Çağatay Yılmaz’ın ilk öykü kitabı Bizi Buraya Getiren Şeyler, Ağustos 2020’de okuyucusuyla buluştu. Öyküler yolda olma, yolculuk halleriyle yer değiştirme, başkalaşma etrafında dolanıyor. Aristoteles, “Dört çeşit hareket var: Yer değiştirme, başkalaşma, azalma ve çoğalma.” der. Yılmaz da öykülerinde sürekli bir hareketi merkezine alarak yer değiştiren, başkalaşan, birçok kez azalan ve bazen çoğalan karakterlerle tanıştırıyor bizi. Sevgili Çağatay Yılmaz’la Bizi Buraya Getiren Şeyleri ve dahasını konuştuk.
Bizi Buraya Getiren Şeyler on iki öyküden oluşuyor. Öykülerde olaylar ve karakterler farklılık gösterse de hemen hemen hepsinde bir yol, yolculuk, yer değiştirme, doğaya yöneliş halleri var ve her öykünün bir yerlerinde bizleri buraya getiren oluşla karşı karşıya kalıyoruz. Bizi Buraya Getiren Şeyler’in yolculuğuyla ilgili neler söylemek istersin?
Her yola çıkışın başka başka nedenleri var. Bu, yer değiştirmeye karar verdiğimizde de öyle, yüzümüzü doğaya döndüğümüzde de. Eylemi “bir neden” başlatır, sonrasında tamamlanır ya da tamamlanamaz, bunun öyküyü ilgilendiren bir yönü yok ama yaşanan süreç bizatihi öykünün kendisi. Ben de, onu ya da onları‘buraya getiren şeyler’ ve ‘buradan öteye götürecek öteki şeyler’le ilgileniyorum. Aslında formüle etmek gibi de; varılan noktayı gerekçelendirmek için kurduğumuz cümlenin bir bölümünü oluşturan, uzun uzun anlatmak yerine onu özetleyen bir deyiş aynı zamanda.
Öykülerimi son beş yılda yazdıklarım içinden seçtim, ortak noktalar var ama karakter ve olay örgüleri farklı. Özellikle anlatıcı seslerinin birbirinden ayrışması ve karakterlerin birbirine yakın olmasından uzak durmaya çalıştım.
Öyküler genelinde sakin bir anlatı varken aynı zamanda meraklandırmayı da başarıyorsun. Okuyucuya bir mesafe koyuyorsun ama anı zamanda öyküye dahil de edebiliyorsun. Bir kamerayla olayları izliyoruz adeta. Bu sakin ama güçlü, mesafeli ama sadık anlatıyı konuşmak isterim.
Sakin anlatmak kasıtla yaptığım bir şey değil, anlatış biçimim böyle. Anlatımda olayla arada mesafe olması öykünün sağlığı açısından önemli, dışarıdan böyle göründüğüme sevindim. Buna karşın okuyucuyu bir mesafede tutmak gibi bir çabam yok, yazmak tek başına yeterince karmaşık zaten.
Bitmiş bir metnin hak edişlerinde en büyük paylardan birini kurmacanın alması gerektiğine inanırım, sağlam olan o olmalı, kalan şeyler onu ete kemiğe büründürmek, bir gerçekliği inandırıcı kılmak. Buna söz işçiliği de diyebiliriz.
Yazarken soğukkanlılığımı koruyabilenlerdenim galiba. Konunun planlarını kurmaca aşamasında belirliyorum, öykü akışına ve mekâna ait basit çizimlerle birlikte casting planlamamı da yapıyorum. Bunlardan emin olduktan sonra olay yaşamaya başlıyor, ben de bir steadicam’la yanlarında yürüyüp kaydediyorum -çokça prova çekimi ve gereken değişiklikleri yapıyorum tabii ki. Bu söylediklerim zihnimdeki sahneleri aktarabilmem için öncelikle olayı kendime yaşatma biçimim, bir temenni de aynı zamanda, buna ne kadar sadık kaldığım eleştirmenlerle okuyucuların takdiri.
