“Tek yönde ilerlemesine rağmen geçmişe kaymakta olan şimdi ile hep kuramsal kalacak olan geleceğin arasında bocalarken, devamlı dönüşüme uğrayan bir uzamdan geçiyoruz, her şeyin ‘eskidiği’ veya tarih olduğu bir süreçte, modernliğin kendisi boş bir inançtan başka bir şey değil.”
İngiliz yazar Tom McCarthy, Notos Kitap tarafından Türkçeye çevrilen son romanı Saten Ada’da modernizm ve tüketim kültürü arasındaki keskin bağıntıyı ifade ederken toplumların yaşam mücadelesiyle birlikte değer yargılarını da mercek altına alıyor ve ortaya kendi deyimiyle kusursuz bir “şimdiki zaman antropolojisi” çıkarıyor. Romanın kahramanı S. adında kırk yaşlarında bir akademisyen ve antropolog. Modern toplumların içinde bulunduğu çöküntüyü antropolojinin imkanları dahilinde analiz edebilmesi ve günümüzün yaşam modellerine bir anlamda tanı koyabilmesi için önemli bir şirketin yöneticisi tarafından özel sektöre transfer oluyor ve ‘büyük proje’sini tamamlayabilmek için bir dizi araştırmanın içerisine giriyor. Şirketin Peyman adındaki üstdüzey yöneticisi ve patronu, bu projesini en iyi biçimde sürdürebilmesi için S.’yi teşvik eden -romanda varlığıyla ön plana çıkmasa da mevkisi itibariyle kapital sermayenin simgesi olarak yer alan- bir güç odağı aynı zamanda. S., şimdiki zamanın antropolojisini anlamlandırmaya ve tanımlamaya çalışırken teknolojinin, dijital dünyanın, Batı medeniyetlerinin ve her fırsatta gözlemlediği insan ilişkilerinin etkisini göz ardı etmeksizin büyük çaplı bir araştırmanın içine giriyor ve bu meseleye bir tanı koymaktansa var olan gerçekliği işaret ederek içinde bulunduğumuz çöküntüyü tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Dünyanın neredeyse her yerinde patlak veren petrol sızıntılarından, çevre kirliliğinden, çarpıklaşan şehir ve bölge planlamacılığından ve artık sözü bile edilmeyen insan doğasının yozlaşmasından hareketle büyük resmin parçalarını bir bir ele alıyor. Yaşadığımız çağın ve geçmiş çağların birbiriyle olan ilişkisini temelde yetersiz ve hatalı bulan anlatıcı, böyle bir ayrımın gereksizliği üzerinde duruyor ve esas meselenin “bakış açısı” olduğunu savunuyor. Çağdaş olan değerlere şüpheyle yaklaşılması gerektiğini ifade eden antropolog, modernliğin değişen orantısını anlayabilmek için öncelikle bakış açısının değişmesi gerektiğini belirtiyor bu sebeple. Geçmiş ve şimdi arasındaki uçurumu görebilmek için çağları ayırmak ve adlandırmaktansa, içinde bulunduğumuz zamanı yönetebilmek ve gerçeğe bu noktadan ulaşabilmek mümkündür ona göre. Büyük raporunu hazırlarken tahmin edemeyeceği kadar korkunç bir tablonun ortaya çıktığını gören S.’nin, kendi projesini sabote etmeye kalkıştığını ve her şeyi yıkıp dökerek bu çöplükten kurtulmak isteğiyle karşılaştığını da okuyoruz daha sonra. Bu hayalini paylaştığı arkadaşı Madison’ın konuyla ilgili yaptığı yorum, tehlikenin boyutlarını bir kez daha gözler önüne seriyor: “Nükleer santralleri patlatan, elektrik şebekelerini çökerten, otomasyon sistemlerini karman çorman edip milyarları on dakikada kuruşa çeviren ne devrimciler ne de teröristlerdir – bunların hepsini sistemler kendi kendilerine yapar.”
Modernizmin ve medeniyetin büyük bir felaket olarak tarif edildiği romanda Batı uygarlıklarının bu felaketin habercisi ve destekçisi olabileceği görüşü de büyük bir açıklıkla ifade ediliyor. Üstelik bu durum, medeniyetin bize dönük olmayan ama işte kültürümüzün gerçek yüzünü de ortaya koyan bir felakettir anlatıcıya göre. Büyük raporun en önemli verilerinden sayılabilecek şu ifadeler, meselenin özünü ve çözümsüzlüğünü çok açık bir biçimde özetliyor: “Tarifsiz karmaşıklıktaki yapıların kotarıldığı bir laboratuvar olan Batı’nın düzeni ve uyumu, pek çok zararlı yan ürünün salınımını gerektirir. Medeniyeti çevreleyen çitlerin dışına çıkan bir antropoloğun karşılaştığı şey, medeniyetin kötü kokuları ve onun zehirli atıklarından başka bir şey değildir. Dünyayı dolaştığımızda ilk rastladığımız şey, insanlığın yüzüne fırlatılmış kendi pisliğimizdir.”
*Bu yazı, Arka Kapak dergisinin Temmuz 2017 tarihli 22. sayısında yayımlandı.
