. Önce Ağustos’ta Sırdaş Trompet Everest Yayınları’ndan, ardından Ekim’de Korku Evi …
Behçet Çelik, K24, 20 Ağustos 2020 “Akıp Giden Günlerimiz’deki birkaç öyküde yinelenen motifler var. Bunlardan biri hikâye anlatmakla ilgili. Öykü kişileri karşısındakiyle iletişim kurmakta zorlandıklarında hikâye anlatmakta bir çare umuyorlar, ne var ki farklı nedenlerle hikâye anlatmak da iletişimi sağlamıyor ya da kolaylaştırmıyor, en azından ilk seferde.” Özcan Yılmaz’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan ilk kitabı Akıp Giden …
Kötülüğün Parlaklığı ve Yumuşaklığı
Doğuş Sarpkaya, Kitap Eki, 30 Temmuz 2017
McCarthy, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve zulmün üstünün parlak ve yumuşak bir kumaşla kapatılmasını; bedenimizi, ruhumuzu saran bu aldanışın tutsaklığımızı yaratan bir prangaya dönüşmesini anlatıyor.
21. yüzyılda insanlığın geldiği noktayı tek bir büyük raporda anlatabilmek, tek bir projede dünyanın tüm yükünü sırtlanmak mümkün mü? Birbirinden bağımsız milyonlarca olayın birbirine dikişlendiği yeri ya da bu olayları temsil edebilecek bir imgeyi-kavramı bulmak… Olağanüstünün olağanlaştığı bir çağda dünyanın ahvalini anlamanın ve anlatabilmenin bir yolu var mı?
Geçtiğimiz aylarda yayımlanan Tom McCarthy’nin Saten Ada romanı bu soruların peşine düşüyor. Romanın anlatıcı kahramanı -S- büyük bir danışmanlık şirketinde çalışan bir antropologtur. Şirketlerin kurumsal stratejilerinin belirlenmesinde görev alan S, sol kuramları radikal yüklerinden “kurtararak” işinde başarılı olmaktadır. Ama aynı zamanda işi kültürel teoriden petrol sızıntılarına, kabile yaşamından modern tıbba her konuyu kapsayacak ve insanlığın bugünkü durumunu anlatacak Büyük Rapor’u kaleme almaktır. S, nereden başlayacağına dair bir fikri olmasa da malzemeleri toplamaya başlar.
Bütünlük Bir Yanılsama mı?
Aslında Saten Ada’yı okurken yazarın dünyayı bütünlüklü olarak anlamanın olanaksızlığı üzerine düşünmemizi istediğini hissediyoruz. Romanın anlatıcısı petrol sızıntıları, şüpheli paraşütçü ölümleri, Vanuatuluların kuleden atlama törenleri, pürüzsüzleşen Paris sokakları, Lagos trafiğinin insanı hayrete düşüren karmaşası ve düzeni gibi olayları şimdinin antropolojisi içinde anlamlandırmaya çalışırken, okur da her şeyi kapsayacak bir düşüncenin ya da kavramın ortaya konup konmayacağını merak ediyor. Bu noktada McCarthy, bir polisiye yazarı gibi, muammasının peşine düşürüyor okuyucusunu. Ama aynı zamanda hicvi ve ironiyi yoğun olarak kullanarak, peşine düşülen muammanın içindeki boşluğu göstermeye yöneliyor. S’nin sol jargonu şirketlerin hizmetine sunuşu, vizyoner patron Peyman’ın projelerinin müphemliğinin ve yüzeyselliğinin sorgulanışı, şirket yöneticileri ya da hükümet görevlilerinin düşüncelerinin tektipleşme eğiliminin vurgulanışı hicvin merkezini oluşturuyor. McCarthy, dünyayı yönetenlerin ne denli vasat olduğunu, özelliklerinin kof doğaları üzerine inşa edildiğini altını çize çize belirtiyor.
Umudun Anlamsızlığı
Medeniyet denilen şeyin dünyayı sürüklediği felaketin farkında McCarthy. S, dünyanın işleyişi üzerine düşünmeyi sürdürdükçe insanlığın nasıl olup da kendi kendini yok etmediğini sorgulamaya başlıyor. Bu sorgulamadan çıkan sonuç ise umudun anlamsızlığı oluyor: “Aslında bütün bir toplumsal yapının, ekonomisiyle, toplumsal politikaları ve toplum düzeniyle infilak etmeyişi, hepimizi vahşi bir yağma, tecavüz ve yakıp yıkma uçurumuna fırlatmayışı beni hep şaşırtmıştır; bunların olmayışı hep gelecek tahayyülünün insanlığı hizaya sokması ve dizginlerini elinde tutmasının sonucudur; insanlık, semada gezinen bu hayale gözlerini dikerek sürüden ayrılmaz ve böylece anarşist eğilimleri kontrol altında tutulmuş olur.” Geleceğe dair “umudun” bir şekilde sistemin işleyişine eklemlenmesi dünyayı anlamamızın önünü tıkamaya başlıyor McCarthy’ye göre.
