Serhat Uyumaz iki ayrı dünyadan getirdiği öyküleriyle ilk kitabı Gidiş‘i yayımladı. Biri bildik bir dünya, öbürü ancak gerçekliği sorgulanmadan okunacak bir öte dünya. İnsan ilişkileri, askerler, otorite… Serhat Uyumaz farklı bir yoldan yürüyor. Onunla ilk kitabından çıkarak bunları konuştuk.
İlk öykü kitabınız yayımlandı.Gidiş’te alışılmadık öyküler de var. Kitabınızın ilk bölümünde genç bir erkek karakterin yaşadıkları öyküden öyküye sürüyor sanki.Siz de karaktere Serhat adını vermişsiniz.Bu fikir nereden geldi?
Serhat Uyumaz: Başıma gelenlerin, bende iz bırakan anıların, kırıp döktüğü kişi Serhat. Kendimde görmekten hoşlanmayacağım özelliklerin birçoğunu onun üzerine attım. Serhat’ın başına gelenler son on yıldır beni etkileyen anılarım. Okurun gerçek hayattaki beni tanımasını isteyerek oluşturdum. Çok fazla örneğine rastlamadım. Örnek vermek gerekirse Yılmaz Aslantürk-Otisabi gibi. Çizgi romandaki baş karakter çizerin kendisi değil, ama onun portresi.
Serhat ilgi çekici bir öykü karakteri. Aylak bir tip, adeta her öyküde farklı bir yüzüyle görünüyor ve asıl olarak kadınlarla ilişkileri üstünden tanıyoruz onu… Serhat Gidiş’teki bütün öykülerde olsaydı, belleklerde kalacak bir öykü karakterine dönüşebilirdi. Oysa kitapta çok farklı öyküler de var. İki ayrı dünya bir araya gelmiş gibi.Yazdıklarınızı bir araya toplama kaygısından mı geldi bu farklılık?
SU: Bir araya getirme kaygısından değil. Kitabın bitmesine yakın aklıma gelen şuydu. Serhat bütün öykülerde olsaydı kitap oldukça sıkıcı ve kalın olurdu. Tekrara düşerdi. Midland Otelinde Çay, örnek aldığım bir yazarın kitabı. Fakat Türkiye’de yaşayan çoğu insanın gözünü korkutur. İki ayrı dünyayı bir araya getirense özgürlük kaygım. Bunu özel bir kişide ve distopyalarda göstermek istedim.
İkinci gruptaki öyküler alışılmadık dünyaların içinden çıkmış. Üstelik kısa kısa öyküler, dolayısıyla o dünyayı tanımakta güçlük çekiyoruz. Ama bazı izlekler kendini belli ediyor. Militarizm, otorite gibi… İçinde eleştirisi de olan öyküler bunlar. Bu öykülerin fikri nereden çıktı?
SU: Savaş ve hapishaneler, içinde enerjisi yüksek, yaşı genç, yaşama hevesi had safhada olan insanları barındırır. Soğuk demirlerin, beton yığınlarının böyle bir hakkı olmaması gerektiğini düşünürüm. Ve bu beni çok üzer. Bu öyküleri yazarken okura içinde bulunan hiç kimsenin memnun olmadığı bir dünya sunmak istedim. Kamu spotu gibi olsun istemedim. Bakın bunlar kötü, haydi o zaman öldürmeyelim demek değil bu. Öldürenin de, hapsedenin de, hükmedenin de orada yaşamaktan nefret ettiği bir dünya. Bunu da kapalı bir anlatımla yaparsam, dikkatli okuyabilirler diye düşündüm. Elindeki silahı yere bırak, gel bak ne anlatıyorum, az dinle.
Okur Gidiş’i okuyunca neler düşünür sizce? Ya da neler düşünmesini istersiniz?
SU: Öncelikle piyasada olan öykü kitaplarından kesinlikle farklı olduğunu bilmesini istiyorum. Aklıma bu da geldi bakın, diye yazmadım. Salinger, Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir, demiş. Temel çıkış noktalarımdan biri de buydu. Samimiyet. Bu yüzden rahat okunabilmesi için sade, kısa cümleler, okurun üzerine düşünebilmesi için de distopyalarda kapalı bir anlatım kullandım. Kısa olması da okurun gözünü korkutmaması içindi.
Öykülerinizi nasıl düşünüp nasıl yazıyorsunuz?
