Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair.
Notos Kitap, Sanatçının Mektupları adıyla James Joyce’un mektuplarını Klasik Kitaplar dizisinde yayımladı. Jacques Derrida’nın “Ulysses Gramofonu Joyce’ta Evet Söylen(t)isi” adlı yazısı ve ayrıntılı bir kronolojiyle tamamlanan Sanatçının Mektupları merak uyandırıcı elbette, Joyce’u ya da mektup okumayı seven her edebiyat okuru için.
Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair. Joyce’ta yaşamla sanat birbirine siniyor, tüm okların hedefi edebi üretim. Böylece birincil amacını edebiyata yöneltmiş olduğu her mektupta görülüyor. Joyce Dublinliler’dir, Ulysses’tir, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’dir, Finnegans Wake’dir. Bu yüzden de açıksözlülükle, içtenlikle ve dürüstlükle yazdığı mektuplar yazarla eserleri arasındaki bağı aydınlatmak üzere bugünlere ulaşmış değerli bir kaynak. Üstelik elli dokuz yıllık ömrünün kırk yıllık kesitine ışık tutan iki yüze yakın mektup yazarın hayatına biraz olsun sızabilmemizi sağlıyor.
Joyce’un hayatına tanıklık etmek, onu ve eserlerini anlamak adına ayrıntılarla dolu olduğundan, okurken kaydedilecek çok not çıkacaktır. Doğrudan mektuplaştığı ya da dolaylı olarak sözünü ettiği gerçek hayattan kişilerin kimileri aynı zamanda Joyce’un eserlerinde tanıştığımız karakterler. Sonraları İrlanda Senato Üyesi, doktor ve yazar olacak olan Joyce’un sınıf arkadaşı Oliver St. John Gogarty Ulysses’teki Molligan’dır mesela. Joyce, Gogarty’ye Haziran 1904’te gönderdiği mektubu Stephan Dedalus olarak imzalar. Arkadaşı John Rudolph Elwood, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’ndeki Temple’dır. ABD’li gazeteci John Francis Byrne ise Cranly’dir. Babasının arkadaşı, belediyedeki anlaşmazlık sonucu temizlik işlerine sürülen Thomas Devin Ulysses’te de buradaki göreviyle anılır.
Bu kent felcin merkezi
Joyce yirmi yaşından sonra Dublin’den uzaklaşıp mektuplaşmalarını Avrupa’dan sürdürse de, zihninde Dublin’i asla terk etmez. Bu arada 1904’ten 1907’ye kadar Dublinliler’i yazmaktadır. Yalnızca öykülerinde değil, romanlarında da şehir, çürümüşlüğüyle taşıyıcı rol oynayan bir karakterdir. Bazı öykülerinde ahlaki tehditler gören ve değişiklik yapması için baskı yapan yayıncı Grant Richards’a gönderdiği itiraz mektubunda, “Amacım, ülkenin ahlak tarihiyle ilgili bir bölüm yaratmaktı ve Dublin’i seçtim, çünkü bu kent bana felcin merkezi gibi geldi” diye yazar. Üstelik o güne kadar kimse ne o şehirden ne de şehrin insanlarından söz etmiştir. Kardeşi Stannie’ye de şöyle yazar: “Dublin’in binlerce yıl başkent olduğunu ve Britanya İmparatorluğu’nun ‘ikinci’ büyük kenti olduğunu anımsarsan, hiçbir sanatçının onu dünyaya sunmaması garip görünüyor.” Yıllar sonra 1909’da bir süreliğine Dublin’e döndüğünde karısı Nora’ya yazdığı mektupta, “Sevgili aşkım, Dublin beni hasta, hasta, hasta ediyor. Başarısızlık, hınç ve mutsuzluk kenti. Ondan kurtulmaya can atıyorum,” der. Dublin tuhaf bir sevgili olarak uzağında ve yakınında kalacak, kendisini hep “reddedilmiş sürgün” olarak tanımlamayı uygun bulacaktır. Dublinliler’deki on iki öyküyle birlikte, öbür eserlerinin de yazılma süreçlerini başından sonuna takip ediyoruz Sanatçının Mektupları’nda. Öykülere dair ayrıntıları kardeşiyle tartışır, ona araştırılmasını istediği konuları sorar, kopyalar gönderip fikrini alır. Sonraları velinimeti Harriet Shaw Weaver da maddi desteğinin yanında yorumlarıyla da yazara destek olacaktır. Yayımlanma sürecinde karşılaştığı zorlukları, ahlaksızlıkla suçlanan bölümlere itirazını, değişiklik yapması için uygulanan baskıya direnişini günbegün izleriz.