Akvaryumöyküne, “Kurtulmak için sesini duyurmaktan başka çaresi yok, birilerinin onu sıkıştığı bu yerden çıkarması gerekiyor.” diyerek başlıyorsun. Ardından da tehlike içinde olan, ölüye yani babasına sarılmış ne yapacağını bilemeyen, ikilem içinde kalan bir karakterle karşılaştırıyorsun bizi. Bu öykündeki sıkıştığı yerden kurtulan ama sonrasında kendi canıyla babasının ölüsü arasında sıkışan karakteri konuşmak ve tabii bir de insanı sıkıştığı yerlerden yine insan mı kurtarır? diye de sormak isterim.
İnsan, ister kendi çabasıyla kurtulsun, ister başka birisi onu kurtarsın, önemli olan hemen öncesinde yaşadığı sıkışmışlık hissi, çabanın başladığı nokta orası. Doğanın tam içindeyken ona üstünlük sağlayan donanımlar elinden uçup gitmişse, canını kaybetmek korkusuna kapılmışsa, düşünceleri, davranışları kontrol edemeyeceği biçimde onu ele geçirmişse, kimin ya da neyin onu kurtaracağını önemsemez. Çünkü içten ve dıştan kuşatma altındadır. İnsan, katmanlarıyla kendisini savunan, korunaklı bir varlık. O aşamada ilkel benliği kişiden bağımsız bütün becerilerini ortaya koyar, kendini canlı tutabilmek adına benliği aşar. Öyküde, tabuta sığınmak isteyen ilkel benliğiyle babasına sarılı kalan benliği arasında duraklayan karakter, bir an için kendisini bir çağrışımla karşılaştırma eyleminin eşiğinde bulur. Bu öyküyü zihnimde böyle canlandırdım.
Alışkanlık öyküsü de sıkışmışlığın bir başka hali. Hasta, yatalak karısıyla akan hayatın, geçmiş anılar ve güzel günlerle şimdiki yaşadığı bilinmezliğin, sıkılmışlığın arasına sıkışmış bir karakterle tanıştırıyorsun okuyucuyu. “Birlikte geçirdiğimiz yılların üstü başka şeylerle örtülürken…” ne güzel, ne yerinde bir anlatım. Gerçekten de insanın yaşadığı iyi ya da kötü şeylerin üstü mutlaka başka şeylerle örtülüyor. Peki öyküdeki karakter alışkanlığının üstünü neyle örttü?
Alışkanlıklar hayatımızda düşündüğümüzden daha çok yer kaplıyor, irademizle karar aldığımızı sandığımız o kadar çok şey var ki. O alışkanlığın var ettiği şeyler ortadan kalktığında ya da yönelttiğimiz soruya cevap veremediğinde yük olmaktan başkaca bir anlamı kalmıyor, ölü şeylere dönüşüyorlar.
“Üstünün örtülmesi” edilgen bir durum; örtücülüğü olan o güce seyirci kalmak, bağlı olarak çaresizliği ortaya çıkarıyor ki, çok daha güçlü bir edime dönüşüyor. “Üstünü örtmek” ise etkin olma durumu, üstesinden gelebilme, bir karar alma ânı. Adam ancak gördüğü rüyanın etkisiyle endişelerinden, ölüm korkusundan sıyrıldığında üstünü örten şeylere karşılık verebiliyor.
Çatal Oyunu öyküsü avcılık, gerilim, mesafeli baba ve oğullar ilişkisi üzerine kurulu. “Korkunun ürettiği endişeyi bastırsa da tutunma ihtiyacı bir gerçek. Babam karısını kaybedip sendelediğinde abimle bana tutunabildi, abim Vera’ya tutunabiliyor.” dan sonra “Ben sendelersem neye tutunacağımı pek kestiremiyorum.” diyor öykü karakteri. Tutunma mutlak bir ihtiyaç mı?
