Leonora Carrington’ın ‘Sırdaş Trompet’ ve ‘Korku Evi-Yedinci At’ adlı iki metni hem yazarın sürrealist kimliğini yansıtması bakımından, hem de türler arası yoldaşlığın bir yansımasını sunması açısından kıymetli metinler. Carrington’ın dünyası, hayatın gerçekliğinden yorgun düşmüş insanlığa büyülü bir kapı açıyor.
Meksikalı sürrealist sanatçı Leonora Carrington, hayal gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayan metinleriyle dikkat çekiyor. Yaşamından da izler taşıyan sanatsal kavrayışı, onunla karşılaşanları başka bir hayatın içine sokarak, dünyanın gerçekliğinden uzaklaştıran, onu başka açılardan yorumlamayı mümkün kılan bir yan barındırıyor. Carrington öldüğü zaman “son sürrealist” olarak anılıyordu ve eserlerinde bunun izlerini görebiliyoruz. Onun yazı dünyasına girmeye çalışırken şunları söyleyebiliriz; gerçekliğin çeşitli yöntemlerle esnetildiği, farklı varlıkların konumlarının aşındırıldığı, hayatın tam ortasından gibi gelen anlatının, anlık bir olağan dışılık ile okuru şaşırtan bir yazma biçimi dönüştürüldüğü bir üslupla karşı karşıyayız. Bu nedenle onun yazma edimine, önemli yapıtlarından kabul edilen, ‘Sırdaş Trompet'(1) ve öykülerinin bir araya toplandığı ‘Korku Evi-Yedinci At'(2) adlı Türkçeye yeni çevrilen iki kitabı üzerinden bakmak istedim.
İNSAN, HAYVAN VE BAŞKA VARLIKLARIN TEMSİLİ
Carrington’ın metinlerinde en belirgin yan, hayvanların dünyasıyla insanların dünyası arasındaki sınırın aşındırılması; Carrington’ın kitaplarında insan-dışı ve insan devamlı bir ilişkilenme içine sokularak farklı türlerin, farklı hayatları olur düşüncesinde gedik açılıyor. Yazarın dünyasında, atlar, kediler, ayılar, kuşlar, domuzlar metnin tamamlayıcı unsuru değil bizzat öznesi konumundalar. Bu durum, André Breton’un şu cümlelerini anımsatıyor: “İnsan kendi inşa ettiği hiyerarşinin alt basamaklarına indikçe acılarını ve isteklerini anlamakta giderek zorlandığı diğer varlıklarla ilişkisinde, olanca tevazuyla, kendine dair kısıtlı bilgisini kullanıp çevresindekileri keşfetmelidir.”(3)
Bu cümle üzerine düşününce, Carrington’ın metinlerinin bahsedilenleri içerdiğini söyleyebiliriz. Çünkü yazarın kitaplarında, insan ve hayvan arasında yaratılan ikiliği belirsizleştiren, insanı hayvan üzerinde fail olarak kuran anlatıyı parçalayan, türleri birbiri içinde eriten, kaynaştıran ve hiyerarşiyi alt üst eden bir fikirsel zeminden söz edilebilir. Bunu hem ‘Korku Evi-Yedinci At’ adlı öykülerinin derlendiği metinde, hem de ‘Sırdaş Trompet’ adlı kitabında belirgin bir şekilde görüyoruz. Özellikle öykülerinde insan-dışı varlıkların temsilinde kullandığı yöntem bana Haraway’in, “insan-merkezciliğe karşı bir uyarı” yöntemi olarak geliştirdiği hilebaz figürünü de hatırlattı çünkü ona göre hilebaz figürü, “aynı zamanda insan olmayan dünyayla ilgili; biz olmayan her şeyle, onlarla sarıp sarmalandığımız, durmadan bağlantılar kurduğumuz dünyayla. Ortaklarınızı insan-merkezcileştirmek ciddi bir hatadır.”(4) Carrington, ortaklarını insan merkezci bakışın sınırlarından çıkarıyor, onları “sarıp sarmalıyor”, yaşamın tam ortasına yerleştiriyor. Onun yazısında hayvanların, akıl dışı varlıkların, hayatın öznesi olduğu bir yanla karşılaşıyoruz; yazar, dünyanın tüm türlerini ve metafizik varlıkları ortak ve eşit bir şekilde temsil etmeyi başarıyor. Ayrıca sihirler, büyüler, kutsal metinlerden semboller ve kişiler de yazarın metinlerinin öne çıkan yanlarından. Carrington’ın yazısında kadınlar, hayvanlar ve diğer varlıklarla birlikte başrolü alıyor. Yazar, özellikle kadınlar ve diğer varlıklar arasında yoldaşlık ilişkisi kuruyor, anlatısını dişil diyebileceğimiz bir dille oluşturuyor.
