Edebiyat her şeyden önce yaratıcı bir çabadır, öyle olmalı. Bana kalırsa bir yazarın ilk düşünmesi gereken nasıl fark yaratacağı olmalı.
Paulina Flores 1988 yılında Şili’nin başkenti, Santiago’da doğdu. Halkın yüzde elli altısının, Daha fazla diktatörlük istemiyoruz, diye oy kullandıkları yıl. İki yıl sonra sivil hükümet başa geldi ancak Pinochet yargılanmadı. Paulina on sekiz yaşına geldiğinde, muhtemelen üniversiteye yeni başlamışken, diktatör hakkındaki hiçbir suçlamadan hüküm giymeden öldü. Flores hayatına devam etti, edebiyat lisansını tamamladı ve lise öğretmeni oldu. Öğretmen olmadan önce kütüphaneci, garson, bulaşıkçı ve bazen daha fazlası oldu. Aklından geçenleri başkalarıyla paylaşma fırsatı da buldu, bunun için çoğunlukla sözcükleri kullandı ve bazen katıldığı atölyelerden bazen sokaktan öğrendikleriyle öykü yazdı. 2014 yılında ilk ödülünü bir öyküsüyle kazandı. Hemen ardından 2015’te ikinci ödülünü Ne Rezalet diye Türkçeye çevrilen öykü derlemesiyle kazandı.
Ne Rezaletgeçtiğimiz günlerde Notos Kitap tarafından yayınlandı. Bugünlerde açık bulabilirseniz herhangi bir kitapçı rafında kendisine rastlayabilirsiniz. Dokuz öykü var içinde. En kısası on üç, en uzunu yetmiş sayfa, ki o da sonuncusu. Öykülerin isimleri iki kelimeyi geçmiyor, altısında özel isim kullanılmış. Kitap hakkında bu kadar sayısal bilgi vermemin nedeni bu aralar herhangi bir karara varmadan önce sayıları bilmek istememiz. Yine de şimdilik bu kadar rakam yeter.
Karakterlerin genelde yaşları küçük ya da öyleymiş gibi bize sunuluyor. Flores’in sözlerine bakarsak bunun sebebi kendisinin de o dönemden henüz çok uzaklaşmamış olması. Bana sorarsanız yazarlara özellikle kendi eserleri üzerine konuştuklarında pek kulak asmamak gerek. Kitapta büyüme, büyürken geleceği hayal etme ve büyümüşken de geçmişi anımsama hikâyeleri anlatılıyor çünkü yazar ya da anlatıcı ya da kahraman, hangisi olursa olsun fark etmez, içinde olduğu ülkeden, topluluktan, şehirden, mahalleden ve dönemden soyutlanmış değildir, anlatmaya başladığında bir şekilde tanık olduklarından ya da öyle hayal ettiğinden fazlasını aktaramaz. Pauline Flores 1988 yılında, başkentte doğdu, ebeveynleri onu ailelerinin bir parçası olarak düşlediğinde diktatör yaşıyor ve hükmediyordu ve bunun ne zaman sonlanacağını kimse bilmiyordu. Demek ki Flores edebiyat okumuş ve çok farklı işler yaptıktan sonra lise öğretmeni olmuş biri olmanın yanında, bir dönemin çocuğu ve başka bir dönemin tanığı, hepimiz gibi. O aklına gelenleri hikâye etmiş, karakterlere, yerlere isimler vermeyi istemiş, bazen zamanı bile adlandırmış ve tüm bunları bir kitabın içinde yaratmış.
Son bir sayısal bilgi: Kontrol ettim, İstanbul ile Santiago arası 13.096 km, uçakla biraz daha fazla. Ama tek uçuş yok, aktarmalı gitmek zorundasınız ve bu da yaklaşık bir gününüzü yolculuğa harcamak demek. Ya da en yakın kitapçıya uğrayıp Ne Rezalet adlı kitabı satın alabilirsiniz. Böylece kendi evinden daha güzel olmayan bir yerde yaşayan Carolina’yla arkadaş olan Nicole ile tanışabilirsiniz, onlarla birlikte halıya oturup peynirli domatesli sandviç yerken Zodyak Şövalyeleri’ni izleyebilirsiniz. Belki sizin de aklınıza başka bir çeşit sandviç ve bambaşka bir çizgi film gelir. Flores bir yandan bunları bize anlatırken öte yandan komşusunu dikizleyen yalnız bir kadından söz ediyor ve siz bir okur olarak paralel ilerleyen hikâyelerin karakterleri arasında bağlantı bulmaya çalışırken farkında olmadan iki dönemi kıyaslamış oluyorsunuz. Birisi diktatörün hâlâ hayatta ve hatta Şili’de olduğu yoksul dönem, ötekiyse ölü olduğu ya da nerede olduğunu kimsenin bilmediği ama herkesin onu kendi geçmişine gömdüğü dönem.
