Paulina Flores’in ilk öykü derlemesini Humilation (Notos Kitap Ne Rezalet adıyla yayımladı), posta kutumda bulmak oldukça sıradan bir günün ortasında bir parça sihirle karşılaşmak gibiydi. Öyküler kitabın kapağını kapadıktan çok sonra da sizinle kalıyor. Sayfaları çevirdikçe karakterler sizi büyülüyor, esir alıyor, kusursuz yazına müsamaha göstermekte nasıl bir güç olduğunu size hatırlatıyor.
Alejandro Zambra kitap hakkında şöyle yazdı: “Anlaşmazlıkların geçiciliğini yakalıyor, hataların kendisinin onları paylaşmaktan daha önemsiz olduğu ânı.” Her öykü kendi içinde kenetli ama aynı zamanda kitabın tamamına birleştirici bir his yayıyor – hiçbir öykü tek başına değil gibi hissediliyor.
Flores’in kitabı bir tür ortaklık duygusu ortaya çıkarıyor, insan hayatını oluşturan bütün ufak, sıkıntılı, kırılgan anlara bir çağrı. Büyüme döneminde sahip olmayı sıklıkla dilediğim bir kılavuz: Kitap bana bunu sağlıyor.
Haley Sherif: Anne Carson, Nox’ta şöyle yazıyor: “Beşeri sözcüklerin şalteri yoktur. Ama şu karanlıktaki ufak tefek kaçaklar… çevirmek istediğiniz sayfaya döndüğünüzde zihninizde takılıp durur.” Sözcüklerinizin ana diliniz İspanyolcadan farklı dillere çevrileceğinde doğranmış olabileceğini bilmeniz sizin için fiziksel bir deneyim olarak ne ifade ediyor? Çeviride kaybolacak şeyler için endişelendiniz mi?
Paulina Flores: Bu alıntıyı bana gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. Eğer doğru anladıysam, Anne Carson (bayılırım ona) çevirinin bütünüyle uydurma olduğunu söylüyor. Katılıyorum, bana göre dille ilgili her şey uydurmadır. Yazarken her seferinde karanlıkta el yordamıyla dolaşıyor gibi hissederim. Sözcüklerle uğraşmak bir maceradır, kör gibi değil ama karanlıkta. Macera esnasında bir fark ya da “şalter” ortaya çıkar ve bana bu çok güzel gelir.
Yazar olmaya karar verdiğimde tek arzum sevdiğim şeyi yapmaktı; yapabiliyor olmanın keyfini çıkarmaktan fazlasını hiç istemedim. Bu nedenle “en nihayetinde çevrilecek olmak” benim için çok bir anlam ifade etmiyor. Ben bir kadın yazarım, Güney Amerikalı ve genç. Çevrilmek bana sadece mutluluk ve şükran getirir – bir tür “minnettarlık” ama itaatkârlık değil.
Kontrolü kaybetmek her zaman zor gelir ama yazının düş gücünü çalıştırması, okurun zihninde tekrarlanıp duran sözcükler ve her bir sembolün arasındaki boşluklar yüzünden hiçbir zaman ona sahip değildin zaten.
HS: Ne Rezalet adlı kitabınızda her bir öykü mutlak bir utancı, kabalığı ya da daha derin başka bir şeyi açığa çıkarıyor. Kitabınızın birleştirici temasına nasıl karar verdiniz? Dünyanın şimdiki haliyle bir alakası olabilir mi? Bu öyküler hayatınızdan ya da gerçek olaylardan mı esinlendi?
PF: İlk kitabım Ne Rezalet ile bir şekilde yazmayı öğrendim. Sanırım en bilinçli endişem tartışmacı yapısı oldu; temalara gelince, hepsi oldukça içgüdüseldi.
Tarkovsky’nin filmi Solaris’in sonunda Kevin şöyle bir şey der: “Utanç, insanlığı kurtaracak olan bu.” Bence utanç ya da mahcubiyet kimselere anlatmak istemediğimiz, çok mahrem bir his, tıpkı sırlarımız gibi. Böylesi mahremiyet kasvetli olabilir ancak aynı zamanda sizi güçlü de kılar. Ve sanırım kitaptaki çoğu karakterin başına gelen de bu.