Carrington’ın temel metinlerinden biri olarak görülen ve fantastik edebiyatın da öncülerinden sayılan kitabı, ‘Sırdaş Trompet’, doksan iki yaşındaki Marian Leatherby adlı karakterin, ailesi tarafından huzur evine kapatılması hikâyesiyle başlıyor. Bu metin, başlangıçta “sıradan” yaşlı bir kadının hayatının anlatısı izlenimi verse de sonrasından gelişen olaylar bizi yazarın bahsettiğimiz o gerçek üstü dünyasına götürüyor. Leatherby ve arkadaşı Carmella arasındaki yoldaşlık ilişkisi de bu metnin anmaya değer yanlarından, özellikle de Carmella’nın rehberden seçtiği hiç tanımadığı insanlara gönderdiği fantastik birer öyküye dönüşen mektupları, metnin çok katmanlı boyutunun sadece bir parçasını oluşturuyor. Bu iki karakter arasındaki ilişki, bazen komik bazen de hüzünlü bir dünyaya sokuyor okuru. Karakterimiz, ailesinin kendisini istemediğini Carmella’nın ona hediye ettiği işitme trompeti sayesinde fark ediyor. Torunu Robert’ın, “Babaannem pek de insan olarak sınıflandırılacak gibi değil. O, suları damlayan çürümüş bir et torbası” cümlelerine epey kırılmış olsa da Leatherby için yaşlı olmak veya bir hayvana benzetilmek o kadar önemli bir durum değil; tam tersine karakter için yaşlılık birçok anlamda özgürlüğün yolunu açıyor, hayvanlar ise her zaman insanlardan önce geliyor. Onun yaşamında kedileri, tavukları ve Carmella var, huzurevine gönderilmesine de en çok onlardan ayrılacağı için üzülüyor. Ama huzurevi hiç de tahmin ettiği gibi bir yer çıkmayınca, (gri duvarları olan, etrafı demirlerle çevrili bir kapatılma kurumu olarak hayal ediyor) herkesin kendi başına kaldığı çeşitli küçük kulelerden oluşan yapıların olduğu bir yer olunca, başlangıçta zorlansa da onun için pek sorun olmuyor burada bulunmak. Elbette bir kurumda olabilecek türden şeyler burada da var; kötü yöneticiler, disiplin, sınırlı yemek gibi ama karakterin neyse ki bunlarla başa çıkabilecek bir hayal gücü var. Carrington’ın asıl anlatısı da burada başlıyor aslında, artık sıradan bir dünyada değiliz; yaşlı oldukları için aileleri tarafından bu yere bırakılmış birbirinden farklı özellikleri olan, çikolata seven, porto şaraba bayılan, gerektiğinde yönetime isyan eden kadınların dünyasındayız ki bu dünya sonradan, gerçeküstü pek çok olaya tanık ediyor okuru. ‘O, SULARI DAMLAYAN ÇÜRÜMÜŞ BİR ET TORBASI’
BEDEN
Carrington’ın yazısında bedenin her şekilde olumlanıp öne çıkartıldığını görüyoruz hatta direnmek için de bedenin işe koşulduğunu söyleyebiliriz. ‘Sırdaş Trompet’te yaşlılardan biri cinayete kurban gidiyor. Yönetim buna bir türlü inanmayınca kendi yaşamlarından endişe eden kadınlar, Carmella’nın önerisiyle açlık grevi yapıyorlar. Benzer bir şekilde ‘Korku Evi-Yedinci At’ kitabında yer alan, “Oval Hanımefendi” adlı öyküsünün karakteri de babasının baskısına karşı, bedenini aç bırakarak direniyor. Böylece, iki örnekte de otorite figürlerine direnmenin yolunun, bedeni işlevselleştirmekten geçtiğine tanık oluyoruz. Bu aynı