Serhat Bey atölyeler, yazılar derken sonunda ilk öykü kitabınız yayımlandı, neden öykü türü, bu yolculuğu bir de sizden dinleyelim.
Bence kelimelerle resim yapmak gibi. Kısa öyküler yazmanın roman yazmaktan her zaman daha zor ve daha kaliteli olduğunu düşünürüm. Yazmaya başlarken aklımda, basitlik sadeliktir, mottosu ön plandadır. Bu yüzden öykü yazarken tek bir kelimenin bile fazla olmamasına özen gösteririm. Okurda daha kolay ve kalıcı olacağını düşünürüm.
Öykü konusunda ilham kaynaklarınız neler, bir gününüz nasıl geçer, ritüelleriniz var mı?
Uyanınca bilgisayarımı açarım. Her gün yaptığım ilk şey budur. Okuduklarım, yaşadıklarım üzerinde fazla düşünürüm. İlgimi çeken detaylar üzerinde kafa patlatırım. Hafızamı diri tutmaya çalışırım. İlhamdan çok çalışmaya inanırım.
Öyküleriniz başlıyor, ilerliyor ve sonlardaki izlerle kapanıyor. Öykülerinizin ilk ve son cümlelerini nasıl yazıyorsunuz, zorlukları var mı sizce?
Benim için bitirmek başlamaktan daha zordur. İlk cümle okuyucuya devam etmesi için merak sunmalı. Son cümle öykünün bittiği son cümledir, benim için karakterin içinde bulunduğu durumu sonlandırmaz. Yalnızca okuyucu olarak gerisini biz bilmeyiz. Çünkü yazar bizi ilgilendiren kısmı anlatmayı bitirmiş ve öyküyü sonlandırmıştır. Bu yüzden öykülerimin sonunu bıçak gibi kesmem.
Öykülerinize anlatıcı, kişi kadrosu, kurgu, hikâye, zaman kipleri, ayrıntılar, yalın dil ve anlatım anlamında yoğun emek verdiğiniz anlaşılıyor, her şey olması gerektiği gibi, taslaklarınızı öykünün temel bileşenleri üzerinden nasıl geliştiriyorsunuz?
Öncelikle detay buluyorum. Bu detay tamamen bana kalmış, beni cümle kurmaya iten bir sebep. Yazmaya değer olup olmadığını, yukarıda saydığınız kriterler içerisinde değerlendiriyorum. Eğer uygunsa giriş ve gelişmeyi yazarım. Sonun nasıl olacağı karakterin davranışlarına göre şekillenir. Tohumu ekerim, bahçıvan gibi büyüyene kadar bakımını yaparım. Ortaya çıkan, desteklerim sonucunda kendini büyüten bir bitkidir. Bazen süreç içinde sağlıklı ve güzel şekilde büyümeyebilir. Söküp attığım çiçekler de var.
Resim bölümünü bitirdiniz. Resim-edebiyat ilişkisi öykülerinize nasıl yansıyor?
Öykü yazmak resim yapmak gibi demiştim. Renkten çok desene dikkat ederim. Gözümde canlanmayacak sahneleri öyküye sokmam. Kadraj olmalı benim için. Cümleleri resimli bir çocuk kitabı ya da çizgi roman netliğinde görselliği yansıtması adına özenle kurarım. Betimlemelerimin de aynı kolaylıkta göz önünde canlanması için elimden geleni yaparım. Resim bu konuda bana oldukça yardımcı oldu.
Öykülerinizin bir bölümünde ilişkiler, günlük hayata dair ayrıntılar her öyküde farklı yönlerini gördüğümüz Serhat karakteri üzerinden veriliyor. Öteki bölümde ise daha örtük bir otorite eleştirisini barındıran öyküler var. Bu yaklaşımınızın nedeni nedir?