Joyce’un düşünme akışındaki mantığı, gözlemi ve değerlendirme gücündeki netlik, sorgulama yeteneği, dolayısıyla kaderini yönetiş biçimini, açıkyüreklilikle yazdığı mektuplarda görmek olası. Joyce yenilmez insanların izlediği yoldan ilerler, yani asla pes etmez. Kendisine ve yazdıklarına olan inancının tükendiği, isyana sürüklendiği satır sayısı öyle azdır ki. Kızsa, alay etse, söylense de inancından vazgeçmez. İmza JAJ. İmza Jas A Joyce. İmza Jim. İmza Kardinal Diyakozu Vincenzo Vannutelli. İmza Stephen Dedalus. Oysa mektuplarında konuşan yalnızca bir Joyce var. Yaşamının birincil hedefini sanata yönelten, direnen ve her sorunda yeni yöntemlerle farklı yollar açmaya çalışan bir sanatçıdır Joyce. Kasım 1902’de Lady Gregory’ye yazdığı mektupta şöyle der: “… yürüdüğüm yolda başarısız olsam da bu başarısızlığın bir anlamı yok. Kendimi dünya güçlerine karşı sınayacağım. Ruhtaki inanç dışında her şey değişkendir ve bu inanç her şeyi değiştirir, kararsızlığı ışıkla doldurur. Ve yurdumdan inançsız gibi sürülüyormuş görünsem de, henüz benimki gibi inancı olan birine rastlamadım.”
Ne yazık ki boyun eğmek zorunda
Ulysses’i 1915 Martı’nda yazmaya başlar, ancak Şubat 1922’de Paris’te 1000 adet basılır. Dublinliler’i 1905 yılında tamamladıktan sonra, 1914’de Londra’da yayımlanana kadar on beş kez reddedilir. “Kim daha embesil, onlar mı ben mi” diye isyan ettiği de olur. Haksız da değildir. Dublinliler’in yayımlanmasını durduran matbaacıdır. Yayıncı Grant Richards sansürcüyü, İngiliz düşüncesinin barometresi olarak niteler. Joyce mektubunda kimseyi kızdırmadan bir şey yazamayacağını söyleyerek, “Tanrı aşkına matbaacıyı bütün havlamaları kendisinin yapacağı hayaline kapılmaktan kurtarın. …. Onların kalması için mücadele ediyorum, çünkü inanıyorum ki ülkemin ahlak tarihini tam da yazdığım şekilde yazmakla ülkemin ruhsal özgürlüğüne doğru ilk adımı attım.” Ne yazık ki eninde sonunda bazı değişikliklere boyun eğmek zorunda kalacaktır.
Joyce’un analiz yapma ve görme yeteneği Nora’yla olan ilişkilerine de yansır ve mektuplarında çokça ve açıklıkla söz eder. Dünyanın en güzel ve basit ruhu olarak tanımladığı Nora’ya kendisini tamamen teslim eder. Evliliğe karşı olduğu halde 1931’de evlenmiş olmaları özdeki açıklık ve ilişkilerinin doğal akışının taşıdığı bir eylemdir. Ona karşı sorumluluklarında hissettiği eksikliği de anlatır. Dublin’e döndüğü yıllarda Nora ve çocuklar Trieste’de beklerken, Joyce karanlık, ümitsiz hislere kapılır. Yemek yiyemeyecek kadar Dublin’den tiksinmesi, Nora’ya duyduğu özlem olarak yansır mektuplarına. Duyduğu arzuyu tutkuyla yazar.
Mektupları okurken kenara düşülecek notların bir kısmı da bireysel yolcuğumuzda kullanmak üzere cepte taşınacak kılavuz manasında önemli. Ne de olsa Joyce edebiyatın üstadıdır ve onurlu bir insanın temsilidir. Ondan alınacak ders çok.