Öyküler hayatıma dayanmıyor ama sahiden de bazı gerçek olaylardan bir şeyler aldılar. Kız kardeşim, yazarken yaptığımın gerçek bir hikâyeyi bükmek olduğunu söyler: al bir anekdotu, onu başka bir şeye dönüştür. Örneğin, “Talcahuano” öyküsü bir arkadaşımın arkadaşının anlattığı bir hikâyeden doğdu. Ötekiler de gözlemlediğim ufak sahnelerden doğdu, “Ne Şanslıyım”da olduğu gibi. Şimdi düşündüğümde, bu güzel bir rastlantıydı, yaşadığım apartman binasının koridorlarında tanık olduğum aile kavgası kısa sürdü ama bir fotoğraf gibi zihnime yerleşti, tam da ana karaktere yakıştırıldığı gibi. Tahminim bu her şeyi anlatıyor: Yazarken ne anlama geleceğini bilmiyordum ama hissiyat oradaydı.
HS: Kitabınızdaki favori karakteriniz kim ve neden?
PF: Favori bir karakter seçeceksem aklıma hemen gelenler, Pancho Carrasco ve Tía Nana. Pancho Carrasco’nun durumunda, onu severim çünkü “Son Tatil”in karakteri Nicolas gibi o da insanlarda her zaman hayran olduğum yoğunluk ve kurnazlığa sahip. Eğlencelidirler ve zorluklarına rağmen hayattan keyif alırlar. Var olduğu için Nana teyzeye bayılırım, o biraz şöyledir, başkaları için her şeyini veren bir kadın. Birkaç yıl önce öldü, değeri bilinmemiş hayatlarına rağmen okurların onun gibileri benimkine eş bir sevgiyle hatırlayacağına inanmak hoşuma gidiyor.
HS: Bu öykü derlemesinde çok sayıda hasret var. Özellikle son öykü “Ne Şanslıyım” da bunu çok hissettim. Çok da ayrıntı vermeden, sence hasret aşağılanmayı mı doğurur ya da tam tersi? Hangisi önce gelir?
PF: Bence “Ne Şanslıyım” öyküsünün baş karakterinin durumunda, onun yaşındaki bir kadın için hasret normal kabul edilmeli. Hasret ve aşağılanma, yüreğinizde ve düşüncelerinizde ikisinin de yarı karmaşık halde bulunması mümkün.
HS: İnsanların başkalarının hayatlarına girme ve orayı terk etme biçimlerine hayran kaldım. Karakterlerinizin yaşamlarını yontma yeteneği edinmede belli bir güç mu sezdiniz?
PF: Çok teşekkür ederim; bir güç olup olmadığını bilmiyorum ama iki insan karşılaştığında her zaman bir fırsat ortaya çıkıyor sanırım, biri ötekinin farkına vardığında. Bence bu bağlantı, yenilgi ya da başarısızlıkta teselli veriyor.
HS: Kitabınıza adını veren öyküde, anlatıcı –Simona adında genç bir kız– diyor ki: “Ve bu kadarı yeterdi, bu artık her şeydi.” Şöyle hissettim, bana göre bu satırlar doğru olduğunu bildiğimiz ama sıklıkla hem görmezden geldiğimiz hem kabul etmekte zorlandığımız şeyi çok iyi özetlemiş; bu da, seçimler yapmanın domino efekti gibi sonuçları olmasının parıltılı malumu, büyümeyle gelen “bilgi” ve ebeveynlerimizi hata yapabilir görmek. Bir yetişkine karşıt bir çocuğun bakış açısından yazmanın nesi güçlü sence?
PF: Gerçek şu ki kızlar ya da gençler hakkında yazmayı amaçlamadım. Öykü derlemesinin son halini gördüğümde bile o yaşlarda çok fazla baş kahraman olduğunun farkında değildim. Belki pratik bir ihtiyaçtan ötürüydü bu, o aşamaları kısa sayılacak bir süre önce arkamda bırakmıştım, onları anlatmak için kendime daha çok güvenmiş olabilirim. Ya da belki biraz kuşakla ilgili bir şeydir bu. Tanıdığım yaşıtlarım bazen kendilerine fazla düşkün olabiliyorlar. Annem henüz yirmi beşinde iki kız sahibiydi, bir kocası vardı ve bir aile projesi. Benim şu anda çocuğum yok ve geçmiş, şimdi ve gelecekteki kendim hakkında düşünmeye daha çok vaktim var.
Ayrıca ben 90’larda büyüdüm, demokrasiye geçişte geçmişin silinmesi söz konusuydu. Şili’nin geçmişini kabullenmeyle ilgili sorunları olduğunu hissettim ve kökeni insani ilişkilerle çok örtüktü. Sembolik açıdan işsiz baba bu hayal kırıklığını temsil ediyor: Asya kriziyle çöken neoliberal Şili.