Yazmaya başladığımda bütün kitabı Serhat işgal edecekti. Böyle düşünmüştüm. Sonra bunun sıkıcı olacağını anladım. Distopyalar üzerine çalışmaya başladım. Kitabın sonlarına doğru iki bölümünde temelinde özgürlük arayışının olduğunu gördüm. Ağır otorite altında yaşayanlar da, Serhat karakteri de temelde bunu istiyordu. İki bölümün de birbiriyle bağlantılı öyküleri var. Temelde çok farklı değiller yani.
Serhat Bey salgın günleri nasıl geçiyor, neler okudunuz, neler yazdınız, bir de sizi en çok etkileyen çocukluk kitaplarınız hangileriydi?
Salgın süreci kadar beni geriye atan bir dönem yok. Artık daha az yazıp daha fazla okumak zorundayım. İkinci kitap için fazla titiz çalışıyorum. Kendimi salgın yüzünden sosyal hayattan izole ettim. Bu yüzden hayattan beslenemiyorum. İkinci kitabın ilkinden iyi olması için gösterdiğim titizlikle, dışarıdaki hayattan beslenememem işimi zorlaştırıyor. Bu dönemde önceden bana yazarken yön veren kitapları yeniden okuyorum. Yeni okuduklarım, tür olarak aynı fakat benim için daha deneysel yazarlar. Çocukluğumda severek okuduğum açık ara Sempe Goscinny, Pıtırcık serisiydi.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Doğuş Sarpkaya, Kitap Eki, 30 Temmuz 2017 McCarthy, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve zulmün üstünün parlak ve yumuşak bir kumaşla kapatılmasını; bedenimizi, ruhumuzu saran bu aldanışın tutsaklığımızı yaratan bir prangaya dönüşmesini anlatıyor. 21. yüzyılda insanlığın geldiği noktayı tek bir büyük raporda anlatabilmek, tek bir projede dünyanın tüm yükünü sırtlanmak mümkün mü? Birbirinden bağımsız milyonlarca olayın birbirine dikişlendiği yeri …
Ali Artun, e-skop, 19 Mayıs 2017 George Grosz ve John Heartfield, “Sanat Öldü. Yaşasın Tatlin’in Yeni Makine-Sanatı” (1920). Alfred Jarry’nin Kral Übü ve Doktor Faustroll‘la birlikte üç temel eserinden sonuncusu, Süpererkek (Surmâle). Jarry’nin patafizik felsefesi ve edebiyatının finali. Süpererkek romanının kahramanı André Marcueil’in rakibi makinelerdir. Önce bisikletiyle bir yarışa katılır. Yarış, bir lokomotif ile, beş sürücülü bir bisiklet arasındadır ve “Devridaim Besini”nin …
Elif Kutlu, Halkbank Kültürsanat, 24 Temmuz 2015 ‘Ağaçların Özel Hayatı’, Alejandro Zambra’nın İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında yer almasının tesadüf olmadığını teyit ediyor. Zambra, az sözle çok şey anlatmayı ilke edindiğini hissettirirken okurla arasında sağlam bir bağ kuruluyor. Büyülü gerçekçiliğin topraklarında, sadece gerçeği kurgulamayı tercih ederek alışılmışın dışına çıkıyor ve aslında hep kendini/yazdıklarını anlatıyor. …
Kadir Işık, BirGün Kitap, 18 Haziran 2021 Çağatay Yılmaz kısa öykü sınırlarını zorlayan öykülere kocaman hayatlar sığdırmış, olayları adeta adım adım ilerliyor, ince ayrıntılar her satırda kendini gösteriyor, okuru sıkmıyor, dikkatini canlı tutuyor. Çağatay Yılmaz’ın ilk kitabı ‘Bizi Buraya Getiren Şeyler’ Notos Kitap tarafından geçen yılın son aylarında yayımlandı. Kitap on iki öyküden oluşuyor. Yazar …
Serhat Uyumaz ile söyleşi: “Öykü yazmak resim yapmak gibi, renkten çok desene dikkat ederim”
Serkan Parlak, Parşömen Sanal Fanzin, 12 Nisan 2021
Serhat Bey atölyeler, yazılar derken sonunda ilk öykü kitabınız yayımlandı, neden öykü türü, bu yolculuğu bir de sizden dinleyelim.