Ya da suyla beraber yitip gitmek isteyen ama kurumuş nehirdeki bir taş gibi küvette kalan kız gibi hissedersiniz, sular onun içinden akar ve onunla birlikte her şeyi alıp götürür. Bir şekilde televizyona çıkmayı başarmış bir kız. O kadar üzgün ki günlük tutmaya başlayabilir.
En pahalı veya en sağlam ayakkabı bile sürekli giyilirse eskir. En ilginç, en farklı, en yeni hikâye de sürekli anlatılırsa aynısı olur. Paulina’nın kalemi bazen durmak bilmiyor, öyküler uzadıkça bu daha çok göze batıyor. Karakterlerini, yaşadıkları dünyayı anlatmaya doyamıyor bazen Flores. Nelerden hoşlandıkları, geçmişte kim oldukların ve hatta gelecekte neyden pişman olacaklarını bile anlatıyor. Elbette üslubunu bozmadan. Bazı yerleri okurken bunun kaygısına kapılmış olabileceğini düşündüm. Oysa müthiş hikâyeler biriktirmiş. Mesela “Son Tatil” öyküsünde Javiera’ya (şu Şilililer böyle muhteşem isimleri nereden buluyor acaba) aşık çocuk. Oğlanın anne babasıyla ve yaşadığı çevreyle bağları, Javiera’ya tutkusu iyi kurulmuş. Kızın oğlana sarılıp, Canım Nikolayım, dediği sahne öyle dokunaklı ki, üstelik böyle sahnelerle dolu kitap, itiraf etmem gerekirse ötekileri hızlıca okuyup buralara ulaşmaya çalıştım bazen. Hızlı ama dikkatlice, acele ederken çok şey kaçırabilirsiniz.
Kitabın başlık öyküsü aynı zamanda ödüllü olan. Çevirisi zor bir isim. İspanyolcadan Türkçeye çeviren Zeynep Çelikel ilginç bir çözüm bulmuş. İngilizce çevirisindeki tercih bana daha kestirme bir yol gibi geldi: Humilation. İfadenin anlamına işaret ediyor ancak tatsız bir tercih. Ne Rezalet daha iyi. Kitap küçük düşme anlarıyla dolu çünkü anladığım kadarıyla sınıflar arası fark Flores’in ilgisini çekiyor. Özellikle neoliberal politikaların işlerini elinden aldığı babaları ve onların babasız kalan çocuklarını anlatmayı sıkça tercih ediyor. Bunu yaparken ortalıkta mutlaka bir veya iki tane nispeten durumu daha iyi karakter yerleştiriyor, farkı gösterebilmek için. Karakterlerin büyüme evresinde olması ya da erken büyümek zorunda kalmış olmasını özellikle tercih ettiğini sanmıyorum, bu onun tanıdığı, içinde olduğu şey. Karakterleri yaşlarıyla etiketlersek aralarındaki ufak ama önemli farkları kaçırırız ki bazen böylesi bir detay her şey demek olabilir. “Ne Rezalet” öyküsünde, iki kız kardeş var. Biri dokuz, diğeri altı yaşında, ikisi de çocuk. Ancak dokuz yaşındaki kızın bir çocuk gibi davranması daha zor çünkü o bir abla. Yeri geldiğinde kardeşine bakmak zorunda. Annelerinin çalıştığı ve babalarının işini kaybettiği düşünüldüğünde bu kaçınılmaz. En azından öykünün dünyasında bu böyle. İşte Flores tam da burada devreye giriyor ve hikâyesinin sonunda bu kaçınılmazı ve sonuçlarını sorgularken buluyoruz kendimizi. Çok zor bir işin altından kalkıyor, dokuz yaşındaki bir zihnin (herhangi bir dokuz yaş değil) nasıl çalıştığını anlamaya yaklaştırıyor bizi. Öyküyü okurken ister istemez dönem canlanıyor gözümüzde. Bir kere anlatıcı yılı belirtiyor, 1996. Öte yandan neredeyse on yılda bir tekrarlanan kriz dönemlerinden biri olduğunu yılı belirtmese de anlayabiliyoruz. Anlıyoruz çünkü benzerini değil aynısını yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz.