zamanda uyanmanın ve özgürlüğü fark etmenin bir yolu olarak da karşımıza çıkıyor. Örneğin, ‘Sırdaş Trompet’in karakterlerinden Georgina, isteklerinin kabul edilmesi (cinayet işlediğini düşündükleri yönetime yakın iki kadının huzurevinden atılması) sonucunda, normale geri dönülmesini buyuran yönetime şöyle söylüyor: “Özgürlük bize yaşamımızın birazcık geç bir döneminde gelmişse de ondan yine vazgeçmeye niyetimiz yok. Birçoğumuz yaşamlarımızı baskıcı ve aksi kocalarla geçirdi. Nihayet bunlardan kurtulduğumuzda, oğullarımız ve kızlarımız tarafından bezdirildik, onlar artık yalnız bizi sevmemekle kalmıyor, bizi bir yük, şaka ve utanç konusu olarak değerlendiriyorlardı.” Kısacası, açlık grevi sadece taleplerinin kabul edilmesiyle sonuçlanmıyor, bir yandan da özgürlüğü tamamen ele geçirmenin bir yolu olarak gösteriliyor. “Oval Hanımefendi” öyküsünün karakteri de kendisine büyümeyi dayatan babasına karşı açlık greviyle direnirken şöyle söylüyor; “İçmem de yemem de. Babamı, o piçi protesto ediyorum.” Carrington’ın yazısında, beden her şekilde işlevsel kılınıyor, başka türlerle iç içe geçmiş bedenler, direnen bedenler, dönüşen bedenler, yaşın ilerleyişiyle bedenin aldığı başka olumlu biçimler, beden bir akış içinde anlatının parçası kılınıyor.
Carrington’ın metinlerinde, hükümetlere ve bürokratlara da olumlu bakıldığı söylenemez, bunun yansımasını hem ‘Korku evi-Yedinci At’ kitabındaki öykülerde hem de bahsettiğimiz romanda görebiliyoruz. ‘Sırdaş Trompet’te, Carmella’nın cümleleri bahsetmeye çalıştığımızı özetleyebilir: “Milyarlarca insanın kendilerini ‘Hükümet’ diye adlandırılan iğrenç bir beyefendiler grubuna tümüyle itaat etmesini anlamak imkânsız. Sanırım bu sözcük korkutuyor insanları. Tüm gezegene yayılan bir hipnoz biçimi bu ve çok sağlıksız.” “Kraliyet Davetiyesi” adlı öyküde ise kraliçe, anlatıcıdan kendisi yerine toplantıya katılmasını isterken şunları söylüyor: “Sana bir teklifim var. Bugün benim yerime hükümetle görüşmeni istiyorum çünkü çok yorgunum. Hepsi aptal olduğundan çok zorlanmayacaksın.” Yazarın anlatısında, tüm otorite figürlerine ve kurumlara eleştirel bir bakış seziliyor. Babalar, kocalar, yöneticiler genellikle karşımıza direnilmesi gereken veya özgürlüğün yolunda engel olarak görülen kişi temsilleri olarak çıkıyor. Yazar, doğaya, kadına ve hayvana dair imgeleri ne kadar olumlu anlamda kullanıyorsa, erkekliğe, yönetime ve itaate dayalı olanı o kadar olumsuzluyor. Yine şu cümlelerde bunu görebiliyoruz: “‘Erkekleri anlamak çok zor,’ dedi Carmella.” “Umut ediyorum ki hepsi donarak ölür. Eminim hiçbir otoritenin olmaması insanlar için hoş ve sağlıklı olacaktır. İnsanlara sürekli reklamlar, sinema filmleri, polisler ve parlamentolar aracılığıyla ne düşünmeleri gerektiği söylenmeyecekse, kendileri adına düşünmek zorunda kalırlar.” Carmella’nın pek haksız olduğu söylenemez, düşünme edimimizi başkalarına bırakırsak neler olabileceğini şimdide de yeterince deneyimliyoruz.