HS: Her zaman doymaz bir okur oldum. Kitabında en sevdiğim satırlardan biri “Son Tatil” adlı öykünde yer alıyor. Anlatıcı diyor ki: “Okumak bir yapboz bulmacayı bir araya getirmek gibiydi… Saklı olan bir şeyler vardı, kayıp bir parça, her zaman bulamazdın onu ve belki de hiç var olmamıştı bile.” Artarak çevrimiçi olan ve artarak ulaşılabilir olan bir dünyada bilgiye nasıl erişiyorsun? Karakterin gibi hâlâ kitaplara mı dönüyorsun? Bu aralar bazı şeyleri bilmemekte ya da anlayamamakta küçük düşürücü bir şey mi var?
PF: Evet, hâlâ kitaplara dönüyorum. Bazen şu eski iksir kitapları gibiler, hani cadı işi olanlar. Demek istediğim kitaplar güvence verir; tuhaf bir karışıma sahiptirler, biraz fiziksel, sıkıştırılmış ve sözcüklerin kendisi kadar ağır ve aynı zamanda şekilsizdirler, sadece sesler ve zihinsel fikirler. Bir kitapta yazılan bana daha çok güvence veriyor. Belki yaşlanıyorum ya da belki hep böyleydim. Çevrimiçi bilgi beni şaşkına çeviriyor ama ona inanmıyorum; inandığım şey deneyim, hikâye. Anlamadığını itiraf etmek her zaman biraz küçük düşürücüdür. Nicolas, “Son Tatil”in karakteri, çok katı biri; emin olmaya ihtiyacı var ama hâlâ kitapları kullanıyor. Demek ki sözcüklerin gizemini o da kabul etmiş.
(Rumpus)
[koo_button url=”https://notoskitap.com/yayin/paulina-flores-ne-rezalet/” type=”regular” size=”small” icon=”koo-icon-glases-2″ target=”_self”] Kitabı İncele [/koo_button]
Murat Darılmaz, K24, 3 Nisan 2020 Çiyil Kurtuluş, kırılmış, kırılmaya yüz tutmuş belki de kırılması gereken insan ilişkilerinin öykülerini anlatmayı seviyor. Hüzün barındıran öyküler büyük bir kısmı. İçlerinde çok fazla diyalogu barındırmasına rağmen (burada olumsuz bir anlam kastetmiyorum) içlerinde duygu yüklü sessizlik var. İlk söz… Öykü gibi bir edebiyat türünde kalem oynattıysanız işiniz zor demektir. Okur, …
Temel Karataş, T24 Kiminin kıyameti, kiminin yeniden doğuşu. Kiminin cehennemi, kiminin cenneti. Ama ikinci grupta olanlar, yani kıyamette yeniden doğup cehennemde cenneti yaşayabilenler hep iktidar sahipleri ve parayı elinde tutanlar! Bedenlerin Göçü, yaşadığımız kıyameti sembolize etme gayretinde bir post-apokaliptik roman. Bilimkurgu denince, çoğunluğun aklına gökyüzünde uçan tanımsız cisimler ve bunlara inip binen garip yaratıklar gelse de, …
Didem Erdiman, İnceleyeen, 12 Şubat 2020 Kimi zaman okuduğumuz bir cümle tüm duygularımızı uyandırır. O an sözcükler olduğu yerden çıkıp içimize sızar. Zihnimiz sözcükleri sıraya dizer, biraz görüntü, biraz ritim ekler. Ne zaman sözcükler gövde bulmak ister. İşte o içimizde saklı kalanlar yüreğimize dokunur, yol bulur, iz bırakır. Tıpkı Çiyil Kurtuluş’un “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” öykü kitabının …
Gültekin Emre, Radikal Kitap, 13 Mart 2015 Geri Dön Hayat’ta yirmi bir yazar, intihar etmiş bir yazarın ya da bir şairin son günü ele alınıyor. Burada Öyle Biri Yok’ta ise kaybolanların, yitirilenlerin, izleri sürülenlerin üzerine yazılan yirmi bir öykü bir araya getirilmiş. Yaşarken ölen çok olmuştur. Yaşadıklarımız hangimizi ölümle burun buruna getirmedi? Ölüp ölüp dirilmeyi yaşamayan …
Paulina Flores: “Sözcüklerle uğraşmak bir maceradır, kör gibi değil ama karanlıkta.” (Söyleşi)
Haley Sherif, çev. Özcan Yılmaz, Oggito, 12 Mart 2020
Paulina Flores’in ilk öykü derlemesini Humilation (Notos Kitap Ne Rezalet adıyla yayımladı), posta kutumda bulmak oldukça sıradan bir günün ortasında bir parça sihirle karşılaşmak gibiydi. Öyküler kitabın kapağını kapadıktan çok sonra da sizinle kalıyor. Sayfaları çevirdikçe karakterler sizi büyülüyor, esir alıyor, kusursuz yazına müsamaha göstermekte nasıl bir güç olduğunu size hatırlatıyor.
