“Trajedi ve felsefe nasıl bir araya gelebilir? ” Lev Şestov metnine bu soru ile kapı aralıyor.
Dostoyevski ve Nietzsche’nin ayaklarına bir pranga gibi vurulup peşlerini bir an olsun bırakmayan
derin ızdıraplarının izlerini mukayeseli bir okuma deneyimiyle sürmeye çalışıyor. Şestov, bu iki
yazarın hümanizm, pozitivizm ve idealizm gibi felsefi akımlara yönelik fikirlerini ise onların
metinlerinden ve yarattıkları karakterlerden yararlanarak açıklarken de bu iç içe okuma deneyimini
tekdüze olmaktan çıkarıyor.
Yazar, felsefenin yalnızca kesinlik bildiren yargılar ve evrensel değerleri içermediğini, Dostoyevski ve
Nietzsche gibi düşünürlerin yaşamlarındaki trajedilerden de bir felsefe ortaya koyabileceğini
alıntılarla sıkça belirtiyor. Nitekim Lev Şestov, eserinin girişinde “Trajedinin felsefesi umutsuzluğun,
çaresizliğin, deliliğin, hatta ölümün felsefesi anlamına mı gelir?” sorusunu bu metindeki
dönemeçlerde yanımızda bulundurmamız için bize sunuyor. Bir yandan da getirdiği tüm bu açılımların
nihai amacı bir şekilde “iki yazar bağlamında felsefe ve trajediyi yan yana getirme”ye varıyor.
Dostoyevski’nin gerçek duygusal deneyimlerini kendi fikirlerinden sırf mekanik olarak bile ayırma
olasılığı yokken eserleriyle yenilgileri arasında bir bağ olmadığını düşünmek büyük bir yanılgı olur.
Dostoyevski Yeraltından Notlar’da kürek cezasından sağlam bir biçimde yanında getirdiği ideallerini
yadsır. Çünkü zindandaki yaşamı boyunca ve ilk özgürlük yıllarında ideal saydığı şey cezası bittikten
sonra yeniden özgür bir insan olacağına dair aldatıcı bir inançtan ibarettir. Her insan gibi
Dostoyevski’de hayatında trajedi istemiyordu fakat tüm insanlar gibi umutlarını ideal sanıyor ve
hapishane anılarından kurtulmaya çalıştıkça kendini hep biraz daha dipte buluyordu. Peşini
bırakmayan bir diğer belası ise tüm bu trajedilerle birlikte gelen şu sorulardı: Kim bu kürek
mahkûmları? Beni küçümsemeleri nasıl haklı görülebilir? Neden karşılarında böyle zayıf ve sıradan
hissediyorum? Mahkûmiyetinin bitişi sonrası yazdığı tüm eserleri aslında hapishane günlerinden
yadigâr bu sorulara bir cevap niteliği taşıyordu.
Hayat, insan komedisine ve trajedisine kayıtsızca yaklaşır. Bu sorun bizi Dostoyevski’nin felsefesinden,
ardılı Nietzsche’nin acımasızlığın ilahlaştırılması kavramıyla kendini açımlayan felsefesine götürür.
Nietzsche, Dostoyevski’nin dünya görüşü gibi çelişkilerle kendini var eden biri olmuştu. “Onun için
düşünmek kendini paralamak, azap çekmek, hummalı bir titremeyle kıvranmak manasına geliyordu.”
der Şestov. Bu Dostoyevski romanlarında da aynıdır: Kahramanları mantıklı düşünmekten uzaklardır
ve her eserinde cinnet, azap, gözyaşları had safhada kendine yer bulur. Dostoyevski’nin eleştirilerini
yönelttiği sıradan insan kavramı Nietzsche’de sürü insanı kavramına evrilir. Fakat yaşamlarının belki
de birbirleriyle en büyük kesişim noktaları ikisinin de sıradanlığın yolundan rastlantılarla çıkmış
olmalarıdır. Birinde kürek cezası, diğerinde korkunç hastalık olmasaydı, onlarda sıradanlığın sınırları
içinde yaşayarak hayatlarını sonlandırabilirlerdi. Bu “sıradışı” iki insan bir bakıma efendilerinin
hizmetindeki köleler gibi özgürlüğü seçmek zorunda bırakılmışlardı.
