Nietzsche ve Dostoyevski’nin trajedileri irdeleniyor. Kitap, yaşam izlerininin peşine düşüyor.
Yazarların eserlerini yaşamlarından yola çıkarak incelemek tartışılan bir mesele olsa da bu yönteme birçok eleştirmenin başvurduğunu yadsıyamayız. Ki aslında bazı düşünürleri anlama çabası bizi bir şekilde onların yaşam öyküleri ile ilişkili bir araştırmaya da yönlendirebilir. Örneğin; Michel Foucault’nun babasının doktor olması ve onu “tam bir erkek” yapmak için bir hastanın uzvunun kesilmesini zorla izlettirmesi, çocukluğunu mahvettiği gibi aynı zamanda bana kalırsa ileride modern tıbbi kurumlara getireceği eleştiride önemli rol oynar.
Foucault, eşcinsel kimliği nedeniyle hem ailesinden hem de 1940’lı yıllarda Fransa’da çıkarılan “aile değerlerini” koruma maksatlı bir yasadan dolayı oldukça depresif dönemler geçirmiştir. Bunun üzerine düşününce Foucault’nun cinselliğin tarihine, kaçıklık kuramına dair çalışmalarını yaşamından bağımsız düşünemeyiz gibi geliyor bana. Kısacası bazen yazarları yaşamlarıyla ilişkilendirerek değerlendirmek, bize farklı pencereler açabilir ve onları daha iyi anlamamızı sağlayabilir.
Dostoyevski ve Nietzsche: ‘Trajedinin Felsefesi’
Lev Şestov, Dostoyevski ve Nietzsche: Trajedinin Felsefesi adlı metninde böyle bir yöntem kullanıyor, bu iki yazarın yaşamında derin keder bırakan olayların izlerini eserlerinden ve karakterlerinden sürmeyi deniyor. Şestov, metninde ayrıca idealizm, pozitivizm, akılcılık, hümanizm gibi felsefi öğretilere de eleştiriler getirerek, Dostoyevski ve Nietzsche’nin bu felsefi akımlarla ilişkilenen ve ayrılan yönlerine de değiniyor.
Yazar, ele aldığı bu iki düşünce insanının yaşamının kıvrımlarına ve dönüm noktalarına erişmeye çalışırken, felsefenin illa büyük idealler, evrensel iyilikler, kesinlikli yargılar barındırmayabileceğini bazı düşünürlerin kendi yaşamlarının trajedilerinden, bir felsefe ortaya koyabileceklerine dikkat çekiyor. Dostoyevski ve Nietzsche’nin bu anlamda önemli olduğunu düşünen Şestov, okuru bu iki yazarın ortaklaşan yönleriyle de buluşturuyor.
Dostoyevski’nin trajedisi
Dostoyevski ve Nietzsche denilince düşüncemizde çok fazla mutluluk, huzur, mutlak iyilik, yüce, güzel gibi kavramlar gelmiyor. Şestov’un metinini okurken aslında çok da haksız değiller diye düşünüyorsunuz. Dostoyevski kürek cezasına çarptırılıp, haksız yere mahkûm edildiğinde kendisini cezasının biteceğine ve iyi günlerin geleceğine inandırmaya çalışıyordu.
Eserlerinde de bunun yansıması görülüyor. Ancak zamanla anlıyor ki o günlerin zihninde bıraktığı yara geçmeyecek. Böylece ideallere, iyiliğe, kardeşliğe, güzel ve yüce olan her şeye tiksintiyle yaklaşmaya başlıyor. Şestov’a göre bu onun “inançlarının yeniden doğuşu”ydu. Çünkü “hapishanede onca hayalini kurduğu yeni hayat umudu kayboldu.”
