İngiliz yazar Tom McCarthy’nin şimdiki zamanın antropolojisini yapmaya soyunan roman kahramanı üzerinden kapitalizmin ‘ruhunu’ yakalamaya çalıştığı romanı ‘Saten Ada’, modern toplum hakkında keskin gözlemler ve çarpıcı eleştiriler barındırıyor.
Çağdaş edebiyatın günümüzdeki en parlak yazarları arasında gösterilen İngiliz yazar Tom McCarthy sadece romanlarıyla değil avangard sanatçılar ağı International Necronautical Society’nin (INS) genel sekreteri sıfatıyla yazdığı raporlar, manifestolar ve gerçekleştirdiği medya müdahaleleriyle de tanınıyor. Türkçeye çevrilen son kitabı ‘Saten Ada’ McCarthy’nin dünya görüşünü ve edebiyat anlayışını yansıtan bir roman. İlk baskısı 2015’te yapılan ‘Saten Ada’ henüz yayımlanmadan önce kaleme aldığı bir inceleme yazısında, romanı hakkında şunları söylemişti: “Her şey kirlilik ve mutasyonla ilgili. Paraşütünün sabote edildiğini fark ettikten sonra yere çakılan bir paraşütçüyü leitmotif olarak kullanan anlatı doğa, ölüm, teknoloji ve yabancılaşma ile ilişkili…” McCarthy’nin şimdiki zamanın antropolojisini yapmaya soyunan roman kahramanı üzerinden kapitalizmin ‘ruhunu’ yakalamaya çalıştığı ‘Saten Ada’ modern toplum hakkında keskin gözlemler ve çarpıcı eleştiriler barındırıyor.
İmkânsızın peşinde
Kısa bir roman ‘Saten Ada’, ne var ki hacmi sayfa sayısı ile hiç de orantılı değil. McCarthy’nin dil zenginliğine, şaşırtıcı düşüncelerine nüfuz etmek ve ne hakkında konuştuğunu kavrayabilmek için okuyucunun çok daha fazla zaman ayırması gerekiyor.
Konuşan, kırklı yaşların başında bir adam. Kendisini şöyle tanıtıyor: “Bana ‘Sen’ deyin; kısaca S. Ben ne iş yaparım? Ben bir antropoloğum. Akrabalık yapıları; değişim, takas ve hediye sistemleri; alışılagelmiş ve sıradanın hemen arka yüzünde pusuya yatmış sembolik işlemler: Bunları tanımlamak, ortaya çıkarmak, bir solucan gibi kıvrılıp bükülürken onları ışığa tutmak- işte benim eğlencem bu. Bir işyerinde çalışan antropolog ne yapar? Kültürel içgörü sağlarız. Bu ne demek? Yani bir kültürün (kendi kültürümüzün) dokusunu hallaç pamuğu gibi atar -ortaya koyduğu durumları, altında yatan, onu besleyen inançları inceler- ve müşteriye o dokudan hangi şeridi çıkarıp da orayı kendilerine has ipek iplikle nasıl öreceklerini ve onu ufak bir hikâyeyle nasıl stratejik bir biçimde süsleyip detaylandıracaklarını (ürün satmanın dolambaçlı yoldan söylenişi) gösteririz.”