Edebiyat her şeyden önce yaratıcı bir çabadır, öyle olmalı. Bana kalırsa bir yazarın ilk düşünmesi gereken nasıl fark yaratacağı olmalı. Hikâye çok az kişinin içeriden tanık olma şansına sahip olduğu, bir cambazla ustası arasındaki ilişki olmak zorunda değildir illa, çoğu kişinin nasıl bir şey olduğunu az çok bildiği bir kaçamak da pekâlâ yaratıcı bir şekilde anlatılabilir. Paulina Flores’in “Teresa” adlı öyküsünü okumayı bitirdiğimde bunlar aklıma geldi. Bir kadın ve adamın belki de tek seferlik birlikteliklerini anlatıyor ama bunu kendine has yapmanın bir yolunu buluyor. Böylece benzeri konuları işleyen öykülerden ayrışıyor, akılda kalıcı hale geliyor. Bunu yaparken kullandığı numara da kadının ismi. Basit ama işe yarıyor.
Sanırım kitabın en sevdiğim öyküsü “Nana Teyze” oldu. Tamam, “alcahuano”nun da oldukça eğlenceli bir hikâyesi var ve şahane anlatılmış ama Nana Teyze’nin başka bir tarafı var. Bu öyküyü okumayı bitirdiğimde taş bir banka oturmuş, arkadaşımı bekliyordum. Koyacak başka yer bulamadığım için elimdeki soda şişesini bankın ayaklarının dibine yerleştirdim, kitabın kapağını örttüm, ceketimin içine sıkıştırdım. Soğuktu, önümü kapadım. Yanıma biri oturdu, belki arkadaşımdı ama ben bunu bilemezdim çünkü ona bakmıyordum, Nana Teyze’yi düşünüyordum, yine yazarın deyişiyle, Her şeyini veren ama hiçbir zaman değeri bilinmeyen hayatlarıyla o kadınları düşünüyordum biraz da. Varlıkları yokluklarında daha iyi anlaşılan. Bencil bir şekilde yazma çabasına benzettim bunu. Bir kitaba, öyküye, romana ya da şiire her şeyinizi verirseniz ama daha son noktayı bile koymadan bilirsiniz, karşılığında hiçbir zaman ona verdiğiniz değere eş bir şey alamayacaksınız. Yine de yaşamaya devam eder ve birinin arkanızdan o şekilde söz etmesini içten içe dilersiniz.
Tek bir ömürde az rastlanır günler yaşıyoruz. Alışkanlıklarımızı değiştiriyoruz, yenilerini anlamaya, onlara alışmaya çalışıyoruz. Birbirimize olan fiziksel mesafeyi belli bir ölçüde tutuyoruz. Öte yandan iletişime devam edebiliyoruz. Belki de alışmamız gereken bir iletişim şeklidir bu. Aynı nefesi soluyarak temiz havayı tükettik. İhtiyacımız olan, sığındığımız barınağın camını arada açmak olabilir. Bir kitap seçip okumak hastalıklardan kaçındığımız yuvalarımızda temiz hava almak gibi. Her biri farklı bir cam açıyor.
Ülkede okumakla ilgilenenlerin yarısı gibi ben de bir gün Şili’ye gitme hayalleri kuruyorum. Bir gün gerçekten de gideceğim belki. Öte yandan düşünüyorum da, Mistral, Neruda, Bolano, Allende, Zambra, Flores ve Parra ve Jara ve Matta varken, hem de eserlerine Türkçe ya da değil ulaşabiliyorken, yirmi bilmem kaç saat uçup da ne yapacağım ben Şili’de?