Tutunmak görece bir şey, mutlak bir ihtiyaç değil, karakter bunu irdeliyor zaten. Buradaki tutunmayı bir aile ya da bir beraberlik kavramıyla ilişkilendiriyor, bunu sorguluyor, kendisiyle kıyaslıyor. Çevresinde yaşananlardan kendisinin anlamlandırabileceği bir kesit bulmaya ve onu tanımlamaya çalışıyor. Ama henüz değerleri geçişken olduğu için bunu yapamıyor, kendisine dönüyor o zaman; kendi gücüyle, becerisiyle yapıp sonuç aldığı şeyleri devam ettirme kararı alıyor, adeta kendisine bir tavsiyede bulunuyor. Alıntıladığın cümlenin öncesinde karakterin düşündüğü gibi aslında; “İnsan karanlıkta basabileceği bir yer bulup emin olduğunda yeryüzündeki tek doğru noktayı bulmuş gibi oluyor, sonraki adımlarında da doğru noktalar arıyor, art arda bulup bunu tekrarladığında çevresindeki bilinmezlik aklından çıkmaya başlıyor, hızlanıyor ama düşme korkusunun, aklının bir yerlerinde saklı durduğunu hissediyor.”
Boşluk öyküsü aslında isminden de anlaşılacağı gibi bir boşluğa dökülme hikâyesi. Bu boşluk dediğimiz şey nedir, nerededir?
Boşluk bir his; ele gelen bir şey olmasa da, ölçüp biçemesek de kendisini sürekli hissettiren, örtülebilir ama kapatılamaz bir şey. Ve zihnimizin içinde duran, rızamızla içine çekildiğimiz derinlik. Gözümün önüne, sonu olmayan uçurum, çatısı olmayan yükseklik, ufkun varılamazlığı geliyor. Hayatımıza giren birisi ya da bir şey, ona sağladığımız sınırsızlık olanağıyla günbegün açıp genişlettiği yerinden bir nedenle çekildiğinde oluşacak heyelanı hayal etmeye çalışmak bile çok güç. Canlı birisi olduğu gibi cansız da olabilir bu, içimizde yer etmiş olması yeterli. Etkisini büyüklüğünden alan, bizi yutabilecek, konu etmeye değer bir boşluktan söz ediyorum tabii ki.
Yıllardır öyküye, edebiyata emek verdiğini bilenlerdenim. Bizi Buraya Getiren Şeyler’in yolculuğu boyunca sana kimler, neler, hangi kitaplar eşlik etti?
Geçen beş yılın öncesinde, biri masal formunda tekerlemelerden, öteki şiirden oluşan iki dosya hazırlamıştım. Okutma şansı bulduğum iki ustadan olumlu eleştiriler de almıştım ama aklım hep öyküde kaldı. O yönde ilerleyebilmek için yaratıcı yazarlık atölyesine katıldım. Belirgin bir biçimde okuma tercihim ve yazma biçimimi değiştirdim. Bunda en büyük pay Semih Gümüş kaptanlığındaki Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’nin.
Tabii ki şiir, roman, oyun okuyorum ama son beş yılda okuduğum kitapların çoğunluğunu öykü kitapları oluşturuyor, hâlâ da öyle. O kadar iyi öykü yazarları var ki, adlarını ve kitaplarını saymaya kalkışmak listeyi eksik bırakır.
Demet, hazırladığın sorular için sana teşekkür etmek isterim. Çok teşekkürler.