Özkan Ali Bozdemir, Cumhuriyet Kitap, 9 Mart 2017 Andrew Bennett ve Nicholas Royle, “Şu Edebiyat Denen Şey” adlı kitapta bizi edebiyatın belirsiz dünyası içerisinde gezdiriyor ve bu belirsizlikten çıkabilmenin yollarını ana hatlarıyla gösteriyor. Belirsiz bir edebiyat “Bir edebi metni okurken zihniniz artık sadece sizin olmaktan çıkar. Edebiyat üstüne düşündüğünüzde başka bir zihin, size yabancı düşünceler …
Ayşen Güven, Posta, 4 Kasım 2017 “Okurken huzur bulmak, alışıldık ve güvenli yaşantılarımızı doğrulamak mı istiyoruz yoksa yeni bir deneyim ve anlam mı arıyoruz?” İspanyolca yazan en iyi romancılar arasında gösterilen Carlos Labbé, Türkçeye kazandırılan ilk romanı üzerine bir söyleşide bunu soruyor. Sahiden derdimiz ne? Tür tartışması çaresiz “Loquela-Sayıklama” karşısında. Çünkü edebi türlerin hep beraber dans …
Özlem Akıncı, Birgün Kitap, Ocak 2015 “Suç ve erdem” söz konusu olduğunda, Marquis de Sade’ın Aşkın Suçları’nı yayımladığı 1800 yılından bu yana insanlık yerinde saymıyor olsa da, aldığı yol pek de iç açıcı olmasa gerek. Geçen zaman boyunca iki kavramın devasa hacmi içinde ve insan zihninin karmaşık labirentlerinde biraz daha alt katmanlara inebilmişsek bile, hâlâ 200 …
Esra Yalazan, Ahval, 11 Ocak 2020 Birkaç sene evvel Şilili yazar Alejandro Zambra’nın bir üçleme olarak tasarladığı kitapların sonuncusunu okuduktan sonra (Ağaçların Özel Hayatı) severek yazdığımı hatırlıyorum. Sevdiğim bir kısa roman yazarının denemelerinin, bazı üniversitelerde yaptığı konuşmaların ve bir kaç kısa öyküsünün yer aldığı kitabının Türkçeye çevrildiğini duyunca tereddütle sevindim. Bazen öyle olur. Sevdiğiniz bir yazarla …
Dublin beni hasta ediyor
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 17 Temmuz 2015
Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair.
Notos Kitap, Sanatçının Mektupları adıyla James Joyce’un mektuplarını Klasik Kitaplar dizisinde yayımladı. Jacques Derrida’nın “Ulysses Gramofonu Joyce’ta Evet Söylen(t)isi” adlı yazısı ve ayrıntılı bir kronolojiyle tamamlanan Sanatçının Mektupları merak uyandırıcı elbette, Joyce’u ya da mektup okumayı seven her edebiyat okuru için.
Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair. Joyce’ta yaşamla sanat birbirine siniyor, tüm okların hedefi edebi üretim. Böylece birincil amacını edebiyata yöneltmiş olduğu her mektupta görülüyor. Joyce Dublinliler’dir, Ulysses’tir, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’dir, Finnegans Wake’dir. Bu yüzden de açıksözlülükle, içtenlikle ve dürüstlükle yazdığı mektuplar yazarla eserleri arasındaki bağı aydınlatmak üzere bugünlere ulaşmış değerli bir kaynak. Üstelik elli dokuz yıllık ömrünün kırk yıllık kesitine ışık tutan iki yüze yakın mektup yazarın hayatına biraz olsun sızabilmemizi sağlıyor.
Joyce’un hayatına tanıklık etmek, onu ve eserlerini anlamak adına ayrıntılarla dolu olduğundan, okurken kaydedilecek çok not çıkacaktır. Doğrudan mektuplaştığı ya da dolaylı olarak sözünü ettiği gerçek hayattan kişilerin kimileri aynı zamanda Joyce’un eserlerinde tanıştığımız karakterler. Sonraları İrlanda Senato Üyesi, doktor ve yazar olacak olan Joyce’un sınıf arkadaşı Oliver St. John Gogarty Ulysses’teki Molligan’dır mesela. Joyce, Gogarty’ye Haziran 1904’te gönderdiği mektubu Stephan Dedalus olarak imzalar. Arkadaşı John Rudolph Elwood, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’ndeki Temple’dır. ABD’li gazeteci John Francis Byrne ise Cranly’dir. Babasının arkadaşı, belediyedeki anlaşmazlık sonucu temizlik işlerine sürülen Thomas Devin Ulysses’te de buradaki göreviyle anılır.