Bence kelimelerle resim yapmak gibi. Kısa öyküler yazmanın roman yazmaktan her zaman daha zor ve daha kaliteli olduğunu düşünürüm. Yazmaya başlarken aklımda, basitlik sadeliktir, mottosu ön plandadır. Bu yüzden öykü yazarken tek bir kelimenin bile fazla olmamasına özen gösteririm. Okurda daha kolay ve kalıcı olacağını düşünürüm.
Öykü konusunda ilham kaynaklarınız neler, bir gününüz nasıl geçer, ritüelleriniz var mı?
Uyanınca bilgisayarımı açarım. Her gün yaptığım ilk şey budur. Okuduklarım, yaşadıklarım üzerinde fazla düşünürüm. İlgimi çeken detaylar üzerinde kafa patlatırım. Hafızamı diri tutmaya çalışırım. İlhamdan çok çalışmaya inanırım.
Öyküleriniz başlıyor, ilerliyor ve sonlardaki izlerle kapanıyor. Öykülerinizin ilk ve son cümlelerini nasıl yazıyorsunuz, zorlukları var mı sizce?
Benim için bitirmek başlamaktan daha zordur. İlk cümle okuyucuya devam etmesi için merak sunmalı. Son cümle öykünün bittiği son cümledir, benim için karakterin içinde bulunduğu durumu sonlandırmaz. Yalnızca okuyucu olarak gerisini biz bilmeyiz. Çünkü yazar bizi ilgilendiren kısmı anlatmayı bitirmiş ve öyküyü sonlandırmıştır. Bu yüzden öykülerimin sonunu bıçak gibi kesmem.
Öykülerinize anlatıcı, kişi kadrosu, kurgu, hikâye, zaman kipleri, ayrıntılar, yalın dil ve anlatım anlamında yoğun emek verdiğiniz anlaşılıyor, her şey olması gerektiği gibi, taslaklarınızı öykünün temel bileşenleri üzerinden nasıl geliştiriyorsunuz?
Öncelikle detay buluyorum. Bu detay tamamen bana kalmış, beni cümle kurmaya iten bir sebep. Yazmaya değer olup olmadığını, yukarıda saydığınız kriterler içerisinde değerlendiriyorum. Eğer uygunsa giriş ve gelişmeyi yazarım. Sonun nasıl olacağı karakterin davranışlarına göre şekillenir. Tohumu ekerim, bahçıvan gibi büyüyene kadar bakımını yaparım. Ortaya çıkan, desteklerim sonucunda kendini büyüten bir bitkidir. Bazen süreç içinde sağlıklı ve güzel şekilde büyümeyebilir. Söküp attığım çiçekler de var.
Resim bölümünü bitirdiniz. Resim-edebiyat ilişkisi öykülerinize nasıl yansıyor?
Öykü yazmak resim yapmak gibi demiştim. Renkten çok desene dikkat ederim. Gözümde canlanmayacak sahneleri öyküye sokmam. Kadraj olmalı benim için. Cümleleri resimli bir çocuk kitabı ya da çizgi roman netliğinde görselliği yansıtması adına özenle kurarım. Betimlemelerimin de aynı kolaylıkta göz önünde canlanması için elimden geleni yaparım. Resim bu konuda bana oldukça yardımcı oldu.
Öykülerinizin bir bölümünde ilişkiler, günlük hayata dair ayrıntılar her öyküde farklı yönlerini gördüğümüz Serhat karakteri üzerinden veriliyor. Öteki bölümde ise daha örtük bir otorite eleştirisini barındıran öyküler var. Bu yaklaşımınızın nedeni nedir?
