Bohumil Hrabal orta yaşı devirmiş ve hayatı boyunca hep aynı işi yapmış Hanta üzerinden yaşamın tekdüzeliği, yaşlılık hayalleri gibi kavramları anlatırken okuru sıkmıyor, yoğun betimlemelerle yormuyor. Zamana müdahale eden, onu değiştiren ve dönüştüren bir yazar değil.
“Her yalnızlığın gürültüsü kendine göredir.”
Edebiyat tarihinde çok az sayıdaki metin, okuduğunuzda roman sanatına ilişkin soruları ciddi şekilde sordurur. Bu da kuşkusuz, o romanın gücünden kaynaklı. Ancak burada bir anlaşmazlık da yaşanmıyor değil: Kitapların başka kitapların içinden çıktığına inanmayan bir okur kitlesi var ve onlar okudukları metnin her şeye kadir olduğunu düşünüyorlar. Romanı ve yazarını kutsuyor, onları edebiyat tarihinde oturtacak büyüklük tahtını bir türlü yakıştıramıyor. Oysa ki tüm romanlar, “şövalye romanlarını okuya okuya onlardan etkilenerek” kendini şövalye zanneden Don Quijote‘nin roman biçimi, kurgusu ve ikliminden çıktı. Bu, bir çeşit romanlardan etkilenen bir romanın diğer bütün romanları etkilemesi devinimi. O yüzden bazı kitapları okuduğunuzda bu birbirinin içinden çıkma haliyle daha sert ve acımasız şekilde yüzleşmek mümkün. Tıpkı Çek yazar Bohumil Hrabal’ın Gürültülü Yalnızlık romanında olduğu gibi.
Hitler’in Yılları
İlgilenenlerin dikkatini çekmiştir: Kimi eleştirmenler salt metnin röntgenini çeker ve romanın akışına müdahale etmeden bir analiz yazar. Bazıları da benim yaptığım gibi, metinden aldıklarını bir başka edebi metne dönüştürür, ayrı bir soruya yol açar bu durum. Hrabal’ın Gürültülü Yalnızlık eserini ele almak iki disiplinden de beslenmeyi mecbur kılıyor. İsmini romanın sonlarına kadar öğrenemediğimiz Hanta’nın otuz beş yılını geçirdiği kâğıt presleme atölyesindeki hayatı, II. Dünya Savaşı’nın yıkımından sona erişine değin bir süreci kapsıyor. Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’daki bir dehlizde, tepesindeki delikten atılan kitapları, gazeteleri ve ünlü ressamların eserlerinin kopyalarını preslemekle uğraşan Hanta, kimi önemli kitapları ezmekten çok hoşlandığı presinden çekip alıyor. Ve kâğıt presleme işini aralıksız sürdürüyor. Kimi romanlar olay örgüsünü önemseyerek oluşturulur, ama 19. yüzyıl klasiklerinin temel numarası olan bu yöntem Gürültülü Yalnızlık‘ın yazıldığı 1960’lardan sonra yerini “anlatmadan anlatmak” diye tanımlanabilecek az betimlemeli hikâyeye bıraktı. Hrabal da romanında bu teknikle beraber okurların, II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’yı büyük bir dehşet ve korku ile tanıştıran Hitler’in kitap toplama ve yok etme hastası olduğuna dair genel bilgisine sesleniyor. Hitler’in kötülük ordusu SS’lerin topladıkları kitaplar yakılmadıkları zaman, kendi propagandalarının yazılacağı metinlere dönüşmeden önce, preslere yollanıyordu. İşte Prag’daki o tarz bir presin başında Hanta vardı. Otuz beş yıldır büyük bir istikrarla kitap başta olmak üzere her türlü yazılı metni presleyen Hanta, sadece bu işe bağımlı bir çalışan değil. Evet, emekli olduğu zaman tıpkı emekli olan demiryolu işçisi dayısının bir vagonu alıp evine taşıması gibi, bu yaşlı presi alarak yanında götürmenin hayallerini kuruyor Hanta. Aynı zamanda, bu presle kağıtları ezerken kendisinin hem ruhsal hem de fiziksel varlığının da ezildiğinin, küçüldüğünün farkında. Bu kitap celladı her ne kadar işini çok severek yapsa ve tam infaz anında bazı kurbanlarını kurtarsa da presin tonlarca baskı ağırlıyla beraber ruhunun da ezildiğini biliyor, üstelik bunu anlatmaktan da çekinmiyor. Boyunun da çalıştığı süre boyunca gitgide kısalması, hem yaşlılığın doğal sonucuna bir atıf hem de edebiyattaki imgelemin basit anlatıyla ne kadar derinleştirilebileceğinin bir göstergesi. Zaten Bohumil Hrabal imgeleri bu denli yerli yerinde kullanmasaydı, bugün Nobel Edebiyat Ödülü almadığına hepimizin çok üzüldüğü hemşerisi Milan Kundera’yı, Kundera’nın kendi ifadesiyle bu kadar derinden etkileyebilmeyi başarabilir miydi?