Alejandro Zambra kitap hakkında şöyle yazdı: “Anlaşmazlıkların geçiciliğini yakalıyor, hataların kendisinin onları paylaşmaktan daha önemsiz olduğu ânı.” Her öykü kendi içinde kenetli ama aynı zamanda kitabın tamamına birleştirici bir his yayıyor – hiçbir öykü tek başına değil gibi hissediliyor.
Flores’in kitabı bir tür ortaklık duygusu ortaya çıkarıyor, insan hayatını oluşturan bütün ufak, sıkıntılı, kırılgan anlara bir çağrı. Büyüme döneminde sahip olmayı sıklıkla dilediğim bir kılavuz: Kitap bana bunu sağlıyor.
Haley Sherif: Anne Carson, Nox’ta şöyle yazıyor: “Beşeri sözcüklerin şalteri yoktur. Ama şu karanlıktaki ufak tefek kaçaklar… çevirmek istediğiniz sayfaya döndüğünüzde zihninizde takılıp durur.” Sözcüklerinizin ana diliniz İspanyolcadan farklı dillere çevrileceğinde doğranmış olabileceğini bilmeniz sizin için fiziksel bir deneyim olarak ne ifade ediyor? Çeviride kaybolacak şeyler için endişelendiniz mi?
Paulina Flores: Bu alıntıyı bana gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. Eğer doğru anladıysam, Anne Carson (bayılırım ona) çevirinin bütünüyle uydurma olduğunu söylüyor. Katılıyorum, bana göre dille ilgili her şey uydurmadır. Yazarken her seferinde karanlıkta el yordamıyla dolaşıyor gibi hissederim. Sözcüklerle uğraşmak bir maceradır, kör gibi değil ama karanlıkta. Macera esnasında bir fark ya da “şalter” ortaya çıkar ve bana bu çok güzel gelir.
Yazar olmaya karar verdiğimde tek arzum sevdiğim şeyi yapmaktı; yapabiliyor olmanın keyfini çıkarmaktan fazlasını hiç istemedim. Bu nedenle “en nihayetinde çevrilecek olmak” benim için çok bir anlam ifade etmiyor. Ben bir kadın yazarım, Güney Amerikalı ve genç. Çevrilmek bana sadece mutluluk ve şükran getirir – bir tür “minnettarlık” ama itaatkârlık değil.
Kontrolü kaybetmek her zaman zor gelir ama yazının düş gücünü çalıştırması, okurun zihninde tekrarlanıp duran sözcükler ve her bir sembolün arasındaki boşluklar yüzünden hiçbir zaman ona sahip değildin zaten.
HS: Ne Rezalet adlı kitabınızda her bir öykü mutlak bir utancı, kabalığı ya da daha derin başka bir şeyi açığa çıkarıyor. Kitabınızın birleştirici temasına nasıl karar verdiniz? Dünyanın şimdiki haliyle bir alakası olabilir mi? Bu öyküler hayatınızdan ya da gerçek olaylardan mı esinlendi?
PF: İlk kitabım Ne Rezalet ile bir şekilde yazmayı öğrendim. Sanırım en bilinçli endişem tartışmacı yapısı oldu; temalara gelince, hepsi oldukça içgüdüseldi.
Tarkovsky’nin filmi Solaris’in sonunda Kevin şöyle bir şey der: “Utanç, insanlığı kurtaracak olan bu.” Bence utanç ya da mahcubiyet kimselere anlatmak istemediğimiz, çok mahrem bir his, tıpkı sırlarımız gibi. Böylesi mahremiyet kasvetli olabilir ancak aynı zamanda sizi güçlü de kılar. Ve sanırım kitaptaki çoğu karakterin başına gelen de bu.