Aslında eğitimi çok farklı: S., doksanlı yıllarda yaptığı doktora çalışmasıyla akademi dünyasında kendi çapında ün kazanmış başarılı bir akademisyen. Antropolojiyi modern topluma uygulama konusundaki fikirleri şimdi çalıştığı şirketin patronu Peyman tarafından fark edilmiş ve özel sektöre transfer olmuş. Artık kapitalizmin nasıl daha iyi kâr edeceği konusuna kafa yoruyor ve sosyal teoriyi eğip bükerek şirketin hizmetine sunuyor. Ama uçuk ve parlak fikirler peşinde koşan patronu Peyman’ın ondan asıl istediği şu anda olanlara bir ad koyması; çağımızı yönlendiren temel kodların kilidini açacak bir ‘Büyük Rapor’ hazırlaması. Kısacası ondan beklenen şimdiki zamanın antropolojisini yazması…
Böyle bir raporu yazmak için her türden haberi, olayı, konferansı yakından takip eden, duvarını dosya deliği kartotekslerle dolduran, bu kartoteksler arasındaki bağlantıyı kurduğunda -deyim yerindeyse- olayı çözümleyeceğine inanan S. büyük bir heyecanla çalışıyor. İşte bu sırada okuduğu iki olay çözümün anahtarı olacaktır. İlki Meksika Körfezi’ne yayılan petrol ile başlayan büyük çevre felaketi, diğer ise bir paraşütçünün yere çakılma haberidir. Birbiri ardına gelişen olaylar zinciri S.’yi nihilistçe bir çözüme ulaştırır:
“Gerçekten korkutucu olan düşünce Büyük Rapor’un yazılamaz oluşu değil -bunun tam tersiydi-, o zaten çoktan yazılmıştı. Onu yazan bir kişi değildi, hatta hain bir komplo filan da değildi; kendi kendine oluşmuş, kendi kendine hareket eden ve kendisini daimi kılan, tamamen tarafsız ve kayıtsız ikili sayı sistemiydi: Bir tür otoalfalama ve otoomegalama sisteminin yarattığı bir yazıdan ibaretti. Bizler ise onun yazarı, operatörü, hatta kölesi bile (çünkü köleler bir gün bir Musa veya bir Spartaküs’ün çıkıp da onları özgür kılacağına dair ufak da olsa bir umut besleyen eyleyicilerdir) olmak şöyle dursun, zincirlerindeki eylem ve komutlardan başka bir şey değildik.”
Çöplük
‘Kalan’ ve ‘C’ romanlarının kahramanları da olup bitenleri anlamlandırabilmek için gözlem ve deney yapan insanlardı. Oysa teknoloji çağında anlamlandırılabilecek pek bir şey yok. Kâr amaçlı kaos düzeninin kendi kurallarını koyduğu, felaketlerin anormal değil, düzenin mantığı gereği kaçınılmaz olduğu bir sistem… McCarthy böyle bir sistem içinde bireyin nasıl atomize olduğunu, muhalifliğin nasıl törpülendiğini, sistem karşıtlarının nasıl yok edildiğini roman kişilerinin bireysel kaderleri üzerinden açığa çıkarıyor. Kültür politikalarıyla ekonomik politikaların ve teknolojik gelişmelerin iç içe geçtiği bu süreçte nesneler, durumlar ve sistemler yararsız olma yolunda özgürleştirilmiş, insana ve doğalarına yabancı kılınmıştır.
Global bir dramı konu edinmekle birlikte Tom McCarthy’nin anlatısında roman kahramanının dramından söz edemeyiz. S. önüne konulan hayatı yaşayan, aydınlanma anı geldiğinde isyan hayalleri kuran ama düşündüğünü yapmaktan uzak bir adam. Biçimsel yapısı -kartoteks biçiminde numaralanmış paragrafları- ile de dramatik etki yaratmaktan bilhassa uzak duruyor McCarthy ancak S.nin sevgilisinin hikâyesi ve kanser hastası arkadaşının ölüm karşısındaki çaresizliği gibi yan hikâyelerle insani dramlara bir kapı açıyor. Burada yazarın geleneksel hikâye etme tarzına karşı bir anlatım arayışından -okuyucunun çekici karakterler, duygusal iniş çıkışlar ve sarih bir son arayışını bir yanılgı olarak ortaya koyma isteğinden- söz edilebilir.
Sadece kurgu anlamında bir arayış değil, dil ve üslup da önemli. Columbia Üniversitesi’nde verdiği konferansta yazının kulakla -sesle- ilişkisine dikkat çeken McCarthy dinlemenin anlatmak için hayati bir öneme sahip olduğunu söylemişti: “Bir şeyin ya da başkasının konuşmasına izin vermek; konuşma akışını kesmek (engellemek), konuşma dilini kesmek, konuşulmayan şeylerin konuşmaya sızmasına izin vermek; yazı olmayan bir düz konuşmadır”… İşte ‘Saten Ada’da düz konuşmayı yazı haline getirmeye soyunuyor McCarthy.