SU: Gözümün önünde canlanamayacak hiçbir sahnenin kâğıda dökülmesini istemem. Öncelikle bu var. Okur sahneyi gözünde canlandırabilmeli. Görsel bir zamanda yaşıyoruz. Kelimeler kolaylıkla kadraja dönüşebilmeli. İkincisi, kitapta bütün öykülerde tek karakter var, çoğu birbiriyle bağlantılı, dolayısıyla empati kurabilmem önemli. Son olarak klişeden uzak durmaya çalışırım. Klişeden kasıt, süslü cümleler, abartılı aşk, piyasadaki diğer öykücülere benzemek.
Öyküden başka türde yazmayı da düşünüyormusunuz?
SU: Hayır. Öykü yazmazsam, yazmam.
Gidiş’e doğru giden yazma serüveninde başucu yazarlarınız ya da kitaplarınız oldu mu?
SU: Gidiş’i, isminden farklı olarak, mizah üzerine öyküler barındıran, bütünüyle anı ağırlıklı düşünmüştüm. Sonra daha önce okumadığım yazarlardan etkilendiğimi söyleyen insanlar oldu. Emrah Serbes, Ferhan Şensoy gibi. Kitabın bitmesine az zaman kala öğrendim bunu, onları okumaya başaldım. Yazma sürecinde Norman Manea beni oldukça etkiledi. Onun dışında David Constantin’in sadeliğini örnek almaya çalıştım. Benim için zor olan hikâye bulmak değil. Anlatım tekniği her yazarın çözmesi gereken en önemli problem.
Yazmak ya da böyle bir ülkede yaşamakla ilgili beklentileriniz neler?
SU: Sonraki kitabımında öykülerin daha uzun olmasını istiyorum. Yazma tekniğinin üzerine yenilik getirmem de gerekli. Daha az anı, daha fazla tarafsız bakış açısı ve üçüncü tekil kişi anlatımına yöneleceğim sanırım. Bence yazar yazdığı her öyküde belirlediği teknik ve anlatım sorununu dert edinmeli ona göre yazmalı. Biten her öykü kendi problemini kendi içinde çözmüş olmalı. Yazar problem çözümü üzerine düşünmeli. Aksi takdirde patinaj çekmeye benzer. Ülkeden beklediğim, biraz daha anlayış. Hepimiz için.
En sevdiğiniz üç kitap ve üç yazar adı verebilir misiniz?
SU: Tolkien, Silmarillion. Norman Manea, Ekim Saat Sekiz. Tim Wollocks, Gül, Haç ve Hilal.
Haden Öz, Gazete Duvar, 19 Mayıs 2021 Kadir Işık’la Notos Kitap tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı ‘Herkesten Uzakta’yı konuştuk. Işık, “Öyküde gizem olmalı, okuru zorlamalı, anlatılmayan kısımlar okurun zihninde bir alan açmalı” dedi. Çeşitli mecralarda gezi yazıları ve öyküleriyle tanıdığımız Kadir Işık’ın ilk öykü kitabı ‘Herkesten Uzakta’ geçtiğimiz Şubat ayında Notos Kitap’tan çıktı. Yedi öykünün …
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 16 Temmuz 2015 Alejandro Zambra’nın Türkçedeki üçüncü romanı “Ağaçların Özel Hayatı”, tıpkı yazarın diğer romanlarında olduğu gibi bir yazar adayı kahramana sahip. Daniela adında bir kızı olan Verónica ile beraber ve her şey, Verónica’nın gittiği resim kursundan eve dönmeyişiyle başlıyor. Ancak roman için mesele Verónica’nın dönmeyişi değil. Zambra kitabında, bir hikâyenin …
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 17 Temmuz 2015 Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair. Notos Kitap, Sanatçının Mektupları adıyla James Joyce’un mektuplarını Klasik Kitaplar dizisinde yayımladı. Jacques Derrida’nın “Ulysses Gramofonu Joyce’ta Evet Söylen(t)isi” adlı yazısı ve ayrıntılı bir kronolojiyle tamamlanan Sanatçının …
A. Ömer Türkeş, KitapEki, 25 Ağustos 2016 Zambra, döne döne Şilili kimliğini yakalamaya çalışan bir yazar, belki de Dünyanın En Şilili Yazarı!.. Alejandro Zambra, daha ilk romanı “Bonzai”de kendi dilini ve tarzını arayan bir yazar olduğunu belli etmişti. Ardından gelen her roman hem bu arayışın ürünüdür hem de yön tayininin ne denli isabetli olduğunun kanıtı… …
Serhat Uyumaz: “Aklıma bu da geldi bakın, diye yazmadım.” (Söyleşi)
Oggito, 28 Mart 2021
Serhat Uyumaz iki ayrı dünyadan getirdiği öyküleriyle ilk kitabı Gidiş‘i yayımladı. Biri bildik bir dünya, öbürü ancak gerçekliği sorgulanmadan okunacak bir öte dünya. İnsan ilişkileri, askerler, otorite… Serhat Uyumaz farklı bir yoldan yürüyor. Onunla ilk kitabından çıkarak bunları konuştuk.