Yeraltına İnelim mi?
Romanın başlarında önce annesini kaybeden ve görece Albert Camus’nün Yabancı eserinin başına gelen olaydakinden farksız tepki vermeyen Hanta, giderek yitirdiğini düşündüğü ruhunun inceliklerini tamamlarmış gibi, kitap kurtarma işine aralıksız devam ediyor. Öte yandan, kitapların başka kitapların içinden çıktığına ilişkin düşüncesini korkusuzca dile getiriyor. Çünkü o dönemde Hitler’in düşünmediği bir şeyi dile getirmenin en hafif cezası toplama kamplarına gönderilerek fırınlarda yakılmak.
Böyle bir ortamın hüküm sürdüğü Prag’da yaşayan Hanta ise kurtarıp okuduğu metinler arasındaki bir bilimsel araştırmada, fareler ile sıçanlar arasında, yeraltında büyük bir savaşın yaşandığını öğreniyor. Kendisi de bir anlamda yeraltında yaşayan bu yaşlı adam, gerçek yeraltının seslerine kulak kabartıyor. Artık Hanta için çekilen her sifonun, kanalizasyona düşen her prezervatifin, gidere akıtılan her adet kanının başka bir değeri ve önemi var. Yeraltının seslerini dinleyen Hanta, fare yavrularını preste ezmeyi bir hobiye dönüştürürken, yeraltının pis, karanlık ve korkutucu dünyasının o dönemde yerüstünde yaşanan dünyadan daha aydınlık olduğunu anlatıyor. Çünkü yer üzerindeki dünyada insanlar ırkçılık nedeniyle birbirini öldürüyor.
Kahramanımız Hanta vaktinin büyük bölümünü presinde kitap ve kâğıtları ezerek geçirirken, ara sıra yeryüzüne çıkıyor. Dayısını ziyarete gidiyor, onun bilgeliğinden yararlanıyor, sonra Prag Çingeneleri ile zaman geçiriyor. Onların aşk ve tutku dolu hayatlarına büyük bir özgürlükle girip çıkıyor. Ancak aklı hep presinde, ezeceği kitaplarında ve emekli olduğunda bu aleti yanında götürmekte. Bohumil Hrabal orta yaşı devirmiş ve hayatı boyunca hep aynı işi yapmış Hanta üzerinden yaşamın tekdüzeliği, yaşlılık hayalleri gibi kavramları anlatırken okuru sıkmıyor, yoğun betimlemelerle yormuyor ve dönemle ilgili ajitasyon yapmıyor. O zamana müdahale eden, onu değiştiren ve dönüştüren bir yazar değil. Sadece var olana farklı, hatta yeraltından bir bakış açısı ile yaklaşıyor. Roman ilerledikçe Hanta’nın kurtardığı ve okuduğu kitaplar artıyor, buna ünlü ressamların kopya eserleri de dahil oluyor. Fare yavruları, ara sıra gittiği birahanelerde üzerinden atlamayı bir oyun haline getiriyor. Yeraltına daha uyum sağlamak için kahramanımız yıkanmayı ve temizlenmeyi reddediyor. Böylece Hrabal bize, kendini her an temizleyen insanların ruhen ve vicdanen temiz olmadıklarını anlatan bir edebi lezzeti tattırıyor.
