Kimi zaman okuduğumuz bir cümle tüm duygularımızı uyandırır. O an sözcükler olduğu yerden çıkıp içimize sızar. Zihnimiz sözcükleri sıraya dizer, biraz görüntü, biraz ritim ekler. Ne zaman sözcükler gövde bulmak ister. İşte o içimizde saklı kalanlar yüreğimize dokunur, yol bulur, iz bırakır. Tıpkı Çiyil Kurtuluş’un “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” öykü kitabının bende bıraktığı iz gibi.
Günümüzde bir yanımız tutsak yaşarız. Düşüncelerimiz, düşlerimiz, bedenlerimiz özgür olmak ister. Gitsek gidemeyiz, kalsak çok da istemeyiz. Zihnimizi özgür bırakır, anlar arasında dolaşırken buluruz kendimizi.
“İyi yazmanın sırrı bir cümleyi basit öğelere ayırmaktır,” der Zinsser. Çiyil Kurtuluş bunu çok iyi başarmış bir yazar. Tekrarlardan, gereksiz sıfat ve zarflardan uzak, yalın cümlelerle, kelime israfı yapmadan yazmış öykülerini. Farklı zaman kiplerinin kullanılması ise öykülere ayrı bir zenginlik katıyor.
Her bir öyküyü tiyatro oyunu tadında okudum. Bir taraftan gerçekle hayal arasında kalanlar zihnimizde oyun oynarken, diğer taraftan gerçeğin bizi tutsak eden bağları gerginlik yaratır. Kadın ve erkek arasında zaman zaman yaşanan kopuşlar, dağılan ilişkiler, bitsin mi bitmesin mi diye düşünürken verilmesi geciken kararlar ve bizi biz yapanların öyküler var kitapta.
Yazar bunları anlatırken kendine özgü bir üslup kullanır. Okuru yormadan, öyküyü anlaşılmaz yapmadan, anlatmak istediğini okurun gözüne sokmadan göstermeye dikkat eder. Bir o kadar bildik, bir o kadar tanıdık hayatlarımızla yüzleştirir bizleri. Karakterlerine müdahale etmez, sadece onlara fener tutar.
Akıp giden hayatlarımızda anlar içinde yaşadıklarımızdır kalan. Ayrıntılar da, sözler de gizli kalır sadece. O anlar gün gelir hafızamızdan bir yerden çıkmak ister. Zamanla sesi, bedeni, ruhu değişen insansa hayatındaki arayışından asla vazgeçmez.
“İlişkiyi yolunda ilerleten şey, birinin yalanının öbürünün lehine olması değil midir?” diye sorgularken, “Şu mevsimsiz domates gibi herkese gülücük dağıtırım” diyecek kadar kendini bilir öykü karakterleri.
Çiyil Kurtuluş’un itinayla seçtiği her bir öykü konusu ona uygun bir başlıkla adlandırılırken, ilk cümlenin konuya özet gibi başlaması da pek tesadüf değil elbette. Bana yakın gelen öykülerden biri “Aşk Denen Bir Şey Var” öyküsü oldu. Yuvadan ayrılmak isteyen bir genç kızın ailesini bu gerçekle yüzleştirdiği zaman aile içi yaşanan gerginliğe şahit oluruz. Erkek arkadaşın varlığından rahatsız olmayan anne baba, onun artık bir hayat arkadaşına dönüşeceğini öğrendiği zaman farklı düşünür. Her şey için daha çok erken diyen ailenin duymaktan korktuğu o cümle birden geliverir.
“Aşk denen bir şey var anne.”
En çok sevdiğim öykülerden biri de “