Son olarak Şestov’un şu cümlesinde anlattığı gibi: “Artık acıyı kabullenmenin, tanımanın ve belki de
anlamanın dönemi başladı.” Dostoyevski ve Nietzsche: Trajedinin Felsefesi, sıradanların yani bizlerin
trajedisine yerinde eleştiriler getirerek içinde bulunduğumuz dönemi daha iyi yorumlayabilmemize
sebebiyet vermesi bakımından kıymetli bir kaynak olarak kitaplıklarınızda yerini almalı.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Ayşe Burak, Sabah, 23 Haziran 2012 Bu ayın bir diğer mücevher kitabı, daha doğrusu novellası ise Şilili yazar Alejandro Zambra’nın Bonzai’si… Aynı adlı filmi de geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nde gösterilen romanın yazarı olan Zambra, yeni kuşak Şilili yazarların en önemlisi olarak gösteriliyor. Bonzai onun ilk romanı olsa da, şimdiden pek çok dile çevrilmiş ve ödüller …
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 30 Mayıs 2021 C.D. Rose, ilk romanı ‘Herkes Başka Biriyken Kim Kimdir?’de unutulmuş ya da ıskalanmış kitaplar üzerine konferanslar vermek üzere bilmediği bir kente giden araştırmacının eğlenceli hikâyesini anlatıyor. Belirsizlikler etrafında gelişen, yer yer komik ve absürd bir roman. C. D. Rose, 1960’ta Manchester’da doğdu. O zamandan beri, yarım …
Esra Yalazan, Ahval, 5 Ocak 2020 Asırlardır sömürülen “kahramanlık” hikâyelerinin gerisindeki o meşum soru, insanlık tarihinde sanıldığından daha geniş bir yer kaplar: Vatana sadakatle insanlığa sadakat arasında bocalayanlar neden her dönem farklı idollere ve güce tapmanın tuzağına düşer? Üzerinden zaman geçtikten sonra anlaşılabilen gayriresmi tarih, toplumun, sistemin, muktedirin değer yargılarına itiraz edebilenlerin hikayeleriyle hakiki anlamına kavuşuyor. …
Emre Doğulu, Delikasap, 21 Haziran 2019 İNSANIN GERÇEKLİĞİNİN YAZARI VE YENİ GERÇEKLERİ, ANLAMLANDIRMAYI YARATANLARIN HİKAYESİ HEPİMİZ GİBİ ONLAR DA… YABANCILARDI. Yalnızca edebiyatın değil, felsefenin, sanatın ve estetiğin, mutluluk ve ümidin, mutsuzluk ve ümitsizliğin en temel kırılma anı başkalaşma ya da yabancılaşmadır. Peygamberler, peygamberce romanları kaleme alanlar, peygamberlere ellerindeki çekiçle saldıran filozoflar, insanın en üstün ve umut …
Sıradanın Trajik Yazgısı
Gizem Yiğit, Arka Kapak 22.sayı, Temmuz 2017
“Trajedi ve felsefe nasıl bir araya gelebilir? ” Lev Şestov metnine bu soru ile kapı aralıyor.
Dostoyevski ve Nietzsche’nin ayaklarına bir pranga gibi vurulup peşlerini bir an olsun bırakmayan
derin ızdıraplarının izlerini mukayeseli bir okuma deneyimiyle sürmeye çalışıyor. Şestov, bu iki
yazarın hümanizm, pozitivizm ve idealizm gibi felsefi akımlara yönelik fikirlerini ise onların
metinlerinden ve yarattıkları karakterlerden yararlanarak açıklarken de bu iç içe okuma deneyimini
tekdüze olmaktan çıkarıyor.
Yazar, felsefenin yalnızca kesinlik bildiren yargılar ve evrensel değerleri içermediğini, Dostoyevski ve
Nietzsche gibi düşünürlerin yaşamlarındaki trajedilerden de bir felsefe ortaya koyabileceğini
alıntılarla sıkça belirtiyor. Nitekim Lev Şestov, eserinin girişinde “Trajedinin felsefesi umutsuzluğun,
çaresizliğin, deliliğin, hatta ölümün felsefesi anlamına mı gelir?” sorusunu bu metindeki
dönemeçlerde yanımızda bulundurmamız için bize sunuyor. Bir yandan da getirdiği tüm bu açılımların
nihai amacı bir şekilde “iki yazar bağlamında felsefe ve trajediyi yan yana getirme”ye varıyor.
Dostoyevski’nin gerçek duygusal deneyimlerini kendi fikirlerinden sırf mekanik olarak bile ayırma
olasılığı yokken eserleriyle yenilgileri arasında bir bağ olmadığını düşünmek büyük bir yanılgı olur.
Dostoyevski Yeraltından Notlar’da kürek cezasından sağlam bir biçimde yanında getirdiği ideallerini
yadsır. Çünkü zindandaki yaşamı boyunca ve ilk özgürlük yıllarında ideal saydığı şey cezası bittikten
sonra yeniden özgür bir insan olacağına dair aldatıcı bir inançtan ibarettir. Her insan gibi
Dostoyevski’de hayatında trajedi istemiyordu fakat tüm insanlar gibi umutlarını ideal sanıyor ve
hapishane anılarından kurtulmaya çalıştıkça kendini hep biraz daha dipte buluyordu. Peşini
bırakmayan bir diğer belası ise tüm bu trajedilerle birlikte gelen şu sorulardı: Kim bu kürek
mahkûmları? Beni küçümsemeleri nasıl haklı görülebilir? Neden karşılarında böyle zayıf ve sıradan
hissediyorum? Mahkûmiyetinin bitişi sonrası yazdığı tüm eserleri aslında hapishane günlerinden
yadigâr bu sorulara bir cevap niteliği taşıyordu.