Doğuş Sarpkaya, Kitap Eki, 30 Temmuz 2017 McCarthy, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve zulmün üstünün parlak ve yumuşak bir kumaşla kapatılmasını; bedenimizi, ruhumuzu saran bu aldanışın tutsaklığımızı yaratan bir prangaya dönüşmesini anlatıyor. 21. yüzyılda insanlığın geldiği noktayı tek bir büyük raporda anlatabilmek, tek bir projede dünyanın tüm yükünü sırtlanmak mümkün mü? Birbirinden bağımsız milyonlarca olayın birbirine dikişlendiği yeri …
Esra Yalazan, T24, 9 Ağustos 2015 Geçmişe, geleceğe, şimdiki zamanın parçalarınmış ruhuna sıçrayan çok parçalı yapısına rağmen tek bir gecede geçen düşüncelerin romanı ‘Ağaçların Özel Hayatı’, kendini sorgulayan bir yazarın içsesiyle biriken hikayelerin buluştuğu, yazı sanatının sorgulandığı özel bir kitap. İnsanlığın en basit felsefi soruları gündelik hayat pratiklerinin içinde kaybolur; Kimiz, nereden geliyoruz, nereye kadar …
Melisa Kesmez, Radikal Kitap, 6 Kasım 2011 Edebiyatın onun için bir oyun olduğunu söyleyen Mario Bellatin, kurduğu dünyaya bir kez dahil olunca okurun yakasını bırakmayan yazarlardan. İşi “Latin Amerika’dan babam çıksa okurum”a vardırmış naçizane bir edebiyat tutkunu olarak, o toprakların tozuna bulanmış, renklerine bürünmüş, türlü tuhaflıklarından beslenmiş ne varsa, bağrıma basmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Gabriel Garcia Marquez, …
İlke Kamar, BirGün Kitap, 12 Haziran 2020 Paulina Flores hikâyelerinde, günlük deneyimleri özellikle çocukların ve ergenlerin öznel bir bakış açısıyla anlatıyor. Dili o kadar samimi ki, kitabı bitirdikten sonra da karakterler sizle yaşamayı sürdürüyor Modern zamanların belki de en önemli sorunlarından biri kayıtsızlık! Ama daha önemlisi bu kayıtsızlığa karşı utanç hissinin oluşmaması. Edebiyat kimi zaman …
Modernizm felaketi
Özkan Ali Bozdemir, Arka Kapak 22.Sayı, Temmuz 2017
“Tek yönde ilerlemesine rağmen geçmişe kaymakta olan şimdi ile hep kuramsal kalacak olan geleceğin arasında bocalarken, devamlı dönüşüme uğrayan bir uzamdan geçiyoruz, her şeyin ‘eskidiği’ veya tarih olduğu bir süreçte, modernliğin kendisi boş bir inançtan başka bir şey değil.”
İngiliz yazar Tom McCarthy, Notos Kitap tarafından Türkçeye çevrilen son romanı Saten Ada’da modernizm ve tüketim kültürü arasındaki keskin bağıntıyı ifade ederken toplumların yaşam mücadelesiyle birlikte değer yargılarını da mercek altına alıyor ve ortaya kendi deyimiyle kusursuz bir “şimdiki zaman antropolojisi” çıkarıyor. Romanın kahramanı S. adında kırk yaşlarında bir akademisyen ve antropolog. Modern toplumların içinde bulunduğu çöküntüyü antropolojinin imkanları dahilinde analiz edebilmesi ve günümüzün yaşam modellerine bir anlamda tanı koyabilmesi için önemli bir şirketin yöneticisi tarafından özel sektöre transfer oluyor ve ‘büyük proje’sini tamamlayabilmek için bir dizi araştırmanın içerisine giriyor. Şirketin Peyman adındaki üstdüzey yöneticisi ve patronu, bu projesini en iyi biçimde sürdürebilmesi için S.’yi teşvik eden -romanda varlığıyla ön plana çıkmasa da mevkisi itibariyle kapital sermayenin simgesi olarak yer alan- bir güç odağı aynı zamanda. S., şimdiki zamanın antropolojisini anlamlandırmaya ve tanımlamaya çalışırken teknolojinin, dijital dünyanın, Batı medeniyetlerinin ve her fırsatta gözlemlediği insan ilişkilerinin etkisini göz ardı etmeksizin büyük çaplı bir araştırmanın içine giriyor ve bu meseleye bir tanı koymaktansa var olan gerçekliği işaret ederek içinde bulunduğumuz çöküntüyü tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Dünyanın neredeyse her yerinde patlak veren petrol sızıntılarından, çevre kirliliğinden, çarpıklaşan şehir ve bölge planlamacılığından ve artık sözü bile edilmeyen insan doğasının yozlaşmasından hareketle büyük resmin parçalarını bir bir ele alıyor. Yaşadığımız çağın ve geçmiş çağların birbiriyle olan ilişkisini temelde yetersiz ve hatalı bulan anlatıcı, böyle bir ayrımın gereksizliği üzerinde duruyor ve esas meselenin “bakış açısı” olduğunu savunuyor. Çağdaş olan değerlere şüpheyle yaklaşılması gerektiğini ifade eden antropolog, modernliğin değişen orantısını anlayabilmek için öncelikle bakış açısının değişmesi gerektiğini belirtiyor bu sebeple. Geçmiş ve şimdi arasındaki uçurumu görebilmek için çağları ayırmak ve adlandırmaktansa, içinde bulunduğumuz zamanı yönetebilmek ve gerçeğe bu noktadan ulaşabilmek mümkündür ona göre. Büyük raporunu hazırlarken tahmin edemeyeceği kadar korkunç bir tablonun ortaya çıktığını gören S.’nin, kendi projesini sabote etmeye kalkıştığını ve her şeyi yıkıp dökerek bu çöplükten kurtulmak isteğiyle karşılaştığını da okuyoruz daha sonra. Bu hayalini paylaştığı arkadaşı Madison’ın konuyla ilgili yaptığı yorum, tehlikenin boyutlarını bir kez daha gözler önüne seriyor: “Nükleer santralleri patlatan, elektrik şebekelerini çökerten, otomasyon sistemlerini karman çorman edip milyarları on dakikada kuruşa çeviren ne devrimciler ne de teröristlerdir – bunların hepsini sistemler kendi kendilerine yapar.”
