‘Ağaçların Özel Hayatı’, Alejandro Zambra’nın İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında yer almasının tesadüf olmadığını teyit ediyor. Zambra, az sözle çok şey anlatmayı ilke edindiğini hissettirirken okurla arasında sağlam bir bağ kuruluyor. Büyülü gerçekçiliğin topraklarında, sadece gerçeği kurgulamayı tercih ederek alışılmışın dışına çıkıyor ve aslında hep kendini/yazdıklarını anlatıyor.
Anlatım türlerinden oluşan bir okyanusta yüzer -ya da çırpınır- yazarlar. Kimi tanrısal bir ses olup her şeye yukarıdan bakmayı seçerken kimi hayatın tam ortasındaki anlatıcı olmayı tercih eder. Hayatın içindeki anlatıcıların bazıları -bilhassa Latin Amerika’da olanlar- gerçekliği büyüyle karıp, hayatın tüm gerçekliğini yüzümüze çarpa çarpa, olmazsa olmazı göz bağı olan düşsel bir yolculuğa çıkarır bizleri. Bazıları ise büyülere gerek duymaksızın hayatı öyle olduğu gibi sunmayı tercih eder. Hayatın ya da yaşananların nasıl süsleneceği yazara kalmıştır. Betimlemeler, örneklemeler, açıklamalar… ve diğer tüm yazma araçları yazarın maharetine göre okuru etkileyecek cümlelerin bir araya gelmesi için çabalayan zihinsel işçiler hâline gelirler.
Şilili Alejandro Zambra, Latin Amerika edebiyatından bahsettiğimiz anda aklımıza ilk gelenden yani büyülü gerçekçilikten kendini sıyıran yazarlardan. Öyle ki büyülü gerçekçi bir tavır almadığından bir dönemi kapattığı yahut bir yenisini açtığı dahi söylentiler arasında. 90’lardan sonra yazmaya başlamış olmasından olsa gerek yaşadığı bölgenin siyasi ikliminden etkilenip hayatı yüzümüze çarpan hâliyle ele almayı tercih ediyor. Ancak bunu yaparken anlatılanların en afili nasıl anlatılabileceği sorunsalına bulaşmadan -belki de çokça bulaştığından- yazdıklarının merkezine anlatıları değil edebiyatı koyuyor. Hikâyenin edebiyatta nasıl varlık kazanacağı oluyor Zambra için temel konu, geriye kalan ise lafügüzaf.
Karakterler, hikâyeler, sonlar; aşklar, ayrılıklar ve hatta ölümler küçük bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Hayat devam ediyor; o, yazıyor. Bu nedenden olsa gerek en sonda söylemesi gerekeni daha kitabın ilk sayfasında –hatta ilk cümlesinde- dilinin altından çıkarıveriyor. Sırf zengin görünsün diye eklenen uzun betimlemelerden, yazar mahir denilsin diye serpilen anlaşılmaz cümlelerden özellikle uzak duruyor ve hikâyelerini en sade nasıl aktarabileceği üzerine kafa yoruyor olmalı -ki az sayfada geçmişe, şimdiye ve geleceğe sürükleye sürükleye okura çok şey hissettirebiliyor/anlatabiliyor.
Zambra’nın yazdıkları hakkında bunca genelleme yapmamızın sebebi Türkçe’de yayımlanan üç kitabının (“Eve Dönmenin Yolları”, “Bonzai”, “Ağaçların Özel Hayatı”) da bir ağacın dalları gibi birbirinden uzanıyor olması. Her üç kitabında da hikâyeler kimi zaman aynı kişinin/kişilerin paralel evren(ler)deki hayatları gibi okunurken ve kimi zaman diğerinin devamı ya da öncesi olabileceği hissi uyandırıyor. Zambra’nın kitapları arasında yaptığı göndermeler de bu fikri güçlendiriyor.
Zambra’nın Türkçe’ye son çevrilen kitabı “Ağaçların Özel Hayatı” daha önce okuduğumuz kitapları gibi… Geçmiş ve geçmişin belkileri ile gelecek ve geleceğin olasılıkları arasında oradan oraya sürüklenip beraberinde okuru da sürükleyen bir (kısa) roman. Önce Veronica, Julian ve Daniela arasında geçiyor ve ardından sadece Julian’ın aklından geçenler ve Daniela’ya anlattıklarıyla devam ediyor, sonlanıyor.