İlk öykü kitabınız yayımlandı.Gidiş’te alışılmadık öyküler de var. Kitabınızın ilk bölümünde genç bir erkek karakterin yaşadıkları öyküden öyküye sürüyor sanki.Siz de karaktere Serhat adını vermişsiniz.Bu fikir nereden geldi?
Serhat Uyumaz: Başıma gelenlerin, bende iz bırakan anıların, kırıp döktüğü kişi Serhat. Kendimde görmekten hoşlanmayacağım özelliklerin birçoğunu onun üzerine attım. Serhat’ın başına gelenler son on yıldır beni etkileyen anılarım. Okurun gerçek hayattaki beni tanımasını isteyerek oluşturdum. Çok fazla örneğine rastlamadım. Örnek vermek gerekirse Yılmaz Aslantürk-Otisabi gibi. Çizgi romandaki baş karakter çizerin kendisi değil, ama onun portresi.
Serhat ilgi çekici bir öykü karakteri. Aylak bir tip, adeta her öyküde farklı bir yüzüyle görünüyor ve asıl olarak kadınlarla ilişkileri üstünden tanıyoruz onu… Serhat Gidiş’teki bütün öykülerde olsaydı, belleklerde kalacak bir öykü karakterine dönüşebilirdi. Oysa kitapta çok farklı öyküler de var. İki ayrı dünya bir araya gelmiş gibi.Yazdıklarınızı bir araya toplama kaygısından mı geldi bu farklılık?
SU: Bir araya getirme kaygısından değil. Kitabın bitmesine yakın aklıma gelen şuydu. Serhat bütün öykülerde olsaydı kitap oldukça sıkıcı ve kalın olurdu. Tekrara düşerdi. Midland Otelinde Çay, örnek aldığım bir yazarın kitabı. Fakat Türkiye’de yaşayan çoğu insanın gözünü korkutur. İki ayrı dünyayı bir araya getirense özgürlük kaygım. Bunu özel bir kişide ve distopyalarda göstermek istedim.
İkinci gruptaki öyküler alışılmadık dünyaların içinden çıkmış. Üstelik kısa kısa öyküler, dolayısıyla o dünyayı tanımakta güçlük çekiyoruz. Ama bazı izlekler kendini belli ediyor. Militarizm, otorite gibi… İçinde eleştirisi de olan öyküler bunlar. Bu öykülerin fikri nereden çıktı?
SU: Savaş ve hapishaneler, içinde enerjisi yüksek, yaşı genç, yaşama hevesi had safhada olan insanları barındırır. Soğuk demirlerin, beton yığınlarının böyle bir hakkı olmaması gerektiğini düşünürüm. Ve bu beni çok üzer. Bu öyküleri yazarken okura içinde bulunan hiç kimsenin memnun olmadığı bir dünya sunmak istedim. Kamu spotu gibi olsun istemedim. Bakın bunlar kötü, haydi o zaman öldürmeyelim demek değil bu. Öldürenin de, hapsedenin de, hükmedenin de orada yaşamaktan nefret ettiği bir dünya. Bunu da kapalı bir anlatımla yaparsam, dikkatli okuyabilirler diye düşündüm. Elindeki silahı yere bırak, gel bak ne anlatıyorum, az dinle.
Okur Gidiş’i okuyunca neler düşünür sizce? Ya da neler düşünmesini istersiniz?
SU: Öncelikle piyasada olan öykü kitaplarından kesinlikle farklı olduğunu bilmesini istiyorum. Aklıma bu da geldi bakın, diye yazmadım. Salinger, Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir, demiş. Temel çıkış noktalarımdan biri de buydu. Samimiyet. Bu yüzden rahat okunabilmesi için sade, kısa cümleler, okurun üzerine düşünebilmesi için de distopyalarda kapalı bir anlatım kullandım. Kısa olması da okurun gözünü korkutmaması içindi.