Bu kent felcin merkezi
Joyce yirmi yaşından sonra Dublin’den uzaklaşıp mektuplaşmalarını Avrupa’dan sürdürse de, zihninde Dublin’i asla terk etmez. Bu arada 1904’ten 1907’ye kadar Dublinliler’i yazmaktadır. Yalnızca öykülerinde değil, romanlarında da şehir, çürümüşlüğüyle taşıyıcı rol oynayan bir karakterdir. Bazı öykülerinde ahlaki tehditler gören ve değişiklik yapması için baskı yapan yayıncı Grant Richards’a gönderdiği itiraz mektubunda, “Amacım, ülkenin ahlak tarihiyle ilgili bir bölüm yaratmaktı ve Dublin’i seçtim, çünkü bu kent bana felcin merkezi gibi geldi” diye yazar. Üstelik o güne kadar kimse ne o şehirden ne de şehrin insanlarından söz etmiştir. Kardeşi Stannie’ye de şöyle yazar: “Dublin’in binlerce yıl başkent olduğunu ve Britanya İmparatorluğu’nun ‘ikinci’ büyük kenti olduğunu anımsarsan, hiçbir sanatçının onu dünyaya sunmaması garip görünüyor.” Yıllar sonra 1909’da bir süreliğine Dublin’e döndüğünde karısı Nora’ya yazdığı mektupta, “Sevgili aşkım, Dublin beni hasta, hasta, hasta ediyor. Başarısızlık, hınç ve mutsuzluk kenti. Ondan kurtulmaya can atıyorum,” der. Dublin tuhaf bir sevgili olarak uzağında ve yakınında kalacak, kendisini hep “reddedilmiş sürgün” olarak tanımlamayı uygun bulacaktır. Dublinliler’deki on iki öyküyle birlikte, öbür eserlerinin de yazılma süreçlerini başından sonuna takip ediyoruz Sanatçının Mektupları’nda. Öykülere dair ayrıntıları kardeşiyle tartışır, ona araştırılmasını istediği konuları sorar, kopyalar gönderip fikrini alır. Sonraları velinimeti Harriet Shaw Weaver da maddi desteğinin yanında yorumlarıyla da yazara destek olacaktır. Yayımlanma sürecinde karşılaştığı zorlukları, ahlaksızlıkla suçlanan bölümlere itirazını, değişiklik yapması için uygulanan baskıya direnişini günbegün izleriz.
Joyce’un düşünme akışındaki mantığı, gözlemi ve değerlendirme gücündeki netlik, sorgulama yeteneği, dolayısıyla kaderini yönetiş biçimini, açıkyüreklilikle yazdığı mektuplarda görmek olası. Joyce yenilmez insanların izlediği yoldan ilerler, yani asla pes etmez. Kendisine ve yazdıklarına olan inancının tükendiği, isyana sürüklendiği satır sayısı öyle azdır ki. Kızsa, alay etse, söylense de inancından vazgeçmez. İmza JAJ. İmza Jas A Joyce. İmza Jim. İmza Kardinal Diyakozu Vincenzo Vannutelli. İmza Stephen Dedalus. Oysa mektuplarında konuşan yalnızca bir Joyce var. Yaşamının birincil hedefini sanata yönelten, direnen ve her sorunda yeni yöntemlerle farklı yollar açmaya çalışan bir sanatçıdır Joyce. Kasım 1902’de Lady Gregory’ye yazdığı mektupta şöyle der: “… yürüdüğüm yolda başarısız olsam da bu başarısızlığın bir anlamı yok. Kendimi dünya güçlerine karşı sınayacağım. Ruhtaki inanç dışında her şey değişkendir ve bu inanç her şeyi değiştirir, kararsızlığı ışıkla doldurur. Ve yurdumdan inançsız gibi sürülüyormuş görünsem de, henüz benimki gibi inancı olan birine rastlamadım.”
Ne yazık ki boyun eğmek zorunda
Ulysses’i 1915 Martı’nda yazmaya başlar, ancak Şubat 1922’de Paris’te 1000 adet basılır. Dublinliler’i 1905 yılında tamamladıktan sonra, 1914’de Londra’da yayımlanana kadar on beş kez reddedilir. “Kim daha embesil, onlar mı ben mi” diye isyan ettiği de olur. Haksız da değildir. Dublinliler’in yayımlanmasını durduran matbaacıdır. Yayıncı Grant Richards sansürcüyü, İngiliz düşüncesinin barometresi olarak niteler. Joyce mektubunda kimseyi kızdırmadan bir şey yazamayacağını söyleyerek, “Tanrı aşkına matbaacıyı bütün havlamaları kendisinin yapacağı hayaline kapılmaktan kurtarın. …. Onların kalması için mücadele ediyorum, çünkü inanıyorum ki ülkemin ahlak tarihini tam da yazdığım şekilde yazmakla ülkemin ruhsal özgürlüğüne doğru ilk adımı attım.” Ne yazık ki eninde sonunda bazı değişikliklere boyun eğmek zorunda kalacaktır.