OTORİTELER
Leonora Carrington’ın ‘Sırdaş Trompet’ ve ‘Korku Evi-Yedinci At’ adlı iki metni hem yazarın sürrealist kimliğini yansıtması bakımından, hem de türler arası yoldaşlığın bir yansımasını sunması açısından benim fikrimce kıymetli metinler. Carrington’ın dünyası hayatın gerçekliğinden yorgun düşmüş insanlığa büyülü bir kapı açıyor. Kısaca bahsedebildiğimiz bu metinler, onun iksirlerinden bir yudum alıp bir süre dünyaya başka açılardan bakmak, düşlü bir dünyada kaybolmak isteyen okurun dikkatini çekecektir diye düşünüyorum.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Burcu Bayer, Sabit Fikir, Sayı 21, Mayıs 2015 Sais Çırakları, romantik edebiyatın şaheserlerinden biri olarak raflardaki yerini alıyor. 18. yüzyılın sonlarında Jena Okulu, uzaklara bakma mütehassısları yetiştirmekle meşguldü. Schelling ve Fichte felsefelerinin etrafında kümelenmiş romantikler olarak, büyüsü bozulmuş dünyayı yeniden büyülemeye uğraşıyorlardı. Bu okulun ebedi öğrencilerinden biri olan Novalis ise neredeyse saydam bilekleri ve ateşli …
İlke Kamar, BirGün, 6 Aralık 2019 Auschwitz’i sessizlikle izleyen bir insanın uygar olması mümkün değildir! Bu yüzden Gürültülü Yalnızlık’ta Hrabal, bireyin yalnızlığını, çağın değişiminin verdiği dehşeti Hanta karakteri üzerinden özgün bir biçimde metnine taşır. Yirminci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından Bohumil Hrabal’ın otobiyografik romanı Gürültülü Yalnızlık 35 yıldır, işi kitapları hamura dönüştürmek olan fakat öncesinde seçtiği kitapları okumadan …
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 24 Temmuz 2015 Ağaçların Özel Hayatı yazınsal metnin zekice buluşları içselleştirdiği postmodern bir teknikle anlatılıyor. Roman esnektir, onun anlatım biçimlerini zenginleştirme çabası tükenmez. Eski biçimlerin yerini almış ve günümüzde romanın yazınsal temelini atan anlatım biçimleri üstünde durur yazar. Sözgelimi anlatıcının durduğu yer, romanın niteliğini belirleyen en önemli yapıtaşlarından biridir. Anlatıcıya köpeksiz …
Bürkem Cevher, K24, 8 Eylül 2016 McCarthy’nin Tenten külliyatına hâkimiyeti ve edebiyat kuramını bu külliyat üstünden şekillendirmesi okur için oldukça ilginç bir deneyim olacak. Tenten maceralarında üstü kapalı pek çok ayrıntı bu kitabı okuduktan sonra aydınlığa kavuşuyor. Çocukken hiç Tenten okumadığını söyleyen bir arkadaşım için ne kadar üzüldüğümü hatırlıyorum. Benim içinse Tenten sadece okunacak bir kitap değildi aynı zamanda …
Leonora Carrington’ın yazı dünyası
Emek Erez, Gazete Duvar, 22 Ekim 2020