Kendini bir başka anıyla –ve hatta Zambra’nın bir önceki kitabındaki anlatılarla- tamamlayan anılarla dallanıp budaklanan bir hikâye “Ağaçların Özel Hayatı” da. Julian’ın Pastacı Veronica’yla tanışması ve evlenmesi, karısının eve dönmesini beklerken Veronica’nın sekiz yaşındaki kızına anlattığı ağaç hikâyelerinin bir yerden sonra Julian’ın kendi hikâyesine dönüşmesi, Julian’ın geçmişle gelecek arasında sürüklenmesi ve Veronica’nın gelmeyişi… Zambra –üslubu gereği olmalı- Veronica’nın gelmeyişini hiç önemsemeden anlatmaya/anlattırmaya devam ediyor. Julian’ın karısının gelmeyeceğini anlamasıyla birlikte hem yazarın, hem anlatıcının hem de okurun zihninde akan her şey bir anda duruyor ve kitap bitiyor.
“Ağaçların Özel Hayatı”, Alejandro Zambra’nın İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında yer almasının tesadüf olmadığını teyit ediyor. Zambra, az sözle çok şey anlatmayı ilke edindiğini hissettirirken okurla arasında sağlam bir bağ kuruluyor. Büyülü gerçekçiliğin topraklarında, sadece gerçeği kurgulamayı tercih ederek alışılmışın dışına çıkıyor ve aslında hep kendini/yazdıklarını anlatıyor.
Banu Yıldıran Genç, Agos, 6 Kasım 2017 Son yıllarda Latin Amerika edebiyatının hızlı yükselişi sık sık ele alınan bir konu. Türkçeye çevrilen eserlerde bile büyük bir artış var. Özellikle yeniyi takip eden ve edebi hazzı maddiyattan önde tutan küçük yayınevleri sağ olsun, İspanyolca edebiyatı bize tanıtıyorlar, yazarların bir romanını yayımlayıp bırakmıyorlar, yeni tanıdığımız, sevdiğimiz, ne yazsa …
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 24 Temmuz 2015 Ağaçların Özel Hayatı yazınsal metnin zekice buluşları içselleştirdiği postmodern bir teknikle anlatılıyor. Roman esnektir, onun anlatım biçimlerini zenginleştirme çabası tükenmez. Eski biçimlerin yerini almış ve günümüzde romanın yazınsal temelini atan anlatım biçimleri üstünde durur yazar. Sözgelimi anlatıcının durduğu yer, romanın niteliğini belirleyen en önemli yapıtaşlarından biridir. Anlatıcıya köpeksiz …
Behçet Çelik, K24, 1 Eylül 2016 Kahramanlar, onların yaşantıları, genel olarak hayat, hatta anlatıcının kendisi hakkında kesinlikli sonuçlar çıkarmamızı istemiyor sanki Zambra; her halükârda bir esneklik payı bırakılması gereğine işaret ediyor Alejandro Zambra’nın gerek romanlarının, gerekse Belgelerim’de bir araya getirdiği öykülerinin anlatıcıları için “anlatıcı”dan ziyade “yazıcı” demek belki daha doğru olacaktır. Ne de olsa hemen …
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 3 Ekim 2013 İvan Turgenyev’in Türkçede ilk defa Oğuz Tecimen’in çevirisiyle yayımlanan uzun öyküsü “Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü”, Rus edebiyatında lüzsumsuz adam teriminin ilk kez ortaya çıkmasını sağlayan kahramanı Çalkaturin’i tanıtıyor. Lüzumsuzluk kavramı üzerine ciddi bir düşünme fırsatı sunan bu küçük ama vurucu kitap, ölümüne çok kısa bir süre kalmış Çalkaturin’in …
Dallanıp budaklanan bir hikâye
Elif Kutlu, Halkbank Kültürsanat, 24 Temmuz 2015
‘Ağaçların Özel Hayatı’, Alejandro Zambra’nın İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında yer almasının tesadüf olmadığını teyit ediyor. Zambra, az sözle çok şey anlatmayı ilke edindiğini hissettirirken okurla arasında sağlam bir bağ kuruluyor. Büyülü gerçekçiliğin topraklarında, sadece gerçeği kurgulamayı tercih ederek alışılmışın dışına çıkıyor ve aslında hep kendini/yazdıklarını anlatıyor.