Benimle aynı fikirde ya da inançta olanlar Paulina Flores’in Ne Rezalet adlı öykü kitabından başlayabilir.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Ali Artun, e-skop, 19 Mayıs 2017 George Grosz ve John Heartfield, “Sanat Öldü. Yaşasın Tatlin’in Yeni Makine-Sanatı” (1920). Alfred Jarry’nin Kral Übü ve Doktor Faustroll‘la birlikte üç temel eserinden sonuncusu, Süpererkek (Surmâle). Jarry’nin patafizik felsefesi ve edebiyatının finali. Süpererkek romanının kahramanı André Marcueil’in rakibi makinelerdir. Önce bisikletiyle bir yarışa katılır. Yarış, bir lokomotif ile, beş sürücülü bir bisiklet arasındadır ve “Devridaim Besini”nin …
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 9 Haziran 2017 İngiliz yazar Tom McCarthy’nin şimdiki zamanın antropolojisini yapmaya soyunan roman kahramanı üzerinden kapitalizmin ‘ruhunu’ yakalamaya çalıştığı romanı ‘Saten Ada’, modern toplum hakkında keskin gözlemler ve çarpıcı eleştiriler barındırıyor. Çağdaş edebiyatın günümüzdeki en parlak yazarları arasında gösterilen İngiliz yazar Tom McCarthy sadece romanlarıyla değil avangard sanatçılar ağı International …
Serkan Parlak, Edebiyathaber, 10 Ocak 2019 1970’te Meksika’nın Actopan şehrinde doğan Yuri Herrara, öğrenimini çeşitli üniversitelerde siyaset bilimi, yaratıcı yazarlık ve edebiyat üzerine yaptı. Önümüzdeki aylarda yine Notos Kitap tarafından yayınlanacak olan Krallığın İşleri ve Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler romanlarıyla İspanya’da önemli ödüllere layık görüldü. Hürriyet Kitap Sanat Eki jürisi tarafından geçtiğimiz yılın en iyi …
Parşömen Fanzin, 12 Nisan 2021 Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti? Yazıdan uzak biri değildim, yazıyla ilişkim yıllardır sürüyor. Eskiden yazıyı hayatın gündelik sorunlarından uzaklaşmak, kendimle dertleşmek, rahatlamak için kullanıyordum. Yazar olmak ya da kitap çıkarmak benim için ütopikti. Zamanla herkesin okumasında sakınca görmediğim kısa öyküler yazdım. Kitabım çıkmadan …
Paulina Flores Anlatmaya Doyamıyor
Özcan Yılmaz, Oggito, 22 Mart 2020
Edebiyat her şeyden önce yaratıcı bir çabadır, öyle olmalı. Bana kalırsa bir yazarın ilk düşünmesi gereken nasıl fark yaratacağı olmalı.
Paulina Flores 1988 yılında Şili’nin başkenti, Santiago’da doğdu. Halkın yüzde elli altısının, Daha fazla diktatörlük istemiyoruz, diye oy kullandıkları yıl. İki yıl sonra sivil hükümet başa geldi ancak Pinochet yargılanmadı. Paulina on sekiz yaşına geldiğinde, muhtemelen üniversiteye yeni başlamışken, diktatör hakkındaki hiçbir suçlamadan hüküm giymeden öldü. Flores hayatına devam etti, edebiyat lisansını tamamladı ve lise öğretmeni oldu. Öğretmen olmadan önce kütüphaneci, garson, bulaşıkçı ve bazen daha fazlası oldu. Aklından geçenleri başkalarıyla paylaşma fırsatı da buldu, bunun için çoğunlukla sözcükleri kullandı ve bazen katıldığı atölyelerden bazen sokaktan öğrendikleriyle öykü yazdı. 2014 yılında ilk ödülünü bir öyküsüyle kazandı. Hemen ardından 2015’te ikinci ödülünü Ne Rezalet diye Türkçeye çevrilen öykü derlemesiyle kazandı.
Ne Rezaletgeçtiğimiz günlerde Notos Kitap tarafından yayınlandı. Bugünlerde açık bulabilirseniz herhangi bir kitapçı rafında kendisine rastlayabilirsiniz. Dokuz öykü var içinde. En kısası on üç, en uzunu yetmiş sayfa, ki o da sonuncusu. Öykülerin isimleri iki kelimeyi geçmiyor, altısında özel isim kullanılmış. Kitap hakkında bu kadar sayısal bilgi vermemin nedeni bu aralar herhangi bir karara varmadan önce sayıları bilmek istememiz. Yine de şimdilik bu kadar rakam yeter.