Bir Aşk Kaybedilince
İlerleyen bölümlerde dayısını hiç kimsenin istemeyeceği bir ölüm sonucu kaybeden Hanta, yine burada annesinin vefatından farksız bir tutum takınıyor. Ama o günlerde bu kaybın bilinçaltı etkisiyle bir Çingene kızıyla ilişki kuruyor. Hatta onu bir uçurtmanın rüzgâra kapılışında rüyadan farksız bir dehşetle kaybediyor. Bir süre sonra kızın diğer Prag Çingeneleri ile beraber SS tarafından Hitler’in cehennemi Auschwitz toplama kampına gönderildiğini öğreniyor. Bu durum yani aşkın kaybedilmesi, seven her insanda görülebileceği gibi hayallerin değişimi gibi bir etki yaratıyor. Hanta üzerine hiç vazife olmamasına karşın, Prag’da yeni kullanılmaya başlayan ve kendisinin işlettiği pres makinesi onun yanında çocuk oyuncağı gibi kalan bir teknolojik devi görmeye gidiyor. Orada preste çalışan işçilerin ne kendisine benzediğini ne de onun yaptığı gibi, kitapları ezme suçunun ağırlığıyla ezilmekten kurtulmak için içki içtiklerini görüyor. Onlar süt içiyor. Bu Hanta için dayanılmaz bir durum. Kendini pres makinesinin gürültülü yalnızlığına gömmek isteyen Hanta’ya bu kez yaşam izin vermiyor.
Okunmamış kitapların sonunu söylemek gibi bir kötülüğe imza atarak, zaten toplayamadığım şansımı lanet duyarak elden yitirme gibi bir enayiliğe imza atmam. Ancak romanın sonunun değil, yazıldığı 1970 sonrası yazarlarını, bugünün yazarlarını ve adaylarını da derinden sarsıp etkileyecek bir finale sahip olduğunu söylemeliyim. Hanta’nın roman boyunca bir yandan İsa peygamber öte yandan Lao Tzu ile olan özel ilişkisi, bir yandan din öteki yandan hiçlik ifadesi, bir yandan üslubundaki ince mizah ve aynı şekilde karamsarlığı, kitabın bir kez okunup rafa konulması kolaycılığını da yok ediyor. Gürültülü Yalnızlık, Camus’den, Sartre’dan, Kant’tan, Schopenhauer’den, Dante’den, Don Quijote’den hatta Van Gogh’tan ayrı okunamaz. Ne de olsa kitaplar başka kitaplardan çıkar. Tıpkı insanların benliklerini sevdikleri, nefret ettikleri ve ihanete uğradıkları insanların benliklerinden yeniden yarattıkları gibi.