İnsanın Kötülüğü
Sayfalar ilerledikçe düzenin kokuşmuşluğu Saten Ada’nın merkezi temalarından birine dönüşüyor. Tezini de doğrudan savunuyor: “Tarifsiz karmaşıklıktaki yapıların kotarıldığı bir laboratuvar olan Batı’nın düzeni ve uyumu, pek çok zararlı yan ürünün salınımını gerektirir. Medeniyeti çevreleyen çitlerin dışına çıkan bir antropoloğun karşılaştığı şey, medeniyetin kötü kokuları ve onun zehirli atıklarından başka bir şey değildir. Dünyayı dolaştığımızda ilk rastladığımız şey, insanlığın yüzüne fırlatılmış kendi pisliğimizdir.”
McCarthy, Lukács’ın Roman Kuramı’nda söylediği, roman, “Tanrının terk ettiği bir dünyanın epiği”dir cümlesini Saten Ada’yla yankılıyor bize. Kahramanı S’nin görev edindiği büyük raporu yazma serüveni eşliğinde insanlığın kötülüğünü ve felaket yaratma becerisini sorgularken bu büyük trajedi karşısındaki insanın çaresizliğini, çelişkisini resmediyor. Elinden tuttuğu okurunu Lukács’ın teorisindeki retorik çözümlemeye götürüyor; böylesine yağmalanmış bir dünyanın içindeyken romancının da okurun da eserin varlığını bütünsel bir kavrayış içinde hissedip, yaşaması için harcayacağı çabanın her bir zerresinde bölük pörçük, kısmi ve gerçekleşmemiş bir şeylerin kalmaya mahkûm olacağını hatırlatıyor. Romanda gelişen her biri birbirinden kopuk olaylarda, aslında modern insanın dünyaya verdiği zararın dökümünü sıralıyor. McCarthy, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve zulmün üstünün parlak ve yumuşak bir kumaşla kapatılmasını; bedenimizi, ruhumuzu saran bu aldanışın tutsaklığımızı yaratan bir prangaya dönüşmesini anlatıyor.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Kadir Işık: “Türkiye’yi tanımak isteyenler önce Yaşar Kemal okumalı” (Söyleşi)
Haden Öz, Gazete Duvar, 19 Mayıs 2021 Kadir Işık’la Notos Kitap tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı ‘Herkesten Uzakta’yı konuştuk. Işık, “Öyküde gizem olmalı, okuru zorlamalı, anlatılmayan kısımlar okurun zihninde bir alan açmalı” dedi. Çeşitli mecralarda gezi yazıları ve öyküleriyle tanıdığımız Kadir Işık’ın ilk öykü kitabı ‘Herkesten Uzakta’ geçtiğimiz Şubat ayında Notos Kitap’tan çıktı. Yedi öykünün …
Kendini beğenmiş değil kendini beğendiren yeni latin zambra
Erdinç Akkoyunlu, Star Sanat, 30 Temmuz 2015 Yeni bir yazarın klasikler ve modern klasikleri aşarak okuru etkilemesi nadirdir. Şilili yazar Alejandro Zambra’nın üçleme olduğu belirtilmeyen “Eve Dönmenin Yolları”, “Bonzai” ve “Ağaçların Özel Hayatı” etkileyicilik iddiasının zirvesinde. Latin Amerika edebiyatı demek, İspanyolca ya da Portekizce metinlerin uzun süredir birbirlerinden etkilendiği İngilizceye neredeyse ihtişamından hiç kaybetmeden çevrilen …
Leonora Carrington, Alice ve Nadja: sürrealizmin harikalar diyarında
Mehmet Cevat Yıldırım, K24, 17 Ocak 2021 Sürrealizme feminizmi getiren Leonora Carrington’ın metinlerinden Lewis Caroll ile André Breton’a ve sürrealizmin en temel sorusuna bir yolculuk: “Kimim ben?” 2020 yılının ikinci yarısında, 2011’de 94 yaşındaki ölümüne kadar “son sürrealist” olarak bilinen Leonora Carrington’ı ilk kez Türkçe okumak şansına eriştik. Önce Ağustos’ta Sırdaş Trompet Everest Yayınları’ndan, ardından Ekim’de Korku Evi …
Özcan Yılmaz’ın öyküleri
Behçet Çelik, K24, 20 Ağustos 2020 “Akıp Giden Günlerimiz’deki birkaç öyküde yinelenen motifler var. Bunlardan biri hikâye anlatmakla ilgili. Öykü kişileri karşısındakiyle iletişim kurmakta zorlandıklarında hikâye anlatmakta bir çare umuyorlar, ne var ki farklı nedenlerle hikâye anlatmak da iletişimi sağlamıyor ya da kolaylaştırmıyor, en azından ilk seferde.” Özcan Yılmaz’ın geçtiğimiz günlerde yayımlanan ilk kitabı Akıp Giden …