O güne kadar akıl ve vicdana dayalı bir öğretiye inanan Dostoyevski hakikat olarak gördüğü bu düşünceye inancını yitirdi. Dostoyevski kürek cezası sırasında mahkûmların kendisini hor görmesini kaldıramadı bu konuya takılı kaldı, “iyi”, “kötü”, “suçlu”, “suçsuz” gibi kavramlara bakışı değişti çünkü içten içe mahkûmlara hayranlık duyuyordu.
Bu nedenle onun kahramanları Şestov’un söylediği gibi; “yeni ve farklı bir yaşama başlama olanağı” olmayanlardan oluşuyordu. Bu trajik durum Dostoyevski’nin kürek cezası sonrası yeni hayata başlama imkânının olmadığını fark etmesiyle ilişkiliydi. Belki de Dostoyevski mahkûmluğunun izlerini dünyaya ve insana dair ideal düşüncelerle geçirebileceğini umdu başlangıçta ancak bu mümkün olmayınca onun düşüncesi “yeraltı insanları” üzerinden ruhunu bularak trajedinin felsefesine doğru evrildi ve Dostoyevski düşüncesi bilimle ittifak yapmayan, Tanrı’dan artık bir güvence gelmeyeceğini bilen bir yerde varlığını buldu.
Nietzsche’nin trajedisi
Nietzsche de başlangıçta Dostoyevski gibi hayalci ve romantikti diyor Şestov. Onun trajedisi ise özellikle İnsanca Pek İnsanca’yı yazdıktan sonra Wagner, Schopenhauer gibi öğretmenleri tarafından yalnız bırakılmasıyla başlıyor. Nietzsche’nin terk edilmişliği, yalnız olarak devam etmenin kederi ve dönüşsüz bir yol anlamına geliyor. Şestov, aslında onları öğretmenleri olarak görürken de onlara inanmadığını düşünüyor ancak nereye gideceğini bilemediği için onları öven metinler yazıyor ve bir anlamda onlara bu metinlerle de veda ediyor. Nietzsche için ikinci dönüm noktası ise yakalandığı hastalık oluyor.
O böylece doğa yasalarının kendisini soktuğu yeni bir yola giriyor. Bu yeni yola dair soruların tek bir cevabı var: “hiçbir şey”. Ayrıca, Nietzsche’nin Lutherci bir papaz ailesinden gelme olduğuna dikkat çeken Şestov, onun ruhunda olup bitenleri ancak Alman Protestan vaazlarını dinleyenlerin bilebileceğini düşünüyor. “Kuru kemikler rabbin sözlerini dinleyin” şeklinde vaazlarla büyüyen Nietzsche, hiç umut vermeyen, yol göstermeyen öğretilerin etkisini daha o günlerden içinde taşımaya başlıyor.
Bu durumun da trajediden doğan bir felsefe geliştirmesinde önemli olduğunu görüyoruz böylece. Nietzsche idealizm, pozitivizm gibi dönemin felsefi öğretilerini eleştirdi çünkü Şestov’un söylediği gibi ıstırap çeken her insanın eleştirecek bir şeye ihtiyacı vardır. Nietzsche yaşama ve kendi düşüncesine kuşkucu bir tavırla yaklaştı. Ama yine Şestov’un söylediği gibi onun kuşkuculuğu bir salon veya çalışma odası kuşkuculuğu değildi, insanın ruhuna işleyen ve hayatını sonsuza dek çığırından çıkaran bir kuşkuculuktu.
Yaşamdan çıkan düşünce
Dostoyevski ve Nietzsche yaşamlarından beslediler düşüncelerini belki de insanlığın trajedisini bize fark ettiren isimlerden oldular böylece. Bize değerler üzerine yeniden düşünme fırsatı sunan, olağan yaşamın dışında bir öğreti sundular. Onları Wagner sıradanlığından çıkaran şey Şestov’un söylediği gibi Dostoyevski’nin kürek cezası ve Nietzsche’nin amansız hastalığıydı belki de. Yani onlar: “Doğa yasalarının ve insan ahlâkının zorlayıcı yasalarının prangalarına karşı ayaklanan bu sıra dışı insanlar, kendi iradeleriyle başkaldırmıyordu: Efendilerinin hizmetinde kocayan serfler gibi özgürlüğü seçmek zorunda kalmışlardı.”
