Sadece bir an bile yüzlerce şekilde anlatılabilir. Başımıza gelen ufacık bir olayı anlatırken önce kendimizden, sonra da anlattığımız her insandan ayrı ayrı etkileniriz. Her defasında değişir hikâye. İnsan anlattıkça alışır yaşadığına. Acıyı sağaltmanın, öfkeyi azaltmanın en güzel yollarından biridir anlatmak. Yazma halinde ise başka bir şeye bürünür yaşanan ve anlatılan. Yazan, ânın büyüsünü okuyana geçirmeyi istediği için anlatı kelimeler ve noktalama işaretleriyle süsler anlatıyı. Okuduğunuz öykü sizi bir dağ başına çıkarabilir ya da ansızın yerin altına çekebilir. Bazı kitapların hazmedilmesi ise zaman alır.
“Bonzai”, “Eve Dönmenin Yolları” ve “Ağaçların Özel Hayatı” isimleriyle Türkçeye çevrilen romanlarıyla daha önce okurunu yine böyle bir derinlikte dolaştıran ve adından övgüyle bahsettiren Latin Amerikalı şair ve roman yazarı Alejandro Zambra’nın ilk öykü kitabı “Belgelerim”, insanda olanı biteni sakince anlatma-anlatabilme arzusu uyandırıyor. Yaşananın yaşandığı gibi değil anıldığı gibi olan halinin, aslında o kadar da kocaman olmadığını gösteriyor insana. Zambra okuruna adeta kendine acımaktan vazgeçmeyi hayal ettiriyor. Daha önceki kitaplarında olduğu gibi bu öykülerde de hızlı yaşananın sakince anlatılabileceğine ve sükûnetin içerisinde her şeyin daha kolay anlaşılabileceğine inandırıyor insanı. Durup geçmişe bakmanın acıdan başka bir şeyler, mesela haz verebileceğini de gösteriyor.
Dört-beş yaşlarında bir çocukla karşılıyor okurunu Zambra ilk öyküsünde. Çocuk, bilgisayarın eve ilk gelişinden, nasıl göründüğünden ve evde değiştirdiği şeylerden bahsediyor. Daktilo ve bilgisayar arasında gidip geliyor. Klasik ve romantik olan arasında çağa uygun ve her an gelişen bir makinenin yolculuğundan bahsediyor. Derken çocuk, öykünün içerisinde yavaş yavaş büyüyor; büyürken anlattıklarını artık acı çekmeksizin anlatmayı öğreniyor, edebiyata inanmaya başlıyor. Babasını bir bilgisayar, annesini bir daktilo olarak tarif ediyor. Bir zamanlar boş bir defter olarak gördüğü kendisini ise bir kitaba dönüştürüyor kurgusunda.
Kitaptaki öyküler, Zambra’nın bilgisayarının belgelerim klasörünün içerisinde duran hikâyeler. Belgeler klasörüne bir zaman önce kaydedilmiş, sonra da unutulmuş bir dizi hikâyeyi gün yüzüne çıkartıyor Zambra. Zamanı gelince tozu alınan kitapların altı çizili satırlarına tekrar bakmak gibi bir his uyandırıyor insanda “Belgelerim”. Zamanla unutulan ve anlatmaktan vazgeçilen hikâyelerin tekrar hatırlanması gibi.
1975 yılında doğan Zambra’nın ilk öyküsünün başında 1980’lerde yaşayan bir çocuktan bahsetmesi ve öykülerin birbirleriyle ilişkili olduğu düşünülünce Zambra’nın otobiyografisini ya da anılarını okuduğunuz hissine kapılabilirsiniz. Ama kitapta bununla ilgili net bir bilgi bulunmuyor. Sürekli ben dilinde anlatılan hikâyeler kurgu ile gerçeklik arasında gidip gelmenize neden oluyor. Öykülerini süslü cümlelerle anlatmak yerine, kelimede hafif manada ağır ağlar örüyor Zambra.