Öyküler hayatıma dayanmıyor ama sahiden de bazı gerçek olaylardan bir şeyler aldılar. Kız kardeşim, yazarken yaptığımın gerçek bir hikâyeyi bükmek olduğunu söyler: al bir anekdotu, onu başka bir şeye dönüştür. Örneğin, “Talcahuano” öyküsü bir arkadaşımın arkadaşının anlattığı bir hikâyeden doğdu. Ötekiler de gözlemlediğim ufak sahnelerden doğdu, “Ne Şanslıyım”da olduğu gibi. Şimdi düşündüğümde, bu güzel bir rastlantıydı, yaşadığım apartman binasının koridorlarında tanık olduğum aile kavgası kısa sürdü ama bir fotoğraf gibi zihnime yerleşti, tam da ana karaktere yakıştırıldığı gibi. Tahminim bu her şeyi anlatıyor: Yazarken ne anlama geleceğini bilmiyordum ama hissiyat oradaydı.
HS: Kitabınızdaki favori karakteriniz kim ve neden?
PF: Favori bir karakter seçeceksem aklıma hemen gelenler, Pancho Carrasco ve Tía Nana. Pancho Carrasco’nun durumunda, onu severim çünkü “Son Tatil”in karakteri Nicolas gibi o da insanlarda her zaman hayran olduğum yoğunluk ve kurnazlığa sahip. Eğlencelidirler ve zorluklarına rağmen hayattan keyif alırlar. Var olduğu için Nana teyzeye bayılırım, o biraz şöyledir, başkaları için her şeyini veren bir kadın. Birkaç yıl önce öldü, değeri bilinmemiş hayatlarına rağmen okurların onun gibileri benimkine eş bir sevgiyle hatırlayacağına inanmak hoşuma gidiyor.
HS: Bu öykü derlemesinde çok sayıda hasret var. Özellikle son öykü “Ne Şanslıyım” da bunu çok hissettim. Çok da ayrıntı vermeden, sence hasret aşağılanmayı mı doğurur ya da tam tersi? Hangisi önce gelir?
PF: Bence “Ne Şanslıyım” öyküsünün baş karakterinin durumunda, onun yaşındaki bir kadın için hasret normal kabul edilmeli. Hasret ve aşağılanma, yüreğinizde ve düşüncelerinizde ikisinin de yarı karmaşık halde bulunması mümkün.
HS: İnsanların başkalarının hayatlarına girme ve orayı terk etme biçimlerine hayran kaldım. Karakterlerinizin yaşamlarını yontma yeteneği edinmede belli bir güç mu sezdiniz?
PF: Çok teşekkür ederim; bir güç olup olmadığını bilmiyorum ama iki insan karşılaştığında her zaman bir fırsat ortaya çıkıyor sanırım, biri ötekinin farkına vardığında. Bence bu bağlantı, yenilgi ya da başarısızlıkta teselli veriyor.
HS: Kitabınıza adını veren öyküde, anlatıcı –Simona adında genç bir kız– diyor ki: “Ve bu kadarı yeterdi, bu artık her şeydi.” Şöyle hissettim, bana göre bu satırlar doğru olduğunu bildiğimiz ama sıklıkla hem görmezden geldiğimiz hem kabul etmekte zorlandığımız şeyi çok iyi özetlemiş; bu da, seçimler yapmanın domino efekti gibi sonuçları olmasının parıltılı malumu, büyümeyle gelen “bilgi” ve ebeveynlerimizi hata yapabilir görmek. Bir yetişkine karşıt bir çocuğun bakış açısından yazmanın nesi güçlü sence?
PF: Gerçek şu ki kızlar ya da gençler hakkında yazmayı amaçlamadım. Öykü derlemesinin son halini gördüğümde bile o yaşlarda çok fazla baş kahraman olduğunun farkında değildim. Belki pratik bir ihtiyaçtan ötürüydü bu, o aşamaları kısa sayılacak bir süre önce arkamda bırakmıştım, onları anlatmak için kendime daha çok güvenmiş olabilirim. Ya da belki biraz kuşakla ilgili bir şeydir bu. Tanıdığım yaşıtlarım bazen kendilerine fazla düşkün olabiliyorlar. Annem henüz yirmi beşinde iki kız sahibiydi, bir kocası vardı ve bir aile projesi. Benim şu anda çocuğum yok ve geçmiş, şimdi ve gelecekteki kendim hakkında düşünmeye daha çok vaktim var.
Ayrıca ben 90’larda büyüdüm, demokrasiye geçişte geçmişin silinmesi söz konusuydu. Şili’nin geçmişini kabullenmeyle ilgili sorunları olduğunu hissettim ve kökeni insani ilişkilerle çok örtüktü. Sembolik açıdan işsiz baba bu hayal kırıklığını temsil ediyor: Asya kriziyle çöken neoliberal Şili.