Meksikalı sürrealist sanatçı Leonora Carrington, hayal gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayan metinleriyle dikkat çekiyor. Yaşamından da izler taşıyan sanatsal kavrayışı, onunla karşılaşanları başka bir hayatın içine sokarak, dünyanın gerçekliğinden uzaklaştıran, onu başka açılardan yorumlamayı mümkün kılan bir yan barındırıyor. Carrington öldüğü zaman “son sürrealist” olarak anılıyordu ve eserlerinde bunun izlerini görebiliyoruz. Onun yazı dünyasına girmeye çalışırken şunları söyleyebiliriz; gerçekliğin çeşitli yöntemlerle esnetildiği, farklı varlıkların konumlarının aşındırıldığı, hayatın tam ortasından gibi gelen anlatının, anlık bir olağan dışılık ile okuru şaşırtan bir yazma biçimi dönüştürüldüğü bir üslupla karşı karşıyayız. Bu nedenle onun yazma edimine, önemli yapıtlarından kabul edilen, ‘Sırdaş Trompet'(1) ve öykülerinin bir araya toplandığı ‘Korku Evi-Yedinci At'(2) adlı Türkçeye yeni çevrilen iki kitabı üzerinden bakmak istedim.
İNSAN, HAYVAN VE BAŞKA VARLIKLARIN TEMSİLİ
Carrington’ın metinlerinde en belirgin yan, hayvanların dünyasıyla insanların dünyası arasındaki sınırın aşındırılması; Carrington’ın kitaplarında insan-dışı ve insan devamlı bir ilişkilenme içine sokularak farklı türlerin, farklı hayatları olur düşüncesinde gedik açılıyor. Yazarın dünyasında, atlar, kediler, ayılar, kuşlar, domuzlar metnin tamamlayıcı unsuru değil bizzat öznesi konumundalar. Bu durum, André Breton’un şu cümlelerini anımsatıyor: “İnsan kendi inşa ettiği hiyerarşinin alt basamaklarına indikçe acılarını ve isteklerini anlamakta giderek zorlandığı diğer varlıklarla ilişkisinde, olanca tevazuyla, kendine dair kısıtlı bilgisini kullanıp çevresindekileri keşfetmelidir.”(3)
Bu cümle üzerine düşününce, Carrington’ın metinlerinin bahsedilenleri içerdiğini söyleyebiliriz. Çünkü yazarın kitaplarında, insan ve hayvan arasında yaratılan ikiliği belirsizleştiren, insanı hayvan üzerinde fail olarak kuran anlatıyı parçalayan, türleri birbiri içinde eriten, kaynaştıran ve hiyerarşiyi alt üst eden bir fikirsel zeminden söz edilebilir. Bunu hem ‘Korku Evi-Yedinci At’ adlı öykülerinin derlendiği metinde, hem de ‘Sırdaş Trompet’ adlı kitabında belirgin bir şekilde görüyoruz. Özellikle öykülerinde insan-dışı varlıkların temsilinde kullandığı yöntem bana Haraway’in, “insan-merkezciliğe karşı bir uyarı” yöntemi olarak geliştirdiği hilebaz figürünü de hatırlattı çünkü ona göre hilebaz figürü, “aynı zamanda insan olmayan dünyayla ilgili; biz olmayan her şeyle, onlarla sarıp sarmalandığımız, durmadan bağlantılar kurduğumuz dünyayla. Ortaklarınızı insan-merkezcileştirmek ciddi bir hatadır.”(4) Carrington, ortaklarını insan merkezci bakışın sınırlarından çıkarıyor, onları “sarıp sarmalıyor”, yaşamın tam ortasına yerleştiriyor. Onun yazısında hayvanların, akıl dışı varlıkların, hayatın öznesi olduğu bir yanla karşılaşıyoruz; yazar, dünyanın tüm türlerini ve metafizik varlıkları ortak ve eşit bir şekilde temsil etmeyi başarıyor. Ayrıca sihirler, büyüler, kutsal metinlerden semboller ve kişiler de yazarın metinlerinin öne çıkan yanlarından. Carrington’ın yazısında kadınlar, hayvanlar ve diğer varlıklarla birlikte başrolü alıyor. Yazar, özellikle kadınlar ve diğer varlıklar arasında yoldaşlık ilişkisi kuruyor, anlatısını dişil diyebileceğimiz bir dille oluşturuyor.