“Camilo” öyküsüyle her evde sevilen ama o eve ait olmayan ve erkenden giden bir adamın öyküsünü anlatıyor. Genç bir erkeğin hayat tecrübelerini ve bazı denemelerin hep başarısızlıkla sonlanmasını okuyoruz. Sonra ilk kişisel bilgisayarına ancak 2000’li yıllarda sahip olabilen genç bir adamın hayatına misafir ediyor bizi yazar. Ruhsuz bir makinenin nasıl hayatın bir parçası olduğunu ve ondan nasıl vazgeçilebildiğini anlatıyor. “Doğru mu Yanlış mı?” adlı öyküsüyle ev kavramıyla uğraşmanıza sebep oluyor. Bazı şeylerin ısrarla orada, yani evde durması gerektiğinden bahsediyor; kişisel inatların insanların kendi boylarını aştığında gelen yalnızlıktan ve ilhamdan.
“Uzak Mesafe”, edebiyat okuru olan ancak edebiyat dışındaki çeşitli işlerde çalışan başka bir erkeğin hayatının belli bir zamanına odaklanıyor. “Ulusal Enstitü” öyküsünde bir dönemin eğitim sistemini ve siyasal durumlarını ağır bir argoyla eleştiriyor Zambra. Sonrasında iyi sigara içen bir adamın sigarayı bırakmaya çalışırken yaşadığı hallere tanıklık ediyorsunuz.
Kendi içerisinde üç bölüme ayrılan öykülerin son bölümü “Teşekkürler” adlı hikâyeyle başlıyor. Birbirlerinin hayatlarındaki karşılıkları belli belirsiz ama her şeyi beraber yapmaya başlayan bir kadın ile erkeğin başına gelen yarı trajik yarı fantastik bir hikâye bu. Sonra kendi etrafında dönüp dururken kendini bulamayan bir Şililiden bahsediyor yazar. Ardından bir ailenin hayatına biraz kuşbakışı, biraz içeriden bakıyor; kapısı kapanınca her şeyin içerde kaldığı evlerden birinde herkesin nasıl da kendi içine kapanıverdiğini anlatıyor. Ve son olarak “Hafıza Yoklaması”yla hafızayla arasındaki ilişkiyi ve anlatma arzusunun başladığı noktayı açıyor bize.
“Belgelerim”de Zambra’nın bir öyküyü nasıl yazdığına da şahit oluyorsunuz. Bir anlatan bir yazan kısmına yerleştiriyor kendini; tam gerçek olduğunu düşünecekken her şeyin aslında bir kurmaca olduğunu söyleyebiliyor size. Aldığı notları okuruna da anlatıp kurgusuna öyle devam ediyor. Yaşanılan ânın anlatımından ziyade, o anda hissedileni ve görüleni aktarıyor. Yıllar önce Karadeniz’de tanıştığım ve anlattığı hikâyeleri kaydetmek istediğimde bana “hiçbir şeyi kayıt altına alma kızım, buradan çıktığında aklında kalan neyse gerçek hikâyem odur” diyen Altun Anne’yi hatırlatıyor.