Modernizmin ve medeniyetin büyük bir felaket olarak tarif edildiği romanda Batı uygarlıklarının bu felaketin habercisi ve destekçisi olabileceği görüşü de büyük bir açıklıkla ifade ediliyor. Üstelik bu durum, medeniyetin bize dönük olmayan ama işte kültürümüzün gerçek yüzünü de ortaya koyan bir felakettir anlatıcıya göre. Büyük raporun en önemli verilerinden sayılabilecek şu ifadeler, meselenin özünü ve çözümsüzlüğünü çok açık bir biçimde özetliyor: “Tarifsiz karmaşıklıktaki yapıların kotarıldığı bir laboratuvar olan Batı’nın düzeni ve uyumu, pek çok zararlı yan ürünün salınımını gerektirir. Medeniyeti çevreleyen çitlerin dışına çıkan bir antropoloğun karşılaştığı şey, medeniyetin kötü kokuları ve onun zehirli atıklarından başka bir şey değildir. Dünyayı dolaştığımızda ilk rastladığımız şey, insanlığın yüzüne fırlatılmış kendi pisliğimizdir.”
*Bu yazı, Arka Kapak dergisinin Temmuz 2017 tarihli 22. sayısında yayımlandı.
İlgili Yazılar
Kötülüğün Parlaklığı ve Yumuşaklığı
Doğuş Sarpkaya, Kitap Eki, 30 Temmuz 2017 McCarthy, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve zulmün üstünün parlak ve yumuşak bir kumaşla kapatılmasını; bedenimizi, ruhumuzu saran bu aldanışın tutsaklığımızı yaratan bir prangaya dönüşmesini anlatıyor. 21. yüzyılda insanlığın geldiği noktayı tek bir büyük raporda anlatabilmek, tek bir projede dünyanın tüm yükünü sırtlanmak mümkün mü? Birbirinden bağımsız milyonlarca olayın birbirine dikişlendiği yeri …
Beklerken yazma umudunun kitabı: Ağaçların Özel Hayatı
Esra Yalazan, T24, 9 Ağustos 2015 Geçmişe, geleceğe, şimdiki zamanın parçalarınmış ruhuna sıçrayan çok parçalı yapısına rağmen tek bir gecede geçen düşüncelerin romanı ‘Ağaçların Özel Hayatı’, kendini sorgulayan bir yazarın içsesiyle biriken hikayelerin buluştuğu, yazı sanatının sorgulandığı özel bir kitap. İnsanlığın en basit felsefi soruları gündelik hayat pratiklerinin içinde kaybolur; Kimiz, nereden geliyoruz, nereye kadar …
Bir Bellatin klasiği: Çin Daması
Melisa Kesmez, Radikal Kitap, 6 Kasım 2011 Edebiyatın onun için bir oyun olduğunu söyleyen Mario Bellatin, kurduğu dünyaya bir kez dahil olunca okurun yakasını bırakmayan yazarlardan. İşi “Latin Amerika’dan babam çıksa okurum”a vardırmış naçizane bir edebiyat tutkunu olarak, o toprakların tozuna bulanmış, renklerine bürünmüş, türlü tuhaflıklarından beslenmiş ne varsa, bağrıma basmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Gabriel Garcia Marquez, …
Paulina Flores’ten: Ne Rezalet
İlke Kamar, BirGün Kitap, 12 Haziran 2020 Paulina Flores hikâyelerinde, günlük deneyimleri özellikle çocukların ve ergenlerin öznel bir bakış açısıyla anlatıyor. Dili o kadar samimi ki, kitabı bitirdikten sonra da karakterler sizle yaşamayı sürdürüyor Modern zamanların belki de en önemli sorunlarından biri kayıtsızlık! Ama daha önemlisi bu kayıtsızlığa karşı utanç hissinin oluşmaması. Edebiyat kimi zaman …