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 26 Ağustos 2016 Şilili Alejandro Zambra yeni kuşakların en parlak yazarlarından birisi olarak görülüyor. Yakın gelecekte dünya edebiyatının en çok konuşulan yazarlarından birisi olacağını sanıyorum. ‘Belgelerim’ sıra dışı bir öykü kitabı. Alejandro Zambra, Şilili bu genç yazar çoktandır gözümde bir büyücünün yerini aldı. Onun yazdıklarını okumak, edebiyatın bizde öteden beri bilinegelen …
Ersin Çelik, Birgün Kitap, Şubat 2013 Erken Dönem Alman Romantikleri’nde Antik Yunan’a bir dönüş çabası vardır. Devlet-birey, özne-nesne karşıtlıklarının olmadığı, mutlu birliğin sağlanmış olduğu bu döneme özlem Hölderlin’in Şiir ve Tragedya Kuramı adlı kitabındaki görüşlerinde irdelenmiştir. Yaşadığı dönemde önemsenmeyen hatta küçümsenen Hölderlin’e ait bu metinler, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir bütün haline getirilip incelenmiştir. Örneğin …
Şenay Eroğlu Aksoy, Birgün Kitap, Kasım 2013 Alejandro Zambra’nın Türkçe’deki ikinci kitabı “Eve Dönmenin Yolları” Latin Amerika Edebiyatı’nın yenilikçi örneklerinden. 1975 Şili doğumlu yazar derinlikli gözlem gücüne dayalı aforizmalar ve duru bir anlatımla kuruyor romanını. Zambra’nın kalemindeki şaşırtıcı yanlardan biri, çoğu yetişkinin kaybetmiş olduğu çocuk bakışını, yenilikçi bir tutumla romanına sindirmiş olması. İnsanoğlunun, izlerini geriye …
Ömer Erdem, Radikal Kitap, 5 Ağustos 2016 Tenten edebiyat olarak kabul edilir mi? Tom McCarthy, ‘Tenten ve Edebiyatın Gizemi’nde 20. yüzyılın en popüler çizgi karakterini felsefeden edebiyata derinlemesine inceliyor. Gerçek ismi Georges Remi olan ve tıpkı sanatında(!) yaptığı gibi ‘bir örtme ve yeniden yazma edimiyle’ Herge kimliğine bürünen fakat böylelikle bir kez daha saklanan Tenten …
Çağatay Yılmaz’ın ilk öykü kitabı “Bizi Buraya Getiren Şeyler” (Söyleşi)
Demet Aksu, Kitap Eki, 24 Mart 2021
Çağatay Yılmaz’ın ilk öykü kitabı Bizi Buraya Getiren Şeyler, Ağustos 2020’de okuyucusuyla buluştu. Öyküler yolda olma, yolculuk halleriyle yer değiştirme, başkalaşma etrafında dolanıyor. Aristoteles, “Dört çeşit hareket var: Yer değiştirme, başkalaşma, azalma ve çoğalma.” der. Yılmaz da öykülerinde sürekli bir hareketi merkezine alarak yer değiştiren, başkalaşan, birçok kez azalan ve bazen çoğalan karakterlerle tanıştırıyor bizi. Sevgili Çağatay Yılmaz’la Bizi Buraya Getiren Şeyleri ve dahasını konuştuk.
Her yola çıkışın başka başka nedenleri var. Bu, yer değiştirmeye karar verdiğimizde de öyle, yüzümüzü doğaya döndüğümüzde de. Eylemi “bir neden” başlatır, sonrasında tamamlanır ya da tamamlanamaz, bunun öyküyü ilgilendiren bir yönü yok ama yaşanan süreç bizatihi öykünün kendisi. Ben de, onu ya da onları ‘buraya getiren şeyler’ ve ‘buradan öteye götürecek öteki şeyler’le ilgileniyorum. Aslında formüle etmek gibi de; varılan noktayı gerekçelendirmek için kurduğumuz cümlenin bir bölümünü oluşturan, uzun uzun anlatmak yerine onu özetleyen bir deyiş aynı zamanda.
Öykülerimi son beş yılda yazdıklarım içinden seçtim, ortak noktalar var ama karakter ve olay örgüleri farklı. Özellikle anlatıcı seslerinin birbirinden ayrışması ve karakterlerin birbirine yakın olmasından uzak durmaya çalıştım.
Sakin anlatmak kasıtla yaptığım bir şey değil, anlatış biçimim böyle. Anlatımda olayla arada mesafe olması öykünün sağlığı açısından önemli, dışarıdan böyle göründüğüme sevindim. Buna karşın okuyucuyu bir mesafede tutmak gibi bir çabam yok, yazmak tek başına yeterince karmaşık zaten.
Bitmiş bir metnin hak edişlerinde en büyük paylardan birini kurmacanın alması gerektiğine inanırım, sağlam olan o olmalı, kalan şeyler onu ete kemiğe büründürmek, bir gerçekliği inandırıcı kılmak. Buna söz işçiliği de diyebiliriz.