Romanın asıl meselesine dönelim ve bitirelim. Kirlilik ve mutasyonla; doğa, ölüm, teknoloji ve yabancılaşma temalarına. S. sona gelindiğinde ‘Şimdiki Zaman Antropolojisi’nin ancak ve ancak dev bir çöplükle simgelendiğinin, çağdaş bir antropoloğun karşılaştığı şeyin medeniyetin kötü kokuları ve onun zehirli atıklarından başka bir şey olmadığının farkına varacaktır:
“Aslında bütün bir toplumsal yapının ekonomisiyle, toplumsal politikaları ve toplum düzeniyle infilak etmeyişi, hepimizi vahşi bir yağma, tecavüz ve yakıp yıkma uçurumuna fırlatmayışı beni hep şaşırtmıştır; bunların olmayışı hep gelecek tahayyülünün insanlığı hizaya sokması ve dizginlerini elinde tutmasının sonucudur; insanlık, semada gezinen bu hayale gözlerini dikerek sürüden ayrılmaz ve böylece anarşist eğilimleri kontrol altında tutulmuş olur. Elbette, Şirket’in hazırladığı her rapor, üzerinde çalıştığı her pazarlama stratejisi geleceğe yakarmayı ve önünde diz çökmeyi içeriyordu: Sosyal medyanın yeni basın baronu veya kenar mahallelerin yeni kent merkezleri olacağı, gelişmekte olan ekonomilerin analog evreyi doğrudan atlayıp dijital sonrası evreye geçeceğini anlatıyorduk- geleceği kullanarak bütün bu senaryo ve savlara gerçeklik kazandırıyor, onları bu geleceğin içine yerleştirerek mutlak ve nesnel kılıyorduk: İhaleleri böyle kazanıyorduk işte.”
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Ali Bulunmaz, Cumhuriyet Kitap Eki, 26 Haziran 2018 Betül Çotuksöken, “Antropontoloji ya da İnsan-Varlıkbilgisi” adlı kitabıyla felsefe literatürüne kattığı yeni kavramla okurlarla buluştu. Antropontoloji terimini, hem felsefenin temel bir disiplini hem de felsefi bir bakış açısı olarak tanımlayan Çotuksöken’le kitabıyla birlikte kavramın, insan eylemlerini ve dünyayı nasıl açıkladığını konuştuk. ‘Antropontoloji bizi körleşmekten kurtarıyor’ – Günümüzdeki dil, …
Yücel Kayıran, Radikal Kitap, 12 Aralık 2012 Hölderlin denilince aklımıza gelen kuşkusuz onun şairliğidir. Ancak Şiir ve Tragedya Kuramı’ndaki metinler, Hölderlin’in, bir ‘filozof zihnine’ de sahip olduğunu göstermekte. Friedrich Hölderlin’nin Şiir ve Tragedya Kuramı, şairin mevcut imgesi bakımından oldukça dikkat çekici metinlerden oluşmaktadır: “Alman İdealizm’nin En Eski Sistem Programı”, “Yargı ve Varlık”, “Özgürlük Yasası üzerine”, “Ceza Kavramı …
Melisa Kesmez, Sabit Fikir, 4 Temmuz 2013 Zambra muhteşem karakterler yaratmanın peşine düşmüyor. Onun karakterleri sıradan olmalarıyla akılda kalıyor. Yazı yazmanın doğasına dair tonla enteresan mesele içinde bir tanesi -son dönemde denk geldiğim kitaplardan olacak- özellikle meşgul ediyor aklımı. O da, bir kitabın ne kadar kurmaca olursa olsun, hayatın süreğenliği içinde yaratılan bir şey olması …
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 22 Mayıs 2019 İsmi yanıltmasın; ‘Süper-Erkek’, best-seller tarzı bir aşk romanı değil. Evet, hikâye aşk ve çağına göre çok cesur anlatımlarla cinsellik barındırmakla birlikte, romanın merkezindeki aşk ve cinsellik Jarry’nin çağının bütün fikirlerini kat eden dehasına özgü bir istihza ve karmaşıklıkta işleniyor. Alfred Jarry’nin 1902’de yazdığı bu eser, modern …
Şimdiki Zaman Antropolojisi
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 9 Haziran 2017
İngiliz yazar Tom McCarthy’nin şimdiki zamanın antropolojisini yapmaya soyunan roman kahramanı üzerinden kapitalizmin ‘ruhunu’ yakalamaya çalıştığı romanı ‘Saten Ada’, modern toplum hakkında keskin gözlemler ve çarpıcı eleştiriler barındırıyor.