Hayat, insan komedisine ve trajedisine kayıtsızca yaklaşır. Bu sorun bizi Dostoyevski’nin felsefesinden,
ardılı Nietzsche’nin acımasızlığın ilahlaştırılması kavramıyla kendini açımlayan felsefesine götürür.
Nietzsche, Dostoyevski’nin dünya görüşü gibi çelişkilerle kendini var eden biri olmuştu. “Onun için
düşünmek kendini paralamak, azap çekmek, hummalı bir titremeyle kıvranmak manasına geliyordu.”
der Şestov. Bu Dostoyevski romanlarında da aynıdır: Kahramanları mantıklı düşünmekten uzaklardır
ve her eserinde cinnet, azap, gözyaşları had safhada kendine yer bulur. Dostoyevski’nin eleştirilerini
yönelttiği sıradan insan kavramı Nietzsche’de sürü insanı kavramına evrilir. Fakat yaşamlarının belki
de birbirleriyle en büyük kesişim noktaları ikisinin de sıradanlığın yolundan rastlantılarla çıkmış
olmalarıdır. Birinde kürek cezası, diğerinde korkunç hastalık olmasaydı, onlarda sıradanlığın sınırları
içinde yaşayarak hayatlarını sonlandırabilirlerdi. Bu “sıradışı” iki insan bir bakıma efendilerinin
hizmetindeki köleler gibi özgürlüğü seçmek zorunda bırakılmışlardı.
Son olarak Şestov’un şu cümlesinde anlattığı gibi: “Artık acıyı kabullenmenin, tanımanın ve belki de
anlamanın dönemi başladı.” Dostoyevski ve Nietzsche: Trajedinin Felsefesi, sıradanların yani bizlerin
trajedisine yerinde eleştiriler getirerek içinde bulunduğumuz dönemi daha iyi yorumlayabilmemize
sebebiyet vermesi bakımından kıymetli bir kaynak olarak kitaplıklarınızda yerini almalı.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Ödül Getiren İlk Roman
Ayşe Burak, Sabah, 23 Haziran 2012 Bu ayın bir diğer mücevher kitabı, daha doğrusu novellası ise Şilili yazar Alejandro Zambra’nın Bonzai’si… Aynı adlı filmi de geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nde gösterilen romanın yazarı olan Zambra, yeni kuşak Şilili yazarların en önemlisi olarak gösteriliyor. Bonzai onun ilk romanı olsa da, şimdiden pek çok dile çevrilmiş ve ödüller …
‘Olamayanlar’dan var olmayanlara
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 30 Mayıs 2021 C.D. Rose, ilk romanı ‘Herkes Başka Biriyken Kim Kimdir?’de unutulmuş ya da ıskalanmış kitaplar üzerine konferanslar vermek üzere bilmediği bir kente giden araştırmacının eğlenceli hikâyesini anlatıyor. Belirsizlikler etrafında gelişen, yer yer komik ve absürd bir roman. C. D. Rose, 1960’ta Manchester’da doğdu. O zamandan beri, yarım …
Moya’nın itiraz edebilme cesareti ve ‘Tiksinti’
Esra Yalazan, Ahval, 5 Ocak 2020 Asırlardır sömürülen “kahramanlık” hikâyelerinin gerisindeki o meşum soru, insanlık tarihinde sanıldığından daha geniş bir yer kaplar: Vatana sadakatle insanlığa sadakat arasında bocalayanlar neden her dönem farklı idollere ve güce tapmanın tuzağına düşer? Üzerinden zaman geçtikten sonra anlaşılabilen gayriresmi tarih, toplumun, sistemin, muktedirin değer yargılarına itiraz edebilenlerin hikayeleriyle hakiki anlamına kavuşuyor. …
İnsanın Gerçekliğinin Yazarı: Colin Wilson
Emre Doğulu, Delikasap, 21 Haziran 2019 İNSANIN GERÇEKLİĞİNİN YAZARI VE YENİ GERÇEKLERİ, ANLAMLANDIRMAYI YARATANLARIN HİKAYESİ HEPİMİZ GİBİ ONLAR DA… YABANCILARDI. Yalnızca edebiyatın değil, felsefenin, sanatın ve estetiğin, mutluluk ve ümidin, mutsuzluk ve ümitsizliğin en temel kırılma anı başkalaşma ya da yabancılaşmadır. Peygamberler, peygamberce romanları kaleme alanlar, peygamberlere ellerindeki çekiçle saldıran filozoflar, insanın en üstün ve umut …