Yazarken soğukkanlılığımı koruyabilenlerdenim galiba. Konunun planlarını kurmaca aşamasında belirliyorum, öykü akışına ve mekâna ait basit çizimlerle birlikte casting planlamamı da yapıyorum. Bunlardan emin olduktan sonra olay yaşamaya başlıyor, ben de bir steadicam’la yanlarında yürüyüp kaydediyorum -çokça prova çekimi ve gereken değişiklikleri yapıyorum tabii ki. Bu söylediklerim zihnimdeki sahneleri aktarabilmem için öncelikle olayı kendime yaşatma biçimim, bir temenni de aynı zamanda, buna ne kadar sadık kaldığım eleştirmenlerle okuyucuların takdiri.
İnsan, ister kendi çabasıyla kurtulsun, ister başka birisi onu kurtarsın, önemli olan hemen öncesinde yaşadığı sıkışmışlık hissi, çabanın başladığı nokta orası. Doğanın tam içindeyken ona üstünlük sağlayan donanımlar elinden uçup gitmişse, canını kaybetmek korkusuna kapılmışsa, düşünceleri, davranışları kontrol edemeyeceği biçimde onu ele geçirmişse, kimin ya da neyin onu kurtaracağını önemsemez. Çünkü içten ve dıştan kuşatma altındadır. İnsan, katmanlarıyla kendisini savunan, korunaklı bir varlık. O aşamada ilkel benliği kişiden bağımsız bütün becerilerini ortaya koyar, kendini canlı tutabilmek adına benliği aşar. Öyküde, tabuta sığınmak isteyen ilkel benliğiyle babasına sarılı kalan benliği arasında duraklayan karakter, bir an için kendisini bir çağrışımla karşılaştırma eyleminin eşiğinde bulur. Bu öyküyü zihnimde böyle canlandırdım.
Alışkanlıklar hayatımızda düşündüğümüzden daha çok yer kaplıyor, irademizle karar aldığımızı sandığımız o kadar çok şey var ki. O alışkanlığın var ettiği şeyler ortadan kalktığında ya da yönelttiğimiz soruya cevap veremediğinde yük olmaktan başkaca bir anlamı kalmıyor, ölü şeylere dönüşüyorlar.
“Üstünün örtülmesi” edilgen bir durum; örtücülüğü olan o güce seyirci kalmak, bağlı olarak çaresizliği ortaya çıkarıyor ki, çok daha güçlü bir edime dönüşüyor. “Üstünü örtmek” ise etkin olma durumu, üstesinden gelebilme, bir karar alma ânı. Adam ancak gördüğü rüyanın etkisiyle endişelerinden, ölüm korkusundan sıyrıldığında üstünü örten şeylere karşılık verebiliyor.
Tutunmak görece bir şey, mutlak bir ihtiyaç değil, karakter bunu irdeliyor zaten. Buradaki tutunmayı bir aile ya da bir beraberlik kavramıyla ilişkilendiriyor, bunu sorguluyor, kendisiyle kıyaslıyor. Çevresinde yaşananlardan kendisinin anlamlandırabileceği bir kesit bulmaya ve onu tanımlamaya çalışıyor. Ama henüz değerleri geçişken olduğu için bunu yapamıyor, kendisine dönüyor o zaman; kendi gücüyle, becerisiyle yapıp sonuç aldığı şeyleri devam ettirme kararı alıyor, adeta kendisine bir tavsiyede bulunuyor. Alıntıladığın cümlenin öncesinde karakterin düşündüğü gibi aslında; “İnsan karanlıkta basabileceği bir yer bulup emin olduğunda yeryüzündeki tek doğru noktayı bulmuş gibi oluyor, sonraki adımlarında da doğru noktalar arıyor, art arda bulup bunu tekrarladığında çevresindeki bilinmezlik aklından çıkmaya başlıyor, hızlanıyor ama düşme korkusunun, aklının bir yerlerinde saklı durduğunu hissediyor.”