Çağdaş edebiyatın günümüzdeki en parlak yazarları arasında gösterilen İngiliz yazar Tom McCarthy sadece romanlarıyla değil avangard sanatçılar ağı International Necronautical Society’nin (INS) genel sekreteri sıfatıyla yazdığı raporlar, manifestolar ve gerçekleştirdiği medya müdahaleleriyle de tanınıyor. Türkçeye çevrilen son kitabı ‘Saten Ada’ McCarthy’nin dünya görüşünü ve edebiyat anlayışını yansıtan bir roman. İlk baskısı 2015’te yapılan ‘Saten Ada’ henüz yayımlanmadan önce kaleme aldığı bir inceleme yazısında, romanı hakkında şunları söylemişti: “Her şey kirlilik ve mutasyonla ilgili. Paraşütünün sabote edildiğini fark ettikten sonra yere çakılan bir paraşütçüyü leitmotif olarak kullanan anlatı doğa, ölüm, teknoloji ve yabancılaşma ile ilişkili…” McCarthy’nin şimdiki zamanın antropolojisini yapmaya soyunan roman kahramanı üzerinden kapitalizmin ‘ruhunu’ yakalamaya çalıştığı ‘Saten Ada’ modern toplum hakkında keskin gözlemler ve çarpıcı eleştiriler barındırıyor.
İmkânsızın peşinde
Kısa bir roman ‘Saten Ada’, ne var ki hacmi sayfa sayısı ile hiç de orantılı değil. McCarthy’nin dil zenginliğine, şaşırtıcı düşüncelerine nüfuz etmek ve ne hakkında konuştuğunu kavrayabilmek için okuyucunun çok daha fazla zaman ayırması gerekiyor.
Konuşan, kırklı yaşların başında bir adam. Kendisini şöyle tanıtıyor: “Bana ‘Sen’ deyin; kısaca S. Ben ne iş yaparım? Ben bir antropoloğum. Akrabalık yapıları; değişim, takas ve hediye sistemleri; alışılagelmiş ve sıradanın hemen arka yüzünde pusuya yatmış sembolik işlemler: Bunları tanımlamak, ortaya çıkarmak, bir solucan gibi kıvrılıp bükülürken onları ışığa tutmak- işte benim eğlencem bu. Bir işyerinde çalışan antropolog ne yapar? Kültürel içgörü sağlarız. Bu ne demek? Yani bir kültürün (kendi kültürümüzün) dokusunu hallaç pamuğu gibi atar -ortaya koyduğu durumları, altında yatan, onu besleyen inançları inceler- ve müşteriye o dokudan hangi şeridi çıkarıp da orayı kendilerine has ipek iplikle nasıl öreceklerini ve onu ufak bir hikâyeyle nasıl stratejik bir biçimde süsleyip detaylandıracaklarını (ürün satmanın dolambaçlı yoldan söylenişi) gösteririz.”