Yazmaya başladığımda bütün kitabı Serhat işgal edecekti. Böyle düşünmüştüm. Sonra bunun sıkıcı olacağını anladım. Distopyalar üzerine çalışmaya başladım. Kitabın sonlarına doğru iki bölümünde temelinde özgürlük arayışının olduğunu gördüm. Ağır otorite altında yaşayanlar da, Serhat karakteri de temelde bunu istiyordu. İki bölümün de birbiriyle bağlantılı öyküleri var. Temelde çok farklı değiller yani.
Serhat Bey salgın günleri nasıl geçiyor, neler okudunuz, neler yazdınız, bir de sizi en çok etkileyen çocukluk kitaplarınız hangileriydi?
Salgın süreci kadar beni geriye atan bir dönem yok. Artık daha az yazıp daha fazla okumak zorundayım. İkinci kitap için fazla titiz çalışıyorum. Kendimi salgın yüzünden sosyal hayattan izole ettim. Bu yüzden hayattan beslenemiyorum. İkinci kitabın ilkinden iyi olması için gösterdiğim titizlikle, dışarıdaki hayattan beslenememem işimi zorlaştırıyor. Bu dönemde önceden bana yazarken yön veren kitapları yeniden okuyorum. Yeni okuduklarım, tür olarak aynı fakat benim için daha deneysel yazarlar. Çocukluğumda severek okuduğum açık ara Sempe Goscinny, Pıtırcık serisiydi.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Kötülüğün Parlaklığı ve Yumuşaklığı
Doğuş Sarpkaya, Kitap Eki, 30 Temmuz 2017 McCarthy, kötülüğün, kokuşmuşluğun ve zulmün üstünün parlak ve yumuşak bir kumaşla kapatılmasını; bedenimizi, ruhumuzu saran bu aldanışın tutsaklığımızı yaratan bir prangaya dönüşmesini anlatıyor. 21. yüzyılda insanlığın geldiği noktayı tek bir büyük raporda anlatabilmek, tek bir projede dünyanın tüm yükünü sırtlanmak mümkün mü? Birbirinden bağımsız milyonlarca olayın birbirine dikişlendiği yeri …
Paris Dada’nın Ataları: Alfred Jarry – Süpererkek ve Makine-İnsan
Ali Artun, e-skop, 19 Mayıs 2017 George Grosz ve John Heartfield, “Sanat Öldü. Yaşasın Tatlin’in Yeni Makine-Sanatı” (1920). Alfred Jarry’nin Kral Übü ve Doktor Faustroll‘la birlikte üç temel eserinden sonuncusu, Süpererkek (Surmâle). Jarry’nin patafizik felsefesi ve edebiyatının finali. Süpererkek romanının kahramanı André Marcueil’in rakibi makinelerdir. Önce bisikletiyle bir yarışa katılır. Yarış, bir lokomotif ile, beş sürücülü bir bisiklet arasındadır ve “Devridaim Besini”nin …
Dallanıp budaklanan bir hikâye
Elif Kutlu, Halkbank Kültürsanat, 24 Temmuz 2015 ‘Ağaçların Özel Hayatı’, Alejandro Zambra’nın İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında yer almasının tesadüf olmadığını teyit ediyor. Zambra, az sözle çok şey anlatmayı ilke edindiğini hissettirirken okurla arasında sağlam bir bağ kuruluyor. Büyülü gerçekçiliğin topraklarında, sadece gerçeği kurgulamayı tercih ederek alışılmışın dışına çıkıyor ve aslında hep kendini/yazdıklarını anlatıyor. …
Yaşadığımız zor günleri yeniden sorgulamak
Kadir Işık, BirGün Kitap, 18 Haziran 2021 Çağatay Yılmaz kısa öykü sınırlarını zorlayan öykülere kocaman hayatlar sığdırmış, olayları adeta adım adım ilerliyor, ince ayrıntılar her satırda kendini gösteriyor, okuru sıkmıyor, dikkatini canlı tutuyor. Çağatay Yılmaz’ın ilk kitabı ‘Bizi Buraya Getiren Şeyler’ Notos Kitap tarafından geçen yılın son aylarında yayımlandı. Kitap on iki öyküden oluşuyor. Yazar …