Onlar yeraltından gelip yeraltı insanını konuşturan bir düşünsel perspektif çizmişlerdi. Öğretmek, aydınlatmak gibi bir dertleri olmadığı gibi en çok doğa yasaları tarafından yaralanmışlar, horlanma ve hor görülmeyi içselleştirmişler ve yeraltı insanının düşüncesinde ortaklaşmışlardı. “En çirkin” insanlardan, suçlulardan, sıradanlardan ve onların yaşamlarından söz ederek dünyanın sadece parlayan yanını göstermediler, “iyi”, “mutlu”, “yüce” “ahlak” gibi kavramları ideal bir boyuttan çıkarıp yaşamlarının içerisinden devşirdikleriyle harmanlayarak, bilindik anlamının dışına çıkarıp, alaşağı etmeyi başardılar.
Şestov “Dostoyevski ve Nietzsche Trajedinin Felsefesi’ adlı metninde yaşamın getirdiği trajedinin nasıl bir öğretiye dönüşebileceğini, bu iki düşünürün yaşamlarının her sapağına uğrayarak eleştirel bir bakış açısıyla ele almış. Ve devamlı akıl veren aydınların, filozofların dünyanın trajedisi karşısında nasıl yarı yolda kaldığını da göstermiş böylece.
Trajedinin felsefesi
Trajedinin felsefesi hakkında sanırım şöyle bir şey söylenebilir: tüm ideallerin çöktüğü, pozitivizmin dünyaya vaat ettiklerinin bir hayal olmanın ötesine geçemediği, evrensel herkesi kapsayacak bir “iyilik” durumunun olamayacağının anlaşıldığı bir dünyada tam da günümüz insanının felsefesi.
Çünkü trajedinin dünyayı ele geçirdiği şimdilerde, insan ancak trajik bir tür olarak var olabilir. Şestov’un şu cümlelerinin anlattığı gibi; “Hiçbir toplumsal dönüşüm trajediyi yaşamdan silip atamaz; anlaşılan acıyı insanın kendini kurtarması gereken kurgusal bir gerçeklik olarak haçla şeytan savarcasına büyülü o “trajedi olmamalı” sözüyle inkâr etmenin zamanı geçti, artık acıyı kabullenmenin, tanımanın ve belki de anlamanın dönemi başladı.”
Şestov, kitabın başında “trajedinin felsefesi”nin insan aklının son genel yargısını ve çağdaş bilim olarak adlandırılan görkemli piramidin tepesini görmeye alışık okurun itirazına yol açabilir diyordu. Görkemli piramitlerin tepesini değil de daha sıradan olanın felsefesini Dostoyevski ve Nietzsche üzerinden deşifre ettiği için aslında takdire değer bir metin ortaya çıkardığını ve bu iki kelimenin yan yana gelişinden memnun olduğumu söylemeliyim. Yüce ideallerin şehvetindense sıradanın trajedisi hepimizin trajedisi olduğu için metin bize dair, içinde bulunduğumuz yaşama dair çok şey söylüyor.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Özcan Yılmaz, Oggito, 11 Şubat 2020 Öykülerinde titizlikle seçtiği sözcükler tümcelerin içinde oldukları hallerden çıkıp canlanıyor ve okuyanda iz bırakıyor. Bir keresinde, ayın yeryüzüne en yakın olduğu gecelerin birinde, arkadaşlarıma dolunayı gören bir parkta birbirimize şiir okumayı teklif etmiştim. Gülmüşlerdi. Şaka yaptığımı sanmışlardı. Çünkü 19. yüzyılda yaşamıyorduk, ihtilal döneminde doğmamıştık, ne doğaya ne insana güveniyorduk, deha nerede …