Edebiyatı hayatının merkezinde tutan Zambra’nın öykülerinde çeşitli şekillerde başka yazarların isimleri, kitapları, söyledikleri, yazdıkları ve hayat hikâyeleri de geçiyor. Müziğin hiçbir şekilde susmadığı öykülerde okura her an eşlik eden ritmler var. Yazar okura hem bir okuma hem de bir dinleme listesi sunmuş oluyor böylece.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlke Kamar, BirGün, 6 Aralık 2019 Auschwitz’i sessizlikle izleyen bir insanın uygar olması mümkün değildir! Bu yüzden Gürültülü Yalnızlık’ta Hrabal, bireyin yalnızlığını, çağın değişiminin verdiği dehşeti Hanta karakteri üzerinden özgün bir biçimde metnine taşır. Yirminci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından Bohumil Hrabal’ın otobiyografik romanı Gürültülü Yalnızlık 35 yıldır, işi kitapları hamura dönüştürmek olan fakat öncesinde seçtiği kitapları okumadan …
Didem Erdiman, İnceleyeen, 12 Şubat 2020 Kimi zaman okuduğumuz bir cümle tüm duygularımızı uyandırır. O an sözcükler olduğu yerden çıkıp içimize sızar. Zihnimiz sözcükleri sıraya dizer, biraz görüntü, biraz ritim ekler. Ne zaman sözcükler gövde bulmak ister. İşte o içimizde saklı kalanlar yüreğimize dokunur, yol bulur, iz bırakır. Tıpkı Çiyil Kurtuluş’un “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” öykü kitabının …
Erdinç Akkoyunlu, Oggito, 8 Ekim 2019 Bohumil Hrabal orta yaşı devirmiş ve hayatı boyunca hep aynı işi yapmış Hanta üzerinden yaşamın tekdüzeliği, yaşlılık hayalleri gibi kavramları anlatırken okuru sıkmıyor, yoğun betimlemelerle yormuyor. Zamana müdahale eden, onu değiştiren ve dönüştüren bir yazar değil. “Her yalnızlığın gürültüsü kendine göredir.” Edebiyat tarihinde çok az sayıdaki metin, okuduğunuzda roman sanatına ilişkin soruları ciddi şekilde …
Mevlüt Altıntop, Ruhuna Kitap, 23 Nisan 2020 Rahmet ve özlemle andığım babam 12 Eylül döneminde yaktığı kitaplardan bahsederken hayıflanırdı. Altın yaldızlı olanların yanarken kağıdın yanıp yaldızların kor hâlde harf harf dökülüşünü anlattığı esnada o anı yaşar gibi olurdu. Kitapları saklamayıp yaktığı için kendine kızar, bir yere gömebilirdim derdi. Elbette sıkıyönetimin saldığı korku terörü yaptırmıştı bunu …
Yaşanan ve Anlatılan Arasında
Adalet Çavdar, Remzi Kitap Gazetesi, Ekim 2016
Sadece bir an bile yüzlerce şekilde anlatılabilir. Başımıza gelen ufacık bir olayı anlatırken önce kendimizden, sonra da anlattığımız her insandan ayrı ayrı etkileniriz. Her defasında değişir hikâye. İnsan anlattıkça alışır yaşadığına. Acıyı sağaltmanın, öfkeyi azaltmanın en güzel yollarından biridir anlatmak. Yazma halinde ise başka bir şeye bürünür yaşanan ve anlatılan. Yazan, ânın büyüsünü okuyana geçirmeyi istediği için anlatı kelimeler ve noktalama işaretleriyle süsler anlatıyı. Okuduğunuz öykü sizi bir dağ başına çıkarabilir ya da ansızın yerin altına çekebilir. Bazı kitapların hazmedilmesi ise zaman alır.
“Bonzai”, “Eve Dönmenin Yolları” ve “Ağaçların Özel Hayatı” isimleriyle Türkçeye çevrilen romanlarıyla daha önce okurunu yine böyle bir derinlikte dolaştıran ve adından övgüyle bahsettiren Latin Amerikalı şair ve roman yazarı Alejandro Zambra’nın ilk öykü kitabı “Belgelerim”, insanda olanı biteni sakince anlatma-anlatabilme arzusu uyandırıyor. Yaşananın yaşandığı gibi değil anıldığı gibi olan halinin, aslında o kadar da kocaman olmadığını gösteriyor insana. Zambra okuruna adeta kendine acımaktan vazgeçmeyi hayal ettiriyor. Daha önceki kitaplarında olduğu gibi bu öykülerde de hızlı yaşananın sakince anlatılabileceğine ve sükûnetin içerisinde her şeyin daha kolay anlaşılabileceğine inandırıyor insanı. Durup geçmişe bakmanın acıdan başka bir şeyler, mesela haz verebileceğini de gösteriyor.