HS: Her zaman doymaz bir okur oldum. Kitabında en sevdiğim satırlardan biri “Son Tatil” adlı öykünde yer alıyor. Anlatıcı diyor ki: “Okumak bir yapboz bulmacayı bir araya getirmek gibiydi… Saklı olan bir şeyler vardı, kayıp bir parça, her zaman bulamazdın onu ve belki de hiç var olmamıştı bile.” Artarak çevrimiçi olan ve artarak ulaşılabilir olan bir dünyada bilgiye nasıl erişiyorsun? Karakterin gibi hâlâ kitaplara mı dönüyorsun? Bu aralar bazı şeyleri bilmemekte ya da anlayamamakta küçük düşürücü bir şey mi var?
PF: Evet, hâlâ kitaplara dönüyorum. Bazen şu eski iksir kitapları gibiler, hani cadı işi olanlar. Demek istediğim kitaplar güvence verir; tuhaf bir karışıma sahiptirler, biraz fiziksel, sıkıştırılmış ve sözcüklerin kendisi kadar ağır ve aynı zamanda şekilsizdirler, sadece sesler ve zihinsel fikirler. Bir kitapta yazılan bana daha çok güvence veriyor. Belki yaşlanıyorum ya da belki hep böyleydim. Çevrimiçi bilgi beni şaşkına çeviriyor ama ona inanmıyorum; inandığım şey deneyim, hikâye. Anlamadığını itiraf etmek her zaman biraz küçük düşürücüdür. Nicolas, “Son Tatil”in karakteri, çok katı biri; emin olmaya ihtiyacı var ama hâlâ kitapları kullanıyor. Demek ki sözcüklerin gizemini o da kabul etmiş.
(Rumpus)
[koo_button url=”https://notoskitap.com/yayin/paulina-flores-ne-rezalet/” type=”regular” size=”small” icon=”koo-icon-glases-2″ target=”_self”] Kitabı İncele [/koo_button]
İlgili Yazılar
Öykü neye ihtiyaç duyar?
Murat Darılmaz, K24, 3 Nisan 2020 Çiyil Kurtuluş, kırılmış, kırılmaya yüz tutmuş belki de kırılması gereken insan ilişkilerinin öykülerini anlatmayı seviyor. Hüzün barındıran öyküler büyük bir kısmı. İçlerinde çok fazla diyalogu barındırmasına rağmen (burada olumsuz bir anlam kastetmiyorum) içlerinde duygu yüklü sessizlik var. İlk söz… Öykü gibi bir edebiyat türünde kalem oynattıysanız işiniz zor demektir. Okur, …
Siyasal bir kıyamet kurgusu
Temel Karataş, T24 Kiminin kıyameti, kiminin yeniden doğuşu. Kiminin cehennemi, kiminin cenneti. Ama ikinci grupta olanlar, yani kıyamette yeniden doğup cehennemde cenneti yaşayabilenler hep iktidar sahipleri ve parayı elinde tutanlar! Bedenlerin Göçü, yaşadığımız kıyameti sembolize etme gayretinde bir post-apokaliptik roman. Bilimkurgu denince, çoğunluğun aklına gökyüzünde uçan tanımsız cisimler ve bunlara inip binen garip yaratıklar gelse de, …
Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı
Didem Erdiman, İnceleyeen, 12 Şubat 2020 Kimi zaman okuduğumuz bir cümle tüm duygularımızı uyandırır. O an sözcükler olduğu yerden çıkıp içimize sızar. Zihnimiz sözcükleri sıraya dizer, biraz görüntü, biraz ritim ekler. Ne zaman sözcükler gövde bulmak ister. İşte o içimizde saklı kalanlar yüreğimize dokunur, yol bulur, iz bırakır. Tıpkı Çiyil Kurtuluş’un “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” öykü kitabının …
Gidenler ve bulunamayanlar…
Gültekin Emre, Radikal Kitap, 13 Mart 2015 Geri Dön Hayat’ta yirmi bir yazar, intihar etmiş bir yazarın ya da bir şairin son günü ele alınıyor. Burada Öyle Biri Yok’ta ise kaybolanların, yitirilenlerin, izleri sürülenlerin üzerine yazılan yirmi bir öykü bir araya getirilmiş. Yaşarken ölen çok olmuştur. Yaşadıklarımız hangimizi ölümle burun buruna getirmedi? Ölüp ölüp dirilmeyi yaşamayan …