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 12 Mayıs 2013 Bir aşk hikâyesi: yavan bir söz aslında. Bonzai’de de, Eve Dönmenin Yolları’nda da iki benzersiz aşk hikâyesi yazmış Alejandro Zambra. Alejandro Zambra’nın yazdıklarını okudukça, edebiyatın ne olduğuna ilişkin bilgimizin hep sınırlı kaldığını görüyorum. Latin Amerika edebiyatında genç kuşakların büyülü gerçekçiliğin sınırlarının dışına çıktığını görüyoruz. Orada da kendilerini geleneksel …
Şahin Torun, Star Kitap, 13 Şubat 2014 Türkçe’ye ilk kez çevrilen ve Turgenyev’in ilk romanı olarak bilinen Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü yazarın 19. yüzyıl Rus aydınının büyük illeti olarak dile getirdiği bir lüzumsuzluk içinde yaşayıp giden kahramanı Çalkaturin’in romanı. Rus edebiyat tarihi içerisinde kronolojik bir sıra ile bakıldığında Çalkaturin’i en azından yazınsal önceliğini dikkate alarak …
Banu Yıldıran Genç, Birgün Pazar, 26 Temmuz 2015 “Pek bilmiyordum ama en azından şunu biliyordum: kimse kimsenin adına konuşamaz. Çünkü her ne kadar bir yabancının hikâyesini anlatmak istesek de eninde sonunda hep kendi hikâyemizi anlatırız.” Alejandro Zambra, Eve Dönmenin Yolları Siyasi tarihiyle, insanlarıyla bizlere benzediği iddia edilen Latin Amerika, edebiyat konusunda her zaman öncü, farklı …
Yaşamın trajedisi: Trajedinin felsefesi
Emek Erez, Gazete Duvar, 29 Haziran 2017
Nietzsche ve Dostoyevski’nin trajedileri irdeleniyor. Kitap, yaşam izlerininin peşine düşüyor.
Yazarların eserlerini yaşamlarından yola çıkarak incelemek tartışılan bir mesele olsa da bu yönteme birçok eleştirmenin başvurduğunu yadsıyamayız. Ki aslında bazı düşünürleri anlama çabası bizi bir şekilde onların yaşam öyküleri ile ilişkili bir araştırmaya da yönlendirebilir. Örneğin; Michel Foucault’nun babasının doktor olması ve onu “tam bir erkek” yapmak için bir hastanın uzvunun kesilmesini zorla izlettirmesi, çocukluğunu mahvettiği gibi aynı zamanda bana kalırsa ileride modern tıbbi kurumlara getireceği eleştiride önemli rol oynar.
Foucault, eşcinsel kimliği nedeniyle hem ailesinden hem de 1940’lı yıllarda Fransa’da çıkarılan “aile değerlerini” koruma maksatlı bir yasadan dolayı oldukça depresif dönemler geçirmiştir. Bunun üzerine düşününce Foucault’nun cinselliğin tarihine, kaçıklık kuramına dair çalışmalarını yaşamından bağımsız düşünemeyiz gibi geliyor bana. Kısacası bazen yazarları yaşamlarıyla ilişkilendirerek değerlendirmek, bize farklı pencereler açabilir ve onları daha iyi anlamamızı sağlayabilir.
Dostoyevski ve Nietzsche: ‘Trajedinin Felsefesi’
Lev Şestov, Dostoyevski ve Nietzsche: Trajedinin Felsefesi adlı metninde böyle bir yöntem kullanıyor, bu iki yazarın yaşamında derin keder bırakan olayların izlerini eserlerinden ve karakterlerinden sürmeyi deniyor. Şestov, metninde ayrıca idealizm, pozitivizm, akılcılık, hümanizm gibi felsefi öğretilere de eleştiriler getirerek, Dostoyevski ve Nietzsche’nin bu felsefi akımlarla ilişkilenen ve ayrılan yönlerine de değiniyor.