Karakterlerin genelde yaşları küçük ya da öyleymiş gibi bize sunuluyor. Flores’in sözlerine bakarsak bunun sebebi kendisinin de o dönemden henüz çok uzaklaşmamış olması. Bana sorarsanız yazarlara özellikle kendi eserleri üzerine konuştuklarında pek kulak asmamak gerek. Kitapta büyüme, büyürken geleceği hayal etme ve büyümüşken de geçmişi anımsama hikâyeleri anlatılıyor çünkü yazar ya da anlatıcı ya da kahraman, hangisi olursa olsun fark etmez, içinde olduğu ülkeden, topluluktan, şehirden, mahalleden ve dönemden soyutlanmış değildir, anlatmaya başladığında bir şekilde tanık olduklarından ya da öyle hayal ettiğinden fazlasını aktaramaz. Pauline Flores 1988 yılında, başkentte doğdu, ebeveynleri onu ailelerinin bir parçası olarak düşlediğinde diktatör yaşıyor ve hükmediyordu ve bunun ne zaman sonlanacağını kimse bilmiyordu. Demek ki Flores edebiyat okumuş ve çok farklı işler yaptıktan sonra lise öğretmeni olmuş biri olmanın yanında, bir dönemin çocuğu ve başka bir dönemin tanığı, hepimiz gibi. O aklına gelenleri hikâye etmiş, karakterlere, yerlere isimler vermeyi istemiş, bazen zamanı bile adlandırmış ve tüm bunları bir kitabın içinde yaratmış.
Son bir sayısal bilgi: Kontrol ettim, İstanbul ile Santiago arası 13.096 km, uçakla biraz daha fazla. Ama tek uçuş yok, aktarmalı gitmek zorundasınız ve bu da yaklaşık bir gününüzü yolculuğa harcamak demek. Ya da en yakın kitapçıya uğrayıp Ne Rezalet adlı kitabı satın alabilirsiniz. Böylece kendi evinden daha güzel olmayan bir yerde yaşayan Carolina’yla arkadaş olan Nicole ile tanışabilirsiniz, onlarla birlikte halıya oturup peynirli domatesli sandviç yerken Zodyak Şövalyeleri’ni izleyebilirsiniz. Belki sizin de aklınıza başka bir çeşit sandviç ve bambaşka bir çizgi film gelir. Flores bir yandan bunları bize anlatırken öte yandan komşusunu dikizleyen yalnız bir kadından söz ediyor ve siz bir okur olarak paralel ilerleyen hikâyelerin karakterleri arasında bağlantı bulmaya çalışırken farkında olmadan iki dönemi kıyaslamış oluyorsunuz. Birisi diktatörün hâlâ hayatta ve hatta Şili’de olduğu yoksul dönem, ötekiyse ölü olduğu ya da nerede olduğunu kimsenin bilmediği ama herkesin onu kendi geçmişine gömdüğü dönem.
Ya da suyla beraber yitip gitmek isteyen ama kurumuş nehirdeki bir taş gibi küvette kalan kız gibi hissedersiniz, sular onun içinden akar ve onunla birlikte her şeyi alıp götürür. Bir şekilde televizyona çıkmayı başarmış bir kız. O kadar üzgün ki günlük tutmaya başlayabilir.
En pahalı veya en sağlam ayakkabı bile sürekli giyilirse eskir. En ilginç, en farklı, en yeni hikâye de sürekli anlatılırsa aynısı olur. Paulina’nın kalemi bazen durmak bilmiyor, öyküler uzadıkça bu daha çok göze batıyor. Karakterlerini, yaşadıkları dünyayı anlatmaya doyamıyor bazen Flores. Nelerden hoşlandıkları, geçmişte kim oldukların ve hatta gelecekte neyden pişman olacaklarını bile anlatıyor. Elbette üslubunu bozmadan. Bazı yerleri okurken bunun kaygısına kapılmış olabileceğini düşündüm. Oysa müthiş hikâyeler biriktirmiş. Mesela “Son Tatil” öyküsünde Javiera’ya (şu Şilililer böyle muhteşem isimleri nereden buluyor acaba) aşık çocuk. Oğlanın anne babasıyla ve yaşadığı çevreyle bağları, Javiera’ya tutkusu iyi kurulmuş. Kızın oğlana sarılıp, Canım Nikolayım, dediği sahne öyle dokunaklı ki, üstelik böyle sahnelerle dolu kitap, itiraf etmem gerekirse ötekileri hızlıca okuyup buralara ulaşmaya çalıştım bazen. Hızlı ama dikkatlice, acele ederken çok şey kaçırabilirsiniz.