Öykülerinizi nasıl düşünüp nasıl yazıyorsunuz?
Öyküden başka türde yazmayı da düşünüyormusunuz?
SU: Hayır. Öykü yazmazsam, yazmam.
Gidiş’e doğru giden yazma serüveninde başucu yazarlarınız ya da kitaplarınız oldu mu?
SU: Gidiş’i, isminden farklı olarak, mizah üzerine öyküler barındıran, bütünüyle anı ağırlıklı düşünmüştüm. Sonra daha önce okumadığım yazarlardan etkilendiğimi söyleyen insanlar oldu. Emrah Serbes, Ferhan Şensoy gibi. Kitabın bitmesine az zaman kala öğrendim bunu, onları okumaya başaldım. Yazma sürecinde Norman Manea beni oldukça etkiledi. Onun dışında David Constantin’in sadeliğini örnek almaya çalıştım. Benim için zor olan hikâye bulmak değil. Anlatım tekniği her yazarın çözmesi gereken en önemli problem.
Yazmak ya da böyle bir ülkede yaşamakla ilgili beklentileriniz neler?
SU: Sonraki kitabımında öykülerin daha uzun olmasını istiyorum. Yazma tekniğinin üzerine yenilik getirmem de gerekli. Daha az anı, daha fazla tarafsız bakış açısı ve üçüncü tekil kişi anlatımına yöneleceğim sanırım. Bence yazar yazdığı her öyküde belirlediği teknik ve anlatım sorununu dert edinmeli ona göre yazmalı. Biten her öykü kendi problemini kendi içinde çözmüş olmalı. Yazar problem çözümü üzerine düşünmeli. Aksi takdirde patinaj çekmeye benzer. Ülkeden beklediğim, biraz daha anlayış. Hepimiz için.
En sevdiğiniz üç kitap ve üç yazar adı verebilir misiniz?
SU: Tolkien, Silmarillion. Norman Manea, Ekim Saat Sekiz. Tim Wollocks, Gül, Haç ve Hilal.
İlgili Yazılar
Kadir Işık: “Türkiye’yi tanımak isteyenler önce Yaşar Kemal okumalı” (Söyleşi)
Haden Öz, Gazete Duvar, 19 Mayıs 2021 Kadir Işık’la Notos Kitap tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı ‘Herkesten Uzakta’yı konuştuk. Işık, “Öyküde gizem olmalı, okuru zorlamalı, anlatılmayan kısımlar okurun zihninde bir alan açmalı” dedi. Çeşitli mecralarda gezi yazıları ve öyküleriyle tanıdığımız Kadir Işık’ın ilk öykü kitabı ‘Herkesten Uzakta’ geçtiğimiz Şubat ayında Notos Kitap’tan çıktı. Yedi öykünün …
Mesele Verónica’nın dönmeyişi değil…
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 16 Temmuz 2015 Alejandro Zambra’nın Türkçedeki üçüncü romanı “Ağaçların Özel Hayatı”, tıpkı yazarın diğer romanlarında olduğu gibi bir yazar adayı kahramana sahip. Daniela adında bir kızı olan Verónica ile beraber ve her şey, Verónica’nın gittiği resim kursundan eve dönmeyişiyle başlıyor. Ancak roman için mesele Verónica’nın dönmeyişi değil. Zambra kitabında, bir hikâyenin …
Dublin beni hasta ediyor
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 17 Temmuz 2015 Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair. Notos Kitap, Sanatçının Mektupları adıyla James Joyce’un mektuplarını Klasik Kitaplar dizisinde yayımladı. Jacques Derrida’nın “Ulysses Gramofonu Joyce’ta Evet Söylen(t)isi” adlı yazısı ve ayrıntılı bir kronolojiyle tamamlanan Sanatçının …
Zambra’nın Belgeleri
A. Ömer Türkeş, KitapEki, 25 Ağustos 2016 Zambra, döne döne Şilili kimliğini yakalamaya çalışan bir yazar, belki de Dünyanın En Şilili Yazarı!.. Alejandro Zambra, daha ilk romanı “Bonzai”de kendi dilini ve tarzını arayan bir yazar olduğunu belli etmişti. Ardından gelen her roman hem bu arayışın ürünüdür hem de yön tayininin ne denli isabetli olduğunun kanıtı… …