Carrington’ın temel metinlerinden biri olarak görülen ve fantastik edebiyatın da öncülerinden sayılan kitabı, ‘Sırdaş Trompet’, doksan iki yaşındaki Marian Leatherby adlı karakterin, ailesi tarafından huzur evine kapatılması hikâyesiyle başlıyor. Bu metin, başlangıçta “sıradan” yaşlı bir kadının hayatının anlatısı izlenimi verse de sonrasından gelişen olaylar bizi yazarın bahsettiğimiz o gerçek üstü dünyasına götürüyor. Leatherby ve arkadaşı Carmella arasındaki yoldaşlık ilişkisi de bu metnin anmaya değer yanlarından, özellikle de Carmella’nın rehberden seçtiği hiç tanımadığı insanlara gönderdiği fantastik birer öyküye dönüşen mektupları, metnin çok katmanlı boyutunun sadece bir parçasını oluşturuyor. Bu iki karakter arasındaki ilişki, bazen komik bazen de hüzünlü bir dünyaya sokuyor okuru. Karakterimiz, ailesinin kendisini istemediğini Carmella’nın ona hediye ettiği işitme trompeti sayesinde fark ediyor. Torunu Robert’ın, “Babaannem pek de insan olarak sınıflandırılacak gibi değil. O, suları damlayan çürümüş bir et torbası” cümlelerine epey kırılmış olsa da Leatherby için yaşlı olmak veya bir hayvana benzetilmek o kadar önemli bir durum değil; tam tersine karakter için yaşlılık birçok anlamda özgürlüğün yolunu açıyor, hayvanlar ise her zaman insanlardan önce geliyor. Onun yaşamında kedileri, tavukları ve Carmella var, huzurevine gönderilmesine de en çok onlardan ayrılacağı için üzülüyor. Ama huzurevi hiç de tahmin ettiği gibi bir yer çıkmayınca, (gri duvarları olan, etrafı demirlerle çevrili bir kapatılma kurumu olarak hayal ediyor) herkesin kendi başına kaldığı çeşitli küçük kulelerden oluşan yapıların olduğu bir yer olunca, başlangıçta zorlansa da onun için pek sorun olmuyor burada bulunmak. Elbette bir kurumda olabilecek türden şeyler burada da var; kötü yöneticiler, disiplin, sınırlı yemek gibi ama karakterin neyse ki bunlarla başa çıkabilecek bir hayal gücü var. Carrington’ın asıl anlatısı da burada başlıyor aslında, artık sıradan bir dünyada değiliz; yaşlı oldukları için aileleri tarafından bu yere bırakılmış birbirinden farklı özellikleri olan, çikolata seven, porto şaraba bayılan, gerektiğinde yönetime isyan eden kadınların dünyasındayız ki bu dünya sonradan, gerçeküstü pek çok olaya tanık ediyor okuru. ‘O, SULARI DAMLAYAN ÇÜRÜMÜŞ BİR ET TORBASI’
BEDEN
Carrington’ın yazısında bedenin her şekilde olumlanıp öne çıkartıldığını görüyoruz hatta direnmek için de bedenin işe koşulduğunu söyleyebiliriz. ‘Sırdaş Trompet’te yaşlılardan biri cinayete kurban gidiyor. Yönetim buna bir türlü inanmayınca kendi yaşamlarından endişe eden kadınlar, Carmella’nın önerisiyle açlık grevi yapıyorlar. Benzer bir şekilde ‘Korku Evi-Yedinci At’ kitabında yer alan, “Oval Hanımefendi” adlı öyküsünün karakteri de babasının baskısına karşı, bedenini aç bırakarak direniyor. Böylece, iki örnekte de otorite figürlerine direnmenin yolunun, bedeni işlevselleştirmekten geçtiğine tanık oluyoruz. Bu aynı