Aslında eğitimi çok farklı: S., doksanlı yıllarda yaptığı doktora çalışmasıyla akademi dünyasında kendi çapında ün kazanmış başarılı bir akademisyen. Antropolojiyi modern topluma uygulama konusundaki fikirleri şimdi çalıştığı şirketin patronu Peyman tarafından fark edilmiş ve özel sektöre transfer olmuş. Artık kapitalizmin nasıl daha iyi kâr edeceği konusuna kafa yoruyor ve sosyal teoriyi eğip bükerek şirketin hizmetine sunuyor. Ama uçuk ve parlak fikirler peşinde koşan patronu Peyman’ın ondan asıl istediği şu anda olanlara bir ad koyması; çağımızı yönlendiren temel kodların kilidini açacak bir ‘Büyük Rapor’ hazırlaması. Kısacası ondan beklenen şimdiki zamanın antropolojisini yazması…
Böyle bir raporu yazmak için her türden haberi, olayı, konferansı yakından takip eden, duvarını dosya deliği kartotekslerle dolduran, bu kartoteksler arasındaki bağlantıyı kurduğunda -deyim yerindeyse- olayı çözümleyeceğine inanan S. büyük bir heyecanla çalışıyor. İşte bu sırada okuduğu iki olay çözümün anahtarı olacaktır. İlki Meksika Körfezi’ne yayılan petrol ile başlayan büyük çevre felaketi, diğer ise bir paraşütçünün yere çakılma haberidir. Birbiri ardına gelişen olaylar zinciri S.’yi nihilistçe bir çözüme ulaştırır:
“Gerçekten korkutucu olan düşünce Büyük Rapor’un yazılamaz oluşu değil -bunun tam tersiydi-, o zaten çoktan yazılmıştı. Onu yazan bir kişi değildi, hatta hain bir komplo filan da değildi; kendi kendine oluşmuş, kendi kendine hareket eden ve kendisini daimi kılan, tamamen tarafsız ve kayıtsız ikili sayı sistemiydi: Bir tür otoalfalama ve otoomegalama sisteminin yarattığı bir yazıdan ibaretti. Bizler ise onun yazarı, operatörü, hatta kölesi bile (çünkü köleler bir gün bir Musa veya bir Spartaküs’ün çıkıp da onları özgür kılacağına dair ufak da olsa bir umut besleyen eyleyicilerdir) olmak şöyle dursun, zincirlerindeki eylem ve komutlardan başka bir şey değildik.”
Çöplük
‘Kalan’ ve ‘C’ romanlarının kahramanları da olup bitenleri anlamlandırabilmek için gözlem ve deney yapan insanlardı. Oysa teknoloji çağında anlamlandırılabilecek pek bir şey yok. Kâr amaçlı kaos düzeninin kendi kurallarını koyduğu, felaketlerin anormal değil, düzenin mantığı gereği kaçınılmaz olduğu bir sistem… McCarthy böyle bir sistem içinde bireyin nasıl atomize olduğunu, muhalifliğin nasıl törpülendiğini, sistem karşıtlarının nasıl yok edildiğini roman kişilerinin bireysel kaderleri üzerinden açığa çıkarıyor. Kültür politikalarıyla ekonomik politikaların ve teknolojik gelişmelerin iç içe geçtiği bu süreçte nesneler, durumlar ve sistemler yararsız olma yolunda özgürleştirilmiş, insana ve doğalarına yabancı kılınmıştır.
Global bir dramı konu edinmekle birlikte Tom McCarthy’nin anlatısında roman kahramanının dramından söz edemeyiz. S. önüne konulan hayatı yaşayan, aydınlanma anı geldiğinde isyan hayalleri kuran ama düşündüğünü yapmaktan uzak bir adam. Biçimsel yapısı -kartoteks biçiminde numaralanmış paragrafları- ile de dramatik etki yaratmaktan bilhassa uzak duruyor McCarthy ancak S.nin sevgilisinin hikâyesi ve kanser hastası arkadaşının ölüm karşısındaki çaresizliği gibi yan hikâyelerle insani dramlara bir kapı açıyor. Burada yazarın geleneksel hikâye etme tarzına karşı bir anlatım arayışından -okuyucunun çekici karakterler, duygusal iniş çıkışlar ve sarih bir son arayışını bir yanılgı olarak ortaya koyma isteğinden- söz edilebilir.
Sadece kurgu anlamında bir arayış değil, dil ve üslup da önemli. Columbia Üniversitesi’nde verdiği konferansta yazının kulakla -sesle- ilişkisine dikkat çeken McCarthy dinlemenin anlatmak için hayati bir öneme sahip olduğunu söylemişti: “Bir şeyin ya da başkasının konuşmasına izin vermek; konuşma akışını kesmek (engellemek), konuşma dilini kesmek, konuşulmayan şeylerin konuşmaya sızmasına izin vermek; yazı olmayan bir düz konuşmadır”… İşte ‘Saten Ada’da düz konuşmayı yazı haline getirmeye soyunuyor McCarthy.