Joyce’un analiz yapma ve görme yeteneği Nora’yla olan ilişkilerine de yansır ve mektuplarında çokça ve açıklıkla söz eder. Dünyanın en güzel ve basit ruhu olarak tanımladığı Nora’ya kendisini tamamen teslim eder. Evliliğe karşı olduğu halde 1931’de evlenmiş olmaları özdeki açıklık ve ilişkilerinin doğal akışının taşıdığı bir eylemdir. Ona karşı sorumluluklarında hissettiği eksikliği de anlatır. Dublin’e döndüğü yıllarda Nora ve çocuklar Trieste’de beklerken, Joyce karanlık, ümitsiz hislere kapılır. Yemek yiyemeyecek kadar Dublin’den tiksinmesi, Nora’ya duyduğu özlem olarak yansır mektuplarına. Duyduğu arzuyu tutkuyla yazar.
Mektupları okurken kenara düşülecek notların bir kısmı da bireysel yolcuğumuzda kullanmak üzere cepte taşınacak kılavuz manasında önemli. Ne de olsa Joyce edebiyatın üstadıdır ve onurlu bir insanın temsilidir. Ondan alınacak ders çok.
İlgili Yazılar
Andrew Bennet ve Nicholas Royle’dan ‘Şu Edebiyat Denen Şey’
Özkan Ali Bozdemir, Cumhuriyet Kitap, 9 Mart 2017 Andrew Bennett ve Nicholas Royle, “Şu Edebiyat Denen Şey” adlı kitapta bizi edebiyatın belirsiz dünyası içerisinde gezdiriyor ve bu belirsizlikten çıkabilmenin yollarını ana hatlarıyla gösteriyor. Belirsiz bir edebiyat “Bir edebi metni okurken zihniniz artık sadece sizin olmaktan çıkar. Edebiyat üstüne düşündüğünüzde başka bir zihin, size yabancı düşünceler …
Sayıklayan kim?
Ayşen Güven, Posta, 4 Kasım 2017 “Okurken huzur bulmak, alışıldık ve güvenli yaşantılarımızı doğrulamak mı istiyoruz yoksa yeni bir deneyim ve anlam mı arıyoruz?” İspanyolca yazan en iyi romancılar arasında gösterilen Carlos Labbé, Türkçeye kazandırılan ilk romanı üzerine bir söyleşide bunu soruyor. Sahiden derdimiz ne? Tür tartışması çaresiz “Loquela-Sayıklama” karşısında. Çünkü edebi türlerin hep beraber dans …
“Bil ki, burada karşılaştığın iflah olmayacak kendi benliğindir.”
Özlem Akıncı, Birgün Kitap, Ocak 2015 “Suç ve erdem” söz konusu olduğunda, Marquis de Sade’ın Aşkın Suçları’nı yayımladığı 1800 yılından bu yana insanlık yerinde saymıyor olsa da, aldığı yol pek de iç açıcı olmasa gerek. Geçen zaman boyunca iki kavramın devasa hacmi içinde ve insan zihninin karmaşık labirentlerinde biraz daha alt katmanlara inebilmişsek bile, hâlâ 200 …
Zambra’nın ‘Serbest Kürsü’sü ve edebiyatın özgürlüğü
Esra Yalazan, Ahval, 11 Ocak 2020 Birkaç sene evvel Şilili yazar Alejandro Zambra’nın bir üçleme olarak tasarladığı kitapların sonuncusunu okuduktan sonra (Ağaçların Özel Hayatı) severek yazdığımı hatırlıyorum. Sevdiğim bir kısa roman yazarının denemelerinin, bazı üniversitelerde yaptığı konuşmaların ve bir kaç kısa öyküsünün yer aldığı kitabının Türkçeye çevrildiğini duyunca tereddütle sevindim. Bazen öyle olur. Sevdiğiniz bir yazarla …