zamanda uyanmanın ve özgürlüğü fark etmenin bir yolu olarak da karşımıza çıkıyor. Örneğin, ‘Sırdaş Trompet’in karakterlerinden Georgina, isteklerinin kabul edilmesi (cinayet işlediğini düşündükleri yönetime yakın iki kadının huzurevinden atılması) sonucunda, normale geri dönülmesini buyuran yönetime şöyle söylüyor: “Özgürlük bize yaşamımızın birazcık geç bir döneminde gelmişse de ondan yine vazgeçmeye niyetimiz yok. Birçoğumuz yaşamlarımızı baskıcı ve aksi kocalarla geçirdi. Nihayet bunlardan kurtulduğumuzda, oğullarımız ve kızlarımız tarafından bezdirildik, onlar artık yalnız bizi sevmemekle kalmıyor, bizi bir yük, şaka ve utanç konusu olarak değerlendiriyorlardı.” Kısacası, açlık grevi sadece taleplerinin kabul edilmesiyle sonuçlanmıyor, bir yandan da özgürlüğü tamamen ele geçirmenin bir yolu olarak gösteriliyor. “Oval Hanımefendi” öyküsünün karakteri de kendisine büyümeyi dayatan babasına karşı açlık greviyle direnirken şöyle söylüyor; “İçmem de yemem de. Babamı, o piçi protesto ediyorum.” Carrington’ın yazısında, beden her şekilde işlevsel kılınıyor, başka türlerle iç içe geçmiş bedenler, direnen bedenler, dönüşen bedenler, yaşın ilerleyişiyle bedenin aldığı başka olumlu biçimler, beden bir akış içinde anlatının parçası kılınıyor.
Carrington’ın metinlerinde, hükümetlere ve bürokratlara da olumlu bakıldığı söylenemez, bunun yansımasını hem ‘Korku evi-Yedinci At’ kitabındaki öykülerde hem de bahsettiğimiz romanda görebiliyoruz. ‘Sırdaş Trompet’te, Carmella’nın cümleleri bahsetmeye çalıştığımızı özetleyebilir: “Milyarlarca insanın kendilerini ‘Hükümet’ diye adlandırılan iğrenç bir beyefendiler grubuna tümüyle itaat etmesini anlamak imkânsız. Sanırım bu sözcük korkutuyor insanları. Tüm gezegene yayılan bir hipnoz biçimi bu ve çok sağlıksız.” “Kraliyet Davetiyesi” adlı öyküde ise kraliçe, anlatıcıdan kendisi yerine toplantıya katılmasını isterken şunları söylüyor: “Sana bir teklifim var. Bugün benim yerime hükümetle görüşmeni istiyorum çünkü çok yorgunum. Hepsi aptal olduğundan çok zorlanmayacaksın.” Yazarın anlatısında, tüm otorite figürlerine ve kurumlara eleştirel bir bakış seziliyor. Babalar, kocalar, yöneticiler genellikle karşımıza direnilmesi gereken veya özgürlüğün yolunda engel olarak görülen kişi temsilleri olarak çıkıyor. Yazar, doğaya, kadına ve hayvana dair imgeleri ne kadar olumlu anlamda kullanıyorsa, erkekliğe, yönetime ve itaate dayalı olanı o kadar olumsuzluyor. Yine şu cümlelerde bunu görebiliyoruz: “‘Erkekleri anlamak çok zor,’ dedi Carmella.” “Umut ediyorum ki hepsi donarak ölür. Eminim hiçbir otoritenin olmaması insanlar için hoş ve sağlıklı olacaktır. İnsanlara sürekli reklamlar, sinema filmleri, polisler ve parlamentolar aracılığıyla ne düşünmeleri gerektiği söylenmeyecekse, kendileri adına düşünmek zorunda kalırlar.” Carmella’nın pek haksız olduğu söylenemez, düşünme edimimizi başkalarına bırakırsak neler olabileceğini şimdide de yeterince deneyimliyoruz.