Gürültülü Yalnızlık son yıllarda okuduğum en nitelikli, en heyecanlı ve en öğretici romandı. Kitap bitsin de incelemesini yazayım diye kıvrandım durdum. Hatta yüz beş sayfayı iki günde bitirmemek için kendimi durdurdum. Metni eze eze okudum. Böyle yazarak eleştirmen dedikleri için kendime iyi etmiyorum belki, ama bu tür metinleri okumadığım zamanın boşa geçtiğini kayda düşmeden bitirmek istemiyorum.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Serkan Parlak, Edebiyathaber, 10 Ocak 2019 1970’te Meksika’nın Actopan şehrinde doğan Yuri Herrara, öğrenimini çeşitli üniversitelerde siyaset bilimi, yaratıcı yazarlık ve edebiyat üzerine yaptı. Önümüzdeki aylarda yine Notos Kitap tarafından yayınlanacak olan Krallığın İşleri ve Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler romanlarıyla İspanya’da önemli ödüllere layık görüldü. Hürriyet Kitap Sanat Eki jürisi tarafından geçtiğimiz yılın en iyi …
Haden Öz, Oggito, 17 Şubat 2020 Yazarlar ve şairlerle kısa kısa sorular ve yanıtlar içeren söyleşilerimizi sürdürüyoruz. Hızlı sorular, hızlı yanıtlar. Her yazarın dünyasına bir ışık düşürecek söyleşiler. Sorularımızı bu kez öykü yazarı Çiyil Kurtuluş’a sorduk, kısa yanıtlarımızı aldık. Hangi yazar, şair veya karakterle bir gününüzü geçirmek isterdiniz? Neden? Çiyil Kurtuluş: Aklımda birkaç kişi var, hiçbiri buralı değil ama …
Semih Gümüş, Oggito, 7 Şubat 2020 “Ben ancak tastamam yani eksiksiz olmaya gayret edebilirim.” Çiyil Kurtuluş ikinci öykü kitabı Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı‘nı yayımladı. İlk kitabı Kasırga ve Yabanmersinleri‘nden sonra. Öyküye verdiği emek, kendine özgü bir öykü dili yaratma ısrarı, kendi öykü anlayışını kararlılıkla sürdürme çabası, Çiyil Kurtuluş’u günümüz öykücüleri arasında özel bir yere koyuyor. Onunla öykücülüğü ve öykü …
Ferruh Tunç, Oggito, 3 Temmuz 2020 ŞİİRSELLİK Şiirsel bir dili olduğu söylenen öykü ve romanlardan ürküyorum. Çoğunlukla roman ya da öykü olamayan eserlerin mazereti oluyor böyle niyetler ve nitelemeler. Sözüm ona şiirselliği, kararsız bir nesirde biçem ve duyarlık bütünlüğünü sağlamak üzere katkı malzemesi olarak kullanmaya çalışanlar var; bana öyle geliyor ki, nesir türüne özgü avantajları …
Yalnızlık
Erdinç Akkoyunlu, Oggito, 8 Ekim 2019
Bohumil Hrabal orta yaşı devirmiş ve hayatı boyunca hep aynı işi yapmış Hanta üzerinden yaşamın tekdüzeliği, yaşlılık hayalleri gibi kavramları anlatırken okuru sıkmıyor, yoğun betimlemelerle yormuyor. Zamana müdahale eden, onu değiştiren ve dönüştüren bir yazar değil.
“Her yalnızlığın gürültüsü kendine göredir.”
Edebiyat tarihinde çok az sayıdaki metin, okuduğunuzda roman sanatına ilişkin soruları ciddi şekilde sordurur. Bu da kuşkusuz, o romanın gücünden kaynaklı. Ancak burada bir anlaşmazlık da yaşanmıyor değil: Kitapların başka kitapların içinden çıktığına inanmayan bir okur kitlesi var ve onlar okudukları metnin her şeye kadir olduğunu düşünüyorlar. Romanı ve yazarını kutsuyor, onları edebiyat tarihinde oturtacak büyüklük tahtını bir türlü yakıştıramıyor. Oysa ki tüm romanlar, “şövalye romanlarını okuya okuya onlardan etkilenerek” kendini şövalye zanneden Don Quijote‘nin roman biçimi, kurgusu ve ikliminden çıktı. Bu, bir çeşit romanlardan etkilenen bir romanın diğer bütün romanları etkilemesi devinimi. O yüzden bazı kitapları okuduğunuzda bu birbirinin içinden çıkma haliyle daha sert ve acımasız şekilde yüzleşmek mümkün. Tıpkı Çek yazar Bohumil Hrabal’ın Gürültülü Yalnızlık romanında olduğu gibi.