Kitabın başlık öyküsü aynı zamanda ödüllü olan. Çevirisi zor bir isim. İspanyolcadan Türkçeye çeviren Zeynep Çelikel ilginç bir çözüm bulmuş. İngilizce çevirisindeki tercih bana daha kestirme bir yol gibi geldi: Humilation. İfadenin anlamına işaret ediyor ancak tatsız bir tercih. Ne Rezalet daha iyi. Kitap küçük düşme anlarıyla dolu çünkü anladığım kadarıyla sınıflar arası fark Flores’in ilgisini çekiyor. Özellikle neoliberal politikaların işlerini elinden aldığı babaları ve onların babasız kalan çocuklarını anlatmayı sıkça tercih ediyor. Bunu yaparken ortalıkta mutlaka bir veya iki tane nispeten durumu daha iyi karakter yerleştiriyor, farkı gösterebilmek için. Karakterlerin büyüme evresinde olması ya da erken büyümek zorunda kalmış olmasını özellikle tercih ettiğini sanmıyorum, bu onun tanıdığı, içinde olduğu şey. Karakterleri yaşlarıyla etiketlersek aralarındaki ufak ama önemli farkları kaçırırız ki bazen böylesi bir detay her şey demek olabilir. “Ne Rezalet” öyküsünde, iki kız kardeş var. Biri dokuz, diğeri altı yaşında, ikisi de çocuk. Ancak dokuz yaşındaki kızın bir çocuk gibi davranması daha zor çünkü o bir abla. Yeri geldiğinde kardeşine bakmak zorunda. Annelerinin çalıştığı ve babalarının işini kaybettiği düşünüldüğünde bu kaçınılmaz. En azından öykünün dünyasında bu böyle. İşte Flores tam da burada devreye giriyor ve hikâyesinin sonunda bu kaçınılmazı ve sonuçlarını sorgularken buluyoruz kendimizi. Çok zor bir işin altından kalkıyor, dokuz yaşındaki bir zihnin (herhangi bir dokuz yaş değil) nasıl çalıştığını anlamaya yaklaştırıyor bizi. Öyküyü okurken ister istemez dönem canlanıyor gözümüzde. Bir kere anlatıcı yılı belirtiyor, 1996. Öte yandan neredeyse on yılda bir tekrarlanan kriz dönemlerinden biri olduğunu yılı belirtmese de anlayabiliyoruz. Anlıyoruz çünkü benzerini değil aynısını yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz.
Edebiyat her şeyden önce yaratıcı bir çabadır, öyle olmalı. Bana kalırsa bir yazarın ilk düşünmesi gereken nasıl fark yaratacağı olmalı. Hikâye çok az kişinin içeriden tanık olma şansına sahip olduğu, bir cambazla ustası arasındaki ilişki olmak zorunda değildir illa, çoğu kişinin nasıl bir şey olduğunu az çok bildiği bir kaçamak da pekâlâ yaratıcı bir şekilde anlatılabilir. Paulina Flores’in “Teresa” adlı öyküsünü okumayı bitirdiğimde bunlar aklıma geldi. Bir kadın ve adamın belki de tek seferlik birlikteliklerini anlatıyor ama bunu kendine has yapmanın bir yolunu buluyor. Böylece benzeri konuları işleyen öykülerden ayrışıyor, akılda kalıcı hale geliyor. Bunu yaparken kullandığı numara da kadının ismi. Basit ama işe yarıyor.
Sanırım kitabın en sevdiğim öyküsü “Nana Teyze” oldu. Tamam, “alcahuano”nun da oldukça eğlenceli bir hikâyesi var ve şahane anlatılmış ama Nana Teyze’nin başka bir tarafı var. Bu öyküyü okumayı bitirdiğimde taş bir banka oturmuş, arkadaşımı bekliyordum. Koyacak başka yer bulamadığım için elimdeki soda şişesini bankın ayaklarının dibine yerleştirdim, kitabın kapağını örttüm, ceketimin içine sıkıştırdım. Soğuktu, önümü kapadım. Yanıma biri oturdu, belki arkadaşımdı ama ben bunu bilemezdim çünkü ona bakmıyordum, Nana Teyze’yi düşünüyordum, yine yazarın deyişiyle, Her şeyini veren ama hiçbir zaman değeri bilinmeyen hayatlarıyla o kadınları düşünüyordum biraz da. Varlıkları yokluklarında daha iyi anlaşılan. Bencil bir şekilde yazma çabasına benzettim bunu. Bir kitaba, öyküye, romana ya da şiire her şeyinizi verirseniz ama daha son noktayı bile koymadan bilirsiniz, karşılığında hiçbir zaman ona verdiğiniz değere eş bir şey alamayacaksınız. Yine de yaşamaya devam eder ve birinin arkanızdan o şekilde söz etmesini içten içe dilersiniz.
Tek bir ömürde az rastlanır günler yaşıyoruz. Alışkanlıklarımızı değiştiriyoruz, yenilerini anlamaya, onlara alışmaya çalışıyoruz. Birbirimize olan fiziksel mesafeyi belli bir ölçüde tutuyoruz. Öte yandan iletişime devam edebiliyoruz. Belki de alışmamız gereken bir iletişim şeklidir bu. Aynı nefesi soluyarak temiz havayı tükettik. İhtiyacımız olan, sığındığımız barınağın camını arada açmak olabilir. Bir kitap seçip okumak hastalıklardan kaçındığımız yuvalarımızda temiz hava almak gibi. Her biri farklı bir cam açıyor.
Ülkede okumakla ilgilenenlerin yarısı gibi ben de bir gün Şili’ye gitme hayalleri kuruyorum. Bir gün gerçekten de gideceğim belki. Öte yandan düşünüyorum da, Mistral, Neruda, Bolano, Allende, Zambra, Flores ve Parra ve Jara ve Matta varken, hem de eserlerine Türkçe ya da değil ulaşabiliyorken, yirmi bilmem kaç saat uçup da ne yapacağım ben Şili’de?
Benimle aynı fikirde ya da inançta olanlar Paulina Flores’in Ne Rezalet adlı öykü kitabından başlayabilir.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Paris Dada’nın Ataları: Alfred Jarry – Süpererkek ve Makine-İnsan
Ali Artun, e-skop, 19 Mayıs 2017 George Grosz ve John Heartfield, “Sanat Öldü. Yaşasın Tatlin’in Yeni Makine-Sanatı” (1920). Alfred Jarry’nin Kral Übü ve Doktor Faustroll‘la birlikte üç temel eserinden sonuncusu, Süpererkek (Surmâle). Jarry’nin patafizik felsefesi ve edebiyatının finali. Süpererkek romanının kahramanı André Marcueil’in rakibi makinelerdir. Önce bisikletiyle bir yarışa katılır. Yarış, bir lokomotif ile, beş sürücülü bir bisiklet arasındadır ve “Devridaim Besini”nin …
Şimdiki Zaman Antropolojisi
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 9 Haziran 2017 İngiliz yazar Tom McCarthy’nin şimdiki zamanın antropolojisini yapmaya soyunan roman kahramanı üzerinden kapitalizmin ‘ruhunu’ yakalamaya çalıştığı romanı ‘Saten Ada’, modern toplum hakkında keskin gözlemler ve çarpıcı eleştiriler barındırıyor. Çağdaş edebiyatın günümüzdeki en parlak yazarları arasında gösterilen İngiliz yazar Tom McCarthy sadece romanlarıyla değil avangard sanatçılar ağı International …
“Neden bütün bu kavga? Hep bir avuç kül için…”
Serkan Parlak, Edebiyathaber, 10 Ocak 2019 1970’te Meksika’nın Actopan şehrinde doğan Yuri Herrara, öğrenimini çeşitli üniversitelerde siyaset bilimi, yaratıcı yazarlık ve edebiyat üzerine yaptı. Önümüzdeki aylarda yine Notos Kitap tarafından yayınlanacak olan Krallığın İşleri ve Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler romanlarıyla İspanya’da önemli ödüllere layık görüldü. Hürriyet Kitap Sanat Eki jürisi tarafından geçtiğimiz yılın en iyi …
İlk Göz Ağrısı (88): Kadir Işık ve “Herkesten Uzakta” (Söyleşi)
Parşömen Fanzin, 12 Nisan 2021 Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti? Yazıdan uzak biri değildim, yazıyla ilişkim yıllardır sürüyor. Eskiden yazıyı hayatın gündelik sorunlarından uzaklaşmak, kendimle dertleşmek, rahatlamak için kullanıyordum. Yazar olmak ya da kitap çıkarmak benim için ütopikti. Zamanla herkesin okumasında sakınca görmediğim kısa öyküler yazdım. Kitabım çıkmadan …