Boşluk bir his; ele gelen bir şey olmasa da, ölçüp biçemesek de kendisini sürekli hissettiren, örtülebilir ama kapatılamaz bir şey. Ve zihnimizin içinde duran, rızamızla içine çekildiğimiz derinlik. Gözümün önüne, sonu olmayan uçurum, çatısı olmayan yükseklik, ufkun varılamazlığı geliyor. Hayatımıza giren birisi ya da bir şey, ona sağladığımız sınırsızlık olanağıyla günbegün açıp genişlettiği yerinden bir nedenle çekildiğinde oluşacak heyelanı hayal etmeye çalışmak bile çok güç. Canlı birisi olduğu gibi cansız da olabilir bu, içimizde yer etmiş olması yeterli. Etkisini büyüklüğünden alan, bizi yutabilecek, konu etmeye değer bir boşluktan söz ediyorum tabii ki.
Geçen beş yılın öncesinde, biri masal formunda tekerlemelerden, öteki şiirden oluşan iki dosya hazırlamıştım. Okutma şansı bulduğum iki ustadan olumlu eleştiriler de almıştım ama aklım hep öyküde kaldı. O yönde ilerleyebilmek için yaratıcı yazarlık atölyesine katıldım. Belirgin bir biçimde okuma tercihim ve yazma biçimimi değiştirdim. Bunda en büyük pay Semih Gümüş kaptanlığındaki Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’nin.
Tabii ki şiir, roman, oyun okuyorum ama son beş yılda okuduğum kitapların çoğunluğunu öykü kitapları oluşturuyor, hâlâ da öyle. O kadar iyi öykü yazarları var ki, adlarını ve kitaplarını saymaya kalkışmak listeyi eksik bırakır.
Demet, hazırladığın sorular için sana teşekkür etmek isterim. Çok teşekkürler.
İlgili Yazılar
Çok konuşulacak bir yazar
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 26 Ağustos 2016 Şilili Alejandro Zambra yeni kuşakların en parlak yazarlarından birisi olarak görülüyor. Yakın gelecekte dünya edebiyatının en çok konuşulan yazarlarından birisi olacağını sanıyorum. ‘Belgelerim’ sıra dışı bir öykü kitabı. Alejandro Zambra, Şilili bu genç yazar çoktandır gözümde bir büyücünün yerini aldı. Onun yazdıklarını okumak, edebiyatın bizde öteden beri bilinegelen …
Hölderlin ve Tragedya
Ersin Çelik, Birgün Kitap, Şubat 2013 Erken Dönem Alman Romantikleri’nde Antik Yunan’a bir dönüş çabası vardır. Devlet-birey, özne-nesne karşıtlıklarının olmadığı, mutlu birliğin sağlanmış olduğu bu döneme özlem Hölderlin’in Şiir ve Tragedya Kuramı adlı kitabındaki görüşlerinde irdelenmiştir. Yaşadığı dönemde önemsenmeyen hatta küçümsenen Hölderlin’e ait bu metinler, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir bütün haline getirilip incelenmiştir. Örneğin …
Çocuk Gözüyle Diktatörlük
Şenay Eroğlu Aksoy, Birgün Kitap, Kasım 2013 Alejandro Zambra’nın Türkçe’deki ikinci kitabı “Eve Dönmenin Yolları” Latin Amerika Edebiyatı’nın yenilikçi örneklerinden. 1975 Şili doğumlu yazar derinlikli gözlem gücüne dayalı aforizmalar ve duru bir anlatımla kuruyor romanını. Zambra’nın kalemindeki şaşırtıcı yanlardan biri, çoğu yetişkinin kaybetmiş olduğu çocuk bakışını, yenilikçi bir tutumla romanına sindirmiş olması. İnsanoğlunun, izlerini geriye …
Tenten ve gizemi
Ömer Erdem, Radikal Kitap, 5 Ağustos 2016 Tenten edebiyat olarak kabul edilir mi? Tom McCarthy, ‘Tenten ve Edebiyatın Gizemi’nde 20. yüzyılın en popüler çizgi karakterini felsefeden edebiyata derinlemesine inceliyor. Gerçek ismi Georges Remi olan ve tıpkı sanatında(!) yaptığı gibi ‘bir örtme ve yeniden yazma edimiyle’ Herge kimliğine bürünen fakat böylelikle bir kez daha saklanan Tenten …