Dört-beş yaşlarında bir çocukla karşılıyor okurunu Zambra ilk öyküsünde. Çocuk, bilgisayarın eve ilk gelişinden, nasıl göründüğünden ve evde değiştirdiği şeylerden bahsediyor. Daktilo ve bilgisayar arasında gidip geliyor. Klasik ve romantik olan arasında çağa uygun ve her an gelişen bir makinenin yolculuğundan bahsediyor. Derken çocuk, öykünün içerisinde yavaş yavaş büyüyor; büyürken anlattıklarını artık acı çekmeksizin anlatmayı öğreniyor, edebiyata inanmaya başlıyor. Babasını bir bilgisayar, annesini bir daktilo olarak tarif ediyor. Bir zamanlar boş bir defter olarak gördüğü kendisini ise bir kitaba dönüştürüyor kurgusunda.
Kitaptaki öyküler, Zambra’nın bilgisayarının belgelerim klasörünün içerisinde duran hikâyeler. Belgeler klasörüne bir zaman önce kaydedilmiş, sonra da unutulmuş bir dizi hikâyeyi gün yüzüne çıkartıyor Zambra. Zamanı gelince tozu alınan kitapların altı çizili satırlarına tekrar bakmak gibi bir his uyandırıyor insanda “Belgelerim”. Zamanla unutulan ve anlatmaktan vazgeçilen hikâyelerin tekrar hatırlanması gibi.
1975 yılında doğan Zambra’nın ilk öyküsünün başında 1980’lerde yaşayan bir çocuktan bahsetmesi ve öykülerin birbirleriyle ilişkili olduğu düşünülünce Zambra’nın otobiyografisini ya da anılarını okuduğunuz hissine kapılabilirsiniz. Ama kitapta bununla ilgili net bir bilgi bulunmuyor. Sürekli ben dilinde anlatılan hikâyeler kurgu ile gerçeklik arasında gidip gelmenize neden oluyor. Öykülerini süslü cümlelerle anlatmak yerine, kelimede hafif manada ağır ağlar örüyor Zambra.
“Camilo” öyküsüyle her evde sevilen ama o eve ait olmayan ve erkenden giden bir adamın öyküsünü anlatıyor. Genç bir erkeğin hayat tecrübelerini ve bazı denemelerin hep başarısızlıkla sonlanmasını okuyoruz. Sonra ilk kişisel bilgisayarına ancak 2000’li yıllarda sahip olabilen genç bir adamın hayatına misafir ediyor bizi yazar. Ruhsuz bir makinenin nasıl hayatın bir parçası olduğunu ve ondan nasıl vazgeçilebildiğini anlatıyor. “Doğru mu Yanlış mı?” adlı öyküsüyle ev kavramıyla uğraşmanıza sebep oluyor. Bazı şeylerin ısrarla orada, yani evde durması gerektiğinden bahsediyor; kişisel inatların insanların kendi boylarını aştığında gelen yalnızlıktan ve ilhamdan.
“Uzak Mesafe”, edebiyat okuru olan ancak edebiyat dışındaki çeşitli işlerde çalışan başka bir erkeğin hayatının belli bir zamanına odaklanıyor. “Ulusal Enstitü” öyküsünde bir dönemin eğitim sistemini ve siyasal durumlarını ağır bir argoyla eleştiriyor Zambra. Sonrasında iyi sigara içen bir adamın sigarayı bırakmaya çalışırken yaşadığı hallere tanıklık ediyorsunuz.
Kendi içerisinde üç bölüme ayrılan öykülerin son bölümü “Teşekkürler” adlı hikâyeyle başlıyor. Birbirlerinin hayatlarındaki karşılıkları belli belirsiz ama her şeyi beraber yapmaya başlayan bir kadın ile erkeğin başına gelen yarı trajik yarı fantastik bir hikâye bu. Sonra kendi etrafında dönüp dururken kendini bulamayan bir Şililiden bahsediyor yazar. Ardından bir ailenin hayatına biraz kuşbakışı, biraz içeriden bakıyor; kapısı kapanınca her şeyin içerde kaldığı evlerden birinde herkesin nasıl da kendi içine kapanıverdiğini anlatıyor. Ve son olarak “Hafıza Yoklaması”yla hafızayla arasındaki ilişkiyi ve anlatma arzusunun başladığı noktayı açıyor bize.