OTORİTELER
Leonora Carrington’ın ‘Sırdaş Trompet’ ve ‘Korku Evi-Yedinci At’ adlı iki metni hem yazarın sürrealist kimliğini yansıtması bakımından, hem de türler arası yoldaşlığın bir yansımasını sunması açısından benim fikrimce kıymetli metinler. Carrington’ın dünyası hayatın gerçekliğinden yorgun düşmüş insanlığa büyülü bir kapı açıyor. Kısaca bahsedebildiğimiz bu metinler, onun iksirlerinden bir yudum alıp bir süre dünyaya başka açılardan bakmak, düşlü bir dünyada kaybolmak isteyen okurun dikkatini çekecektir diye düşünüyorum.
Dipnotlar:
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
İsis’in peçesini kaldırmak
Burcu Bayer, Sabit Fikir, Sayı 21, Mayıs 2015 Sais Çırakları, romantik edebiyatın şaheserlerinden biri olarak raflardaki yerini alıyor. 18. yüzyılın sonlarında Jena Okulu, uzaklara bakma mütehassısları yetiştirmekle meşguldü. Schelling ve Fichte felsefelerinin etrafında kümelenmiş romantikler olarak, büyüsü bozulmuş dünyayı yeniden büyülemeye uğraşıyorlardı. Bu okulun ebedi öğrencilerinden biri olan Novalis ise neredeyse saydam bilekleri ve ateşli …
Hanta’nın gürültülü yalnızlığı
İlke Kamar, BirGün, 6 Aralık 2019 Auschwitz’i sessizlikle izleyen bir insanın uygar olması mümkün değildir! Bu yüzden Gürültülü Yalnızlık’ta Hrabal, bireyin yalnızlığını, çağın değişiminin verdiği dehşeti Hanta karakteri üzerinden özgün bir biçimde metnine taşır. Yirminci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından Bohumil Hrabal’ın otobiyografik romanı Gürültülü Yalnızlık 35 yıldır, işi kitapları hamura dönüştürmek olan fakat öncesinde seçtiği kitapları okumadan …
Yaratıcılığın sınırı yok
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 24 Temmuz 2015 Ağaçların Özel Hayatı yazınsal metnin zekice buluşları içselleştirdiği postmodern bir teknikle anlatılıyor. Roman esnektir, onun anlatım biçimlerini zenginleştirme çabası tükenmez. Eski biçimlerin yerini almış ve günümüzde romanın yazınsal temelini atan anlatım biçimleri üstünde durur yazar. Sözgelimi anlatıcının durduğu yer, romanın niteliğini belirleyen en önemli yapıtaşlarından biridir. Anlatıcıya köpeksiz …
Roland Barthes’ın Balzac analizi ışığında Tenten’i anlamak
Bürkem Cevher, K24, 8 Eylül 2016 McCarthy’nin Tenten külliyatına hâkimiyeti ve edebiyat kuramını bu külliyat üstünden şekillendirmesi okur için oldukça ilginç bir deneyim olacak. Tenten maceralarında üstü kapalı pek çok ayrıntı bu kitabı okuduktan sonra aydınlığa kavuşuyor. Çocukken hiç Tenten okumadığını söyleyen bir arkadaşım için ne kadar üzüldüğümü hatırlıyorum. Benim içinse Tenten sadece okunacak bir kitap değildi aynı zamanda …