Yazar, ele aldığı bu iki düşünce insanının yaşamının kıvrımlarına ve dönüm noktalarına erişmeye çalışırken, felsefenin illa büyük idealler, evrensel iyilikler, kesinlikli yargılar barındırmayabileceğini bazı düşünürlerin kendi yaşamlarının trajedilerinden, bir felsefe ortaya koyabileceklerine dikkat çekiyor. Dostoyevski ve Nietzsche’nin bu anlamda önemli olduğunu düşünen Şestov, okuru bu iki yazarın ortaklaşan yönleriyle de buluşturuyor.
Dostoyevski’nin trajedisi
Dostoyevski ve Nietzsche denilince düşüncemizde çok fazla mutluluk, huzur, mutlak iyilik, yüce, güzel gibi kavramlar gelmiyor. Şestov’un metinini okurken aslında çok da haksız değiller diye düşünüyorsunuz. Dostoyevski kürek cezasına çarptırılıp, haksız yere mahkûm edildiğinde kendisini cezasının biteceğine ve iyi günlerin geleceğine inandırmaya çalışıyordu.
Eserlerinde de bunun yansıması görülüyor. Ancak zamanla anlıyor ki o günlerin zihninde bıraktığı yara geçmeyecek. Böylece ideallere, iyiliğe, kardeşliğe, güzel ve yüce olan her şeye tiksintiyle yaklaşmaya başlıyor. Şestov’a göre bu onun “inançlarının yeniden doğuşu”ydu. Çünkü “hapishanede onca hayalini kurduğu yeni hayat umudu kayboldu.”
O güne kadar akıl ve vicdana dayalı bir öğretiye inanan Dostoyevski hakikat olarak gördüğü bu düşünceye inancını yitirdi. Dostoyevski kürek cezası sırasında mahkûmların kendisini hor görmesini kaldıramadı bu konuya takılı kaldı, “iyi”, “kötü”, “suçlu”, “suçsuz” gibi kavramlara bakışı değişti çünkü içten içe mahkûmlara hayranlık duyuyordu.
Bu nedenle onun kahramanları Şestov’un söylediği gibi; “yeni ve farklı bir yaşama başlama olanağı” olmayanlardan oluşuyordu. Bu trajik durum Dostoyevski’nin kürek cezası sonrası yeni hayata başlama imkânının olmadığını fark etmesiyle ilişkiliydi. Belki de Dostoyevski mahkûmluğunun izlerini dünyaya ve insana dair ideal düşüncelerle geçirebileceğini umdu başlangıçta ancak bu mümkün olmayınca onun düşüncesi “yeraltı insanları” üzerinden ruhunu bularak trajedinin felsefesine doğru evrildi ve Dostoyevski düşüncesi bilimle ittifak yapmayan, Tanrı’dan artık bir güvence gelmeyeceğini bilen bir yerde varlığını buldu.
Nietzsche’nin trajedisi
Nietzsche de başlangıçta Dostoyevski gibi hayalci ve romantikti diyor Şestov. Onun trajedisi ise özellikle İnsanca Pek İnsanca’yı yazdıktan sonra Wagner, Schopenhauer gibi öğretmenleri tarafından yalnız bırakılmasıyla başlıyor. Nietzsche’nin terk edilmişliği, yalnız olarak devam etmenin kederi ve dönüşsüz bir yol anlamına geliyor. Şestov, aslında onları öğretmenleri olarak görürken de onlara inanmadığını düşünüyor ancak nereye gideceğini bilemediği için onları öven metinler yazıyor ve bir anlamda onlara bu metinlerle de veda ediyor. Nietzsche için ikinci dönüm noktası ise yakalandığı hastalık oluyor.