Romanın asıl meselesine dönelim ve bitirelim. Kirlilik ve mutasyonla; doğa, ölüm, teknoloji ve yabancılaşma temalarına. S. sona gelindiğinde ‘Şimdiki Zaman Antropolojisi’nin ancak ve ancak dev bir çöplükle simgelendiğinin, çağdaş bir antropoloğun karşılaştığı şeyin medeniyetin kötü kokuları ve onun zehirli atıklarından başka bir şey olmadığının farkına varacaktır:
“Aslında bütün bir toplumsal yapının ekonomisiyle, toplumsal politikaları ve toplum düzeniyle infilak etmeyişi, hepimizi vahşi bir yağma, tecavüz ve yakıp yıkma uçurumuna fırlatmayışı beni hep şaşırtmıştır; bunların olmayışı hep gelecek tahayyülünün insanlığı hizaya sokması ve dizginlerini elinde tutmasının sonucudur; insanlık, semada gezinen bu hayale gözlerini dikerek sürüden ayrılmaz ve böylece anarşist eğilimleri kontrol altında tutulmuş olur. Elbette, Şirket’in hazırladığı her rapor, üzerinde çalıştığı her pazarlama stratejisi geleceğe yakarmayı ve önünde diz çökmeyi içeriyordu: Sosyal medyanın yeni basın baronu veya kenar mahallelerin yeni kent merkezleri olacağı, gelişmekte olan ekonomilerin analog evreyi doğrudan atlayıp dijital sonrası evreye geçeceğini anlatıyorduk- geleceği kullanarak bütün bu senaryo ve savlara gerçeklik kazandırıyor, onları bu geleceğin içine yerleştirerek mutlak ve nesnel kılıyorduk: İhaleleri böyle kazanıyorduk işte.”
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Betül Çotuksöken’den “Antropontoloji ya da İnsan-Varlıkbilgisi”
Ali Bulunmaz, Cumhuriyet Kitap Eki, 26 Haziran 2018 Betül Çotuksöken, “Antropontoloji ya da İnsan-Varlıkbilgisi” adlı kitabıyla felsefe literatürüne kattığı yeni kavramla okurlarla buluştu. Antropontoloji terimini, hem felsefenin temel bir disiplini hem de felsefi bir bakış açısı olarak tanımlayan Çotuksöken’le kitabıyla birlikte kavramın, insan eylemlerini ve dünyayı nasıl açıkladığını konuştuk. ‘Antropontoloji bizi körleşmekten kurtarıyor’ – Günümüzdeki dil, …
‘İnsanların sözlerini anlamadım hiç’
Yücel Kayıran, Radikal Kitap, 12 Aralık 2012 Hölderlin denilince aklımıza gelen kuşkusuz onun şairliğidir. Ancak Şiir ve Tragedya Kuramı’ndaki metinler, Hölderlin’in, bir ‘filozof zihnine’ de sahip olduğunu göstermekte. Friedrich Hölderlin’nin Şiir ve Tragedya Kuramı, şairin mevcut imgesi bakımından oldukça dikkat çekici metinlerden oluşmaktadır: “Alman İdealizm’nin En Eski Sistem Programı”, “Yargı ve Varlık”, “Özgürlük Yasası üzerine”, “Ceza Kavramı …
Hayat nerede biter, roman nerede başlar?
Melisa Kesmez, Sabit Fikir, 4 Temmuz 2013 Zambra muhteşem karakterler yaratmanın peşine düşmüyor. Onun karakterleri sıradan olmalarıyla akılda kalıyor. Yazı yazmanın doğasına dair tonla enteresan mesele içinde bir tanesi -son dönemde denk geldiğim kitaplardan olacak- özellikle meşgul ediyor aklımı. O da, bir kitabın ne kadar kurmaca olursa olsun, hayatın süreğenliği içinde yaratılan bir şey olması …
Aşk Makinesi
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 22 Mayıs 2019 İsmi yanıltmasın; ‘Süper-Erkek’, best-seller tarzı bir aşk romanı değil. Evet, hikâye aşk ve çağına göre çok cesur anlatımlarla cinsellik barındırmakla birlikte, romanın merkezindeki aşk ve cinsellik Jarry’nin çağının bütün fikirlerini kat eden dehasına özgü bir istihza ve karmaşıklıkta işleniyor. Alfred Jarry’nin 1902’de yazdığı bu eser, modern …