Anlatım türlerinden oluşan bir okyanusta yüzer -ya da çırpınır- yazarlar. Kimi tanrısal bir ses olup her şeye yukarıdan bakmayı seçerken kimi hayatın tam ortasındaki anlatıcı olmayı tercih eder. Hayatın içindeki anlatıcıların bazıları -bilhassa Latin Amerika’da olanlar- gerçekliği büyüyle karıp, hayatın tüm gerçekliğini yüzümüze çarpa çarpa, olmazsa olmazı göz bağı olan düşsel bir yolculuğa çıkarır bizleri. Bazıları ise büyülere gerek duymaksızın hayatı öyle olduğu gibi sunmayı tercih eder. Hayatın ya da yaşananların nasıl süsleneceği yazara kalmıştır. Betimlemeler, örneklemeler, açıklamalar… ve diğer tüm yazma araçları yazarın maharetine göre okuru etkileyecek cümlelerin bir araya gelmesi için çabalayan zihinsel işçiler hâline gelirler.
Şilili Alejandro Zambra, Latin Amerika edebiyatından bahsettiğimiz anda aklımıza ilk gelenden yani büyülü gerçekçilikten kendini sıyıran yazarlardan. Öyle ki büyülü gerçekçi bir tavır almadığından bir dönemi kapattığı yahut bir yenisini açtığı dahi söylentiler arasında. 90’lardan sonra yazmaya başlamış olmasından olsa gerek yaşadığı bölgenin siyasi ikliminden etkilenip hayatı yüzümüze çarpan hâliyle ele almayı tercih ediyor. Ancak bunu yaparken anlatılanların en afili nasıl anlatılabileceği sorunsalına bulaşmadan -belki de çokça bulaştığından- yazdıklarının merkezine anlatıları değil edebiyatı koyuyor. Hikâyenin edebiyatta nasıl varlık kazanacağı oluyor Zambra için temel konu, geriye kalan ise lafügüzaf.
Karakterler, hikâyeler, sonlar; aşklar, ayrılıklar ve hatta ölümler küçük bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Hayat devam ediyor; o, yazıyor. Bu nedenden olsa gerek en sonda söylemesi gerekeni daha kitabın ilk sayfasında –hatta ilk cümlesinde- dilinin altından çıkarıveriyor. Sırf zengin görünsün diye eklenen uzun betimlemelerden, yazar mahir denilsin diye serpilen anlaşılmaz cümlelerden özellikle uzak duruyor ve hikâyelerini en sade nasıl aktarabileceği üzerine kafa yoruyor olmalı -ki az sayfada geçmişe, şimdiye ve geleceğe sürükleye sürükleye okura çok şey hissettirebiliyor/anlatabiliyor.
Zambra’nın yazdıkları hakkında bunca genelleme yapmamızın sebebi Türkçe’de yayımlanan üç kitabının (“Eve Dönmenin Yolları”, “Bonzai”, “Ağaçların Özel Hayatı”) da bir ağacın dalları gibi birbirinden uzanıyor olması. Her üç kitabında da hikâyeler kimi zaman aynı kişinin/kişilerin paralel evren(ler)deki hayatları gibi okunurken ve kimi zaman diğerinin devamı ya da öncesi olabileceği hissi uyandırıyor. Zambra’nın kitapları arasında yaptığı göndermeler de bu fikri güçlendiriyor.
Zambra’nın Türkçe’ye son çevrilen kitabı “Ağaçların Özel Hayatı” daha önce okuduğumuz kitapları gibi… Geçmiş ve geçmişin belkileri ile gelecek ve geleceğin olasılıkları arasında oradan oraya sürüklenip beraberinde okuru da sürükleyen bir (kısa) roman. Önce Veronica, Julian ve Daniela arasında geçiyor ve ardından sadece Julian’ın aklından geçenler ve Daniela’ya anlattıklarıyla devam ediyor, sonlanıyor.