O böylece doğa yasalarının kendisini soktuğu yeni bir yola giriyor. Bu yeni yola dair soruların tek bir cevabı var: “hiçbir şey”. Ayrıca, Nietzsche’nin Lutherci bir papaz ailesinden gelme olduğuna dikkat çeken Şestov, onun ruhunda olup bitenleri ancak Alman Protestan vaazlarını dinleyenlerin bilebileceğini düşünüyor. “Kuru kemikler rabbin sözlerini dinleyin” şeklinde vaazlarla büyüyen Nietzsche, hiç umut vermeyen, yol göstermeyen öğretilerin etkisini daha o günlerden içinde taşımaya başlıyor.
Bu durumun da trajediden doğan bir felsefe geliştirmesinde önemli olduğunu görüyoruz böylece. Nietzsche idealizm, pozitivizm gibi dönemin felsefi öğretilerini eleştirdi çünkü Şestov’un söylediği gibi ıstırap çeken her insanın eleştirecek bir şeye ihtiyacı vardır. Nietzsche yaşama ve kendi düşüncesine kuşkucu bir tavırla yaklaştı. Ama yine Şestov’un söylediği gibi onun kuşkuculuğu bir salon veya çalışma odası kuşkuculuğu değildi, insanın ruhuna işleyen ve hayatını sonsuza dek çığırından çıkaran bir kuşkuculuktu.
Yaşamdan çıkan düşünce
Dostoyevski ve Nietzsche yaşamlarından beslediler düşüncelerini belki de insanlığın trajedisini bize fark ettiren isimlerden oldular böylece. Bize değerler üzerine yeniden düşünme fırsatı sunan, olağan yaşamın dışında bir öğreti sundular. Onları Wagner sıradanlığından çıkaran şey Şestov’un söylediği gibi Dostoyevski’nin kürek cezası ve Nietzsche’nin amansız hastalığıydı belki de. Yani onlar: “Doğa yasalarının ve insan ahlâkının zorlayıcı yasalarının prangalarına karşı ayaklanan bu sıra dışı insanlar, kendi iradeleriyle başkaldırmıyordu: Efendilerinin hizmetinde kocayan serfler gibi özgürlüğü seçmek zorunda kalmışlardı.”
Onlar yeraltından gelip yeraltı insanını konuşturan bir düşünsel perspektif çizmişlerdi. Öğretmek, aydınlatmak gibi bir dertleri olmadığı gibi en çok doğa yasaları tarafından yaralanmışlar, horlanma ve hor görülmeyi içselleştirmişler ve yeraltı insanının düşüncesinde ortaklaşmışlardı. “En çirkin” insanlardan, suçlulardan, sıradanlardan ve onların yaşamlarından söz ederek dünyanın sadece parlayan yanını göstermediler, “iyi”, “mutlu”, “yüce” “ahlak” gibi kavramları ideal bir boyuttan çıkarıp yaşamlarının içerisinden devşirdikleriyle harmanlayarak, bilindik anlamının dışına çıkarıp, alaşağı etmeyi başardılar.
Şestov “Dostoyevski ve Nietzsche Trajedinin Felsefesi’ adlı metninde yaşamın getirdiği trajedinin nasıl bir öğretiye dönüşebileceğini, bu iki düşünürün yaşamlarının her sapağına uğrayarak eleştirel bir bakış açısıyla ele almış. Ve devamlı akıl veren aydınların, filozofların dünyanın trajedisi karşısında nasıl yarı yolda kaldığını da göstermiş böylece.
Trajedinin felsefesi
Trajedinin felsefesi hakkında sanırım şöyle bir şey söylenebilir: tüm ideallerin çöktüğü, pozitivizmin dünyaya vaat ettiklerinin bir hayal olmanın ötesine geçemediği, evrensel herkesi kapsayacak bir “iyilik” durumunun olamayacağının anlaşıldığı bir dünyada tam da günümüz insanının felsefesi.