“Belgelerim”de Zambra’nın bir öyküyü nasıl yazdığına da şahit oluyorsunuz. Bir anlatan bir yazan kısmına yerleştiriyor kendini; tam gerçek olduğunu düşünecekken her şeyin aslında bir kurmaca olduğunu söyleyebiliyor size. Aldığı notları okuruna da anlatıp kurgusuna öyle devam ediyor. Yaşanılan ânın anlatımından ziyade, o anda hissedileni ve görüleni aktarıyor. Yıllar önce Karadeniz’de tanıştığım ve anlattığı hikâyeleri kaydetmek istediğimde bana “hiçbir şeyi kayıt altına alma kızım, buradan çıktığında aklında kalan neyse gerçek hikâyem odur” diyen Altun Anne’yi hatırlatıyor.
Edebiyatı hayatının merkezinde tutan Zambra’nın öykülerinde çeşitli şekillerde başka yazarların isimleri, kitapları, söyledikleri, yazdıkları ve hayat hikâyeleri de geçiyor. Müziğin hiçbir şekilde susmadığı öykülerde okura her an eşlik eden ritmler var. Yazar okura hem bir okuma hem de bir dinleme listesi sunmuş oluyor böylece.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Hanta’nın gürültülü yalnızlığı
İlke Kamar, BirGün, 6 Aralık 2019 Auschwitz’i sessizlikle izleyen bir insanın uygar olması mümkün değildir! Bu yüzden Gürültülü Yalnızlık’ta Hrabal, bireyin yalnızlığını, çağın değişiminin verdiği dehşeti Hanta karakteri üzerinden özgün bir biçimde metnine taşır. Yirminci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından Bohumil Hrabal’ın otobiyografik romanı Gürültülü Yalnızlık 35 yıldır, işi kitapları hamura dönüştürmek olan fakat öncesinde seçtiği kitapları okumadan …
Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı
Didem Erdiman, İnceleyeen, 12 Şubat 2020 Kimi zaman okuduğumuz bir cümle tüm duygularımızı uyandırır. O an sözcükler olduğu yerden çıkıp içimize sızar. Zihnimiz sözcükleri sıraya dizer, biraz görüntü, biraz ritim ekler. Ne zaman sözcükler gövde bulmak ister. İşte o içimizde saklı kalanlar yüreğimize dokunur, yol bulur, iz bırakır. Tıpkı Çiyil Kurtuluş’un “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” öykü kitabının …
Yalnızlık
Erdinç Akkoyunlu, Oggito, 8 Ekim 2019 Bohumil Hrabal orta yaşı devirmiş ve hayatı boyunca hep aynı işi yapmış Hanta üzerinden yaşamın tekdüzeliği, yaşlılık hayalleri gibi kavramları anlatırken okuru sıkmıyor, yoğun betimlemelerle yormuyor. Zamana müdahale eden, onu değiştiren ve dönüştüren bir yazar değil. “Her yalnızlığın gürültüsü kendine göredir.” Edebiyat tarihinde çok az sayıdaki metin, okuduğunuzda roman sanatına ilişkin soruları ciddi şekilde …
Yalnızlığın Paradoksu
Mevlüt Altıntop, Ruhuna Kitap, 23 Nisan 2020 Rahmet ve özlemle andığım babam 12 Eylül döneminde yaktığı kitaplardan bahsederken hayıflanırdı. Altın yaldızlı olanların yanarken kağıdın yanıp yaldızların kor hâlde harf harf dökülüşünü anlattığı esnada o anı yaşar gibi olurdu. Kitapları saklamayıp yaktığı için kendine kızar, bir yere gömebilirdim derdi. Elbette sıkıyönetimin saldığı korku terörü yaptırmıştı bunu …