Kendini bir başka anıyla –ve hatta Zambra’nın bir önceki kitabındaki anlatılarla- tamamlayan anılarla dallanıp budaklanan bir hikâye “Ağaçların Özel Hayatı” da. Julian’ın Pastacı Veronica’yla tanışması ve evlenmesi, karısının eve dönmesini beklerken Veronica’nın sekiz yaşındaki kızına anlattığı ağaç hikâyelerinin bir yerden sonra Julian’ın kendi hikâyesine dönüşmesi, Julian’ın geçmişle gelecek arasında sürüklenmesi ve Veronica’nın gelmeyişi… Zambra –üslubu gereği olmalı- Veronica’nın gelmeyişini hiç önemsemeden anlatmaya/anlattırmaya devam ediyor. Julian’ın karısının gelmeyeceğini anlamasıyla birlikte hem yazarın, hem anlatıcının hem de okurun zihninde akan her şey bir anda duruyor ve kitap bitiyor.
“Ağaçların Özel Hayatı”, Alejandro Zambra’nın İspanyolca yazan en iyi yazarlar arasında yer almasının tesadüf olmadığını teyit ediyor. Zambra, az sözle çok şey anlatmayı ilke edindiğini hissettirirken okurla arasında sağlam bir bağ kuruluyor. Büyülü gerçekçiliğin topraklarında, sadece gerçeği kurgulamayı tercih ederek alışılmışın dışına çıkıyor ve aslında hep kendini/yazdıklarını anlatıyor.
İlgili Yazılar
Kurmacaya dahil olmak
Banu Yıldıran Genç, Agos, 6 Kasım 2017 Son yıllarda Latin Amerika edebiyatının hızlı yükselişi sık sık ele alınan bir konu. Türkçeye çevrilen eserlerde bile büyük bir artış var. Özellikle yeniyi takip eden ve edebi hazzı maddiyattan önde tutan küçük yayınevleri sağ olsun, İspanyolca edebiyatı bize tanıtıyorlar, yazarların bir romanını yayımlayıp bırakmıyorlar, yeni tanıdığımız, sevdiğimiz, ne yazsa …
Yaratıcılığın sınırı yok
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 24 Temmuz 2015 Ağaçların Özel Hayatı yazınsal metnin zekice buluşları içselleştirdiği postmodern bir teknikle anlatılıyor. Roman esnektir, onun anlatım biçimlerini zenginleştirme çabası tükenmez. Eski biçimlerin yerini almış ve günümüzde romanın yazınsal temelini atan anlatım biçimleri üstünde durur yazar. Sözgelimi anlatıcının durduğu yer, romanın niteliğini belirleyen en önemli yapıtaşlarından biridir. Anlatıcıya köpeksiz …
Hafızayı didiklemenin yolları
Behçet Çelik, K24, 1 Eylül 2016 Kahramanlar, onların yaşantıları, genel olarak hayat, hatta anlatıcının kendisi hakkında kesinlikli sonuçlar çıkarmamızı istemiyor sanki Zambra; her halükârda bir esneklik payı bırakılması gereğine işaret ediyor Alejandro Zambra’nın gerek romanlarının, gerekse Belgelerim’de bir araya getirdiği öykülerinin anlatıcıları için “anlatıcı”dan ziyade “yazıcı” demek belki daha doğru olacaktır. Ne de olsa hemen …
Turgenyev’in lüzumsuzu: Çulkaturin
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 3 Ekim 2013 İvan Turgenyev’in Türkçede ilk defa Oğuz Tecimen’in çevirisiyle yayımlanan uzun öyküsü “Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü”, Rus edebiyatında lüzsumsuz adam teriminin ilk kez ortaya çıkmasını sağlayan kahramanı Çalkaturin’i tanıtıyor. Lüzumsuzluk kavramı üzerine ciddi bir düşünme fırsatı sunan bu küçük ama vurucu kitap, ölümüne çok kısa bir süre kalmış Çalkaturin’in …