Çünkü trajedinin dünyayı ele geçirdiği şimdilerde, insan ancak trajik bir tür olarak var olabilir. Şestov’un şu cümlelerinin anlattığı gibi; “Hiçbir toplumsal dönüşüm trajediyi yaşamdan silip atamaz; anlaşılan acıyı insanın kendini kurtarması gereken kurgusal bir gerçeklik olarak haçla şeytan savarcasına büyülü o “trajedi olmamalı” sözüyle inkâr etmenin zamanı geçti, artık acıyı kabullenmenin, tanımanın ve belki de anlamanın dönemi başladı.”
Şestov, kitabın başında “trajedinin felsefesi”nin insan aklının son genel yargısını ve çağdaş bilim olarak adlandırılan görkemli piramidin tepesini görmeye alışık okurun itirazına yol açabilir diyordu. Görkemli piramitlerin tepesini değil de daha sıradan olanın felsefesini Dostoyevski ve Nietzsche üzerinden deşifre ettiği için aslında takdire değer bir metin ortaya çıkardığını ve bu iki kelimenin yan yana gelişinden memnun olduğumu söylemeliyim. Yüce ideallerin şehvetindense sıradanın trajedisi hepimizin trajedisi olduğu için metin bize dair, içinde bulunduğumuz yaşama dair çok şey söylüyor.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı: Etkisi Uzun Süren Öyküler
Özcan Yılmaz, Oggito, 11 Şubat 2020 Öykülerinde titizlikle seçtiği sözcükler tümcelerin içinde oldukları hallerden çıkıp canlanıyor ve okuyanda iz bırakıyor. Bir keresinde, ayın yeryüzüne en yakın olduğu gecelerin birinde, arkadaşlarıma dolunayı gören bir parkta birbirimize şiir okumayı teklif etmiştim. Gülmüşlerdi. Şaka yaptığımı sanmışlardı. Çünkü 19. yüzyılda yaşamıyorduk, ihtilal döneminde doğmamıştık, ne doğaya ne insana güveniyorduk, deha nerede …
Küçük hayatlar
Semih Gümüş, Radikal Kitap, 12 Mayıs 2013 Bir aşk hikâyesi: yavan bir söz aslında. Bonzai’de de, Eve Dönmenin Yolları’nda da iki benzersiz aşk hikâyesi yazmış Alejandro Zambra. Alejandro Zambra’nın yazdıklarını okudukça, edebiyatın ne olduğuna ilişkin bilgimizin hep sınırlı kaldığını görüyorum. Latin Amerika edebiyatında genç kuşakların büyülü gerçekçiliğin sınırlarının dışına çıktığını görüyoruz. Orada da kendilerini geleneksel …
Turgenyev’in lüzumsuz adamı: Çalkaturin, iyidir aslında…
Şahin Torun, Star Kitap, 13 Şubat 2014 Türkçe’ye ilk kez çevrilen ve Turgenyev’in ilk romanı olarak bilinen Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü yazarın 19. yüzyıl Rus aydınının büyük illeti olarak dile getirdiği bir lüzumsuzluk içinde yaşayıp giden kahramanı Çalkaturin’in romanı. Rus edebiyat tarihi içerisinde kronolojik bir sıra ile bakıldığında Çalkaturin’i en azından yazınsal önceliğini dikkate alarak …
Anılardan beslenen eşsiz bir edebiyat…
Banu Yıldıran Genç, Birgün Pazar, 26 Temmuz 2015 “Pek bilmiyordum ama en azından şunu biliyordum: kimse kimsenin adına konuşamaz. Çünkü her ne kadar bir yabancının hikâyesini anlatmak istesek de eninde sonunda hep kendi hikâyemizi anlatırız.” Alejandro Zambra, Eve Dönmenin Yolları Siyasi tarihiyle, insanlarıyla bizlere benzediği iddia edilen Latin Amerika, edebiyat konusunda her zaman öncü, farklı …