Hitler’in Yılları
İlgilenenlerin dikkatini çekmiştir: Kimi eleştirmenler salt metnin röntgenini çeker ve romanın akışına müdahale etmeden bir analiz yazar. Bazıları da benim yaptığım gibi, metinden aldıklarını bir başka edebi metne dönüştürür, ayrı bir soruya yol açar bu durum. Hrabal’ın Gürültülü Yalnızlık eserini ele almak iki disiplinden de beslenmeyi mecbur kılıyor. İsmini romanın sonlarına kadar öğrenemediğimiz Hanta’nın otuz beş yılını geçirdiği kâğıt presleme atölyesindeki hayatı, II. Dünya Savaşı’nın yıkımından sona erişine değin bir süreci kapsıyor. Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’daki bir dehlizde, tepesindeki delikten atılan kitapları, gazeteleri ve ünlü ressamların eserlerinin kopyalarını preslemekle uğraşan Hanta, kimi önemli kitapları ezmekten çok hoşlandığı presinden çekip alıyor. Ve kâğıt presleme işini aralıksız sürdürüyor. Kimi romanlar olay örgüsünü önemseyerek oluşturulur, ama 19. yüzyıl klasiklerinin temel numarası olan bu yöntem Gürültülü Yalnızlık‘ın yazıldığı 1960’lardan sonra yerini “anlatmadan anlatmak” diye tanımlanabilecek az betimlemeli hikâyeye bıraktı. Hrabal da romanında bu teknikle beraber okurların, II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’yı büyük bir dehşet ve korku ile tanıştıran Hitler’in kitap toplama ve yok etme hastası olduğuna dair genel bilgisine sesleniyor. Hitler’in kötülük ordusu SS’lerin topladıkları kitaplar yakılmadıkları zaman, kendi propagandalarının yazılacağı metinlere dönüşmeden önce, preslere yollanıyordu. İşte Prag’daki o tarz bir presin başında Hanta vardı. Otuz beş yıldır büyük bir istikrarla kitap başta olmak üzere her türlü yazılı metni presleyen Hanta, sadece bu işe bağımlı bir çalışan değil. Evet, emekli olduğu zaman tıpkı emekli olan demiryolu işçisi dayısının bir vagonu alıp evine taşıması gibi, bu yaşlı presi alarak yanında götürmenin hayallerini kuruyor Hanta. Aynı zamanda, bu presle kağıtları ezerken kendisinin hem ruhsal hem de fiziksel varlığının da ezildiğinin, küçüldüğünün farkında. Bu kitap celladı her ne kadar işini çok severek yapsa ve tam infaz anında bazı kurbanlarını kurtarsa da presin tonlarca baskı ağırlıyla beraber ruhunun da ezildiğini biliyor, üstelik bunu anlatmaktan da çekinmiyor. Boyunun da çalıştığı süre boyunca gitgide kısalması, hem yaşlılığın doğal sonucuna bir atıf hem de edebiyattaki imgelemin basit anlatıyla ne kadar derinleştirilebileceğinin bir göstergesi. Zaten Bohumil Hrabal imgeleri bu denli yerli yerinde kullanmasaydı, bugün Nobel Edebiyat Ödülü almadığına hepimizin çok üzüldüğü hemşerisi Milan Kundera’yı, Kundera’nın kendi ifadesiyle bu kadar derinden etkileyebilmeyi başarabilir miydi?
Yeraltına İnelim mi?
Romanın başlarında önce annesini kaybeden ve görece Albert Camus’nün Yabancı eserinin başına gelen olaydakinden farksız tepki vermeyen Hanta, giderek yitirdiğini düşündüğü ruhunun inceliklerini tamamlarmış gibi, kitap kurtarma işine aralıksız devam ediyor. Öte yandan, kitapların başka kitapların içinden çıktığına ilişkin düşüncesini korkusuzca dile getiriyor. Çünkü o dönemde Hitler’in düşünmediği bir şeyi dile getirmenin en hafif cezası toplama kamplarına gönderilerek fırınlarda yakılmak.
Böyle bir ortamın hüküm sürdüğü Prag’da yaşayan Hanta ise kurtarıp okuduğu metinler arasındaki bir bilimsel araştırmada, fareler ile sıçanlar arasında, yeraltında büyük bir savaşın yaşandığını öğreniyor. Kendisi de bir anlamda yeraltında yaşayan bu yaşlı adam, gerçek yeraltının seslerine kulak kabartıyor. Artık Hanta için çekilen her sifonun, kanalizasyona düşen her prezervatifin, gidere akıtılan her adet kanının başka bir değeri ve önemi var. Yeraltının seslerini dinleyen Hanta, fare yavrularını preste ezmeyi bir hobiye dönüştürürken, yeraltının pis, karanlık ve korkutucu dünyasının o dönemde yerüstünde yaşanan dünyadan daha aydınlık olduğunu anlatıyor. Çünkü yer üzerindeki dünyada insanlar ırkçılık nedeniyle birbirini öldürüyor.
Kahramanımız Hanta vaktinin büyük bölümünü presinde kitap ve kâğıtları ezerek geçirirken, ara sıra yeryüzüne çıkıyor. Dayısını ziyarete gidiyor, onun bilgeliğinden yararlanıyor, sonra Prag Çingeneleri ile zaman geçiriyor. Onların aşk ve tutku dolu hayatlarına büyük bir özgürlükle girip çıkıyor. Ancak aklı hep presinde, ezeceği kitaplarında ve emekli olduğunda bu aleti yanında götürmekte. Bohumil Hrabal orta yaşı devirmiş ve hayatı boyunca hep aynı işi yapmış Hanta üzerinden yaşamın tekdüzeliği, yaşlılık hayalleri gibi kavramları anlatırken okuru sıkmıyor, yoğun betimlemelerle yormuyor ve dönemle ilgili ajitasyon yapmıyor. O zamana müdahale eden, onu değiştiren ve dönüştüren bir yazar değil. Sadece var olana farklı, hatta yeraltından bir bakış açısı ile yaklaşıyor. Roman ilerledikçe Hanta’nın kurtardığı ve okuduğu kitaplar artıyor, buna ünlü ressamların kopya eserleri de dahil oluyor. Fare yavruları, ara sıra gittiği birahanelerde üzerinden atlamayı bir oyun haline getiriyor. Yeraltına daha uyum sağlamak için kahramanımız yıkanmayı ve temizlenmeyi reddediyor. Böylece Hrabal bize, kendini her an temizleyen insanların ruhen ve vicdanen temiz olmadıklarını anlatan bir edebi lezzeti tattırıyor.
Bir Aşk Kaybedilince
İlerleyen bölümlerde dayısını hiç kimsenin istemeyeceği bir ölüm sonucu kaybeden Hanta, yine burada annesinin vefatından farksız bir tutum takınıyor. Ama o günlerde bu kaybın bilinçaltı etkisiyle bir Çingene kızıyla ilişki kuruyor. Hatta onu bir uçurtmanın rüzgâra kapılışında rüyadan farksız bir dehşetle kaybediyor. Bir süre sonra kızın diğer Prag Çingeneleri ile beraber SS tarafından Hitler’in cehennemi Auschwitz toplama kampına gönderildiğini öğreniyor. Bu durum yani aşkın kaybedilmesi, seven her insanda görülebileceği gibi hayallerin değişimi gibi bir etki yaratıyor. Hanta üzerine hiç vazife olmamasına karşın, Prag’da yeni kullanılmaya başlayan ve kendisinin işlettiği pres makinesi onun yanında çocuk oyuncağı gibi kalan bir teknolojik devi görmeye gidiyor. Orada preste çalışan işçilerin ne kendisine benzediğini ne de onun yaptığı gibi, kitapları ezme suçunun ağırlığıyla ezilmekten kurtulmak için içki içtiklerini görüyor. Onlar süt içiyor. Bu Hanta için dayanılmaz bir durum. Kendini pres makinesinin gürültülü yalnızlığına gömmek isteyen Hanta’ya bu kez yaşam izin vermiyor.
Okunmamış kitapların sonunu söylemek gibi bir kötülüğe imza atarak, zaten toplayamadığım şansımı lanet duyarak elden yitirme gibi bir enayiliğe imza atmam. Ancak romanın sonunun değil, yazıldığı 1970 sonrası yazarlarını, bugünün yazarlarını ve adaylarını da derinden sarsıp etkileyecek bir finale sahip olduğunu söylemeliyim. Hanta’nın roman boyunca bir yandan İsa peygamber öte yandan Lao Tzu ile olan özel ilişkisi, bir yandan din öteki yandan hiçlik ifadesi, bir yandan üslubundaki ince mizah ve aynı şekilde karamsarlığı, kitabın bir kez okunup rafa konulması kolaycılığını da yok ediyor. Gürültülü Yalnızlık, Camus’den, Sartre’dan, Kant’tan, Schopenhauer’den, Dante’den, Don Quijote’den hatta Van Gogh’tan ayrı okunamaz. Ne de olsa kitaplar başka kitaplardan çıkar. Tıpkı insanların benliklerini sevdikleri, nefret ettikleri ve ihanete uğradıkları insanların benliklerinden yeniden yarattıkları gibi.
Gürültülü Yalnızlık son yıllarda okuduğum en nitelikli, en heyecanlı ve en öğretici romandı. Kitap bitsin de incelemesini yazayım diye kıvrandım durdum. Hatta yüz beş sayfayı iki günde bitirmemek için kendimi durdurdum. Metni eze eze okudum. Böyle yazarak eleştirmen dedikleri için kendime iyi etmiyorum belki, ama bu tür metinleri okumadığım zamanın boşa geçtiğini kayda düşmeden bitirmek istemiyorum.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
“Neden bütün bu kavga? Hep bir avuç kül için…”
Serkan Parlak, Edebiyathaber, 10 Ocak 2019 1970’te Meksika’nın Actopan şehrinde doğan Yuri Herrara, öğrenimini çeşitli üniversitelerde siyaset bilimi, yaratıcı yazarlık ve edebiyat üzerine yaptı. Önümüzdeki aylarda yine Notos Kitap tarafından yayınlanacak olan Krallığın İşleri ve Dünyanın Sonunu Önceleyen İşaretler romanlarıyla İspanya’da önemli ödüllere layık görüldü. Hürriyet Kitap Sanat Eki jürisi tarafından geçtiğimiz yılın en iyi …
Çiyil Kurtuluş: “Okumanın olmadığı yerde yazmanın da bir ömrü var.” (Söyleşi)
Haden Öz, Oggito, 17 Şubat 2020 Yazarlar ve şairlerle kısa kısa sorular ve yanıtlar içeren söyleşilerimizi sürdürüyoruz. Hızlı sorular, hızlı yanıtlar. Her yazarın dünyasına bir ışık düşürecek söyleşiler. Sorularımızı bu kez öykü yazarı Çiyil Kurtuluş’a sorduk, kısa yanıtlarımızı aldık. Hangi yazar, şair veya karakterle bir gününüzü geçirmek isterdiniz? Neden? Çiyil Kurtuluş: Aklımda birkaç kişi var, hiçbiri buralı değil ama …
Çiyil Kurtuluş: “Yalınlığın ya da kontrollü olmanın duyguyu dışarda bıraktığını düşünenlerden değilim.” (Söyleşi)
Semih Gümüş, Oggito, 7 Şubat 2020 “Ben ancak tastamam yani eksiksiz olmaya gayret edebilirim.” Çiyil Kurtuluş ikinci öykü kitabı Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı‘nı yayımladı. İlk kitabı Kasırga ve Yabanmersinleri‘nden sonra. Öyküye verdiği emek, kendine özgü bir öykü dili yaratma ısrarı, kendi öykü anlayışını kararlılıkla sürdürme çabası, Çiyil Kurtuluş’u günümüz öykücüleri arasında özel bir yere koyuyor. Onunla öykücülüğü ve öykü …
Hrabal’ın Gürültülü Yalnızlığı Üzerine Notlar
Ferruh Tunç, Oggito, 3 Temmuz 2020 ŞİİRSELLİK Şiirsel bir dili olduğu söylenen öykü ve romanlardan ürküyorum. Çoğunlukla roman ya da öykü olamayan eserlerin mazereti oluyor böyle niyetler ve nitelemeler. Sözüm ona şiirselliği, kararsız bir nesirde biçem ve duyarlık bütünlüğünü sağlamak üzere katkı malzemesi olarak kullanmaya çalışanlar var; bana öyle geliyor ki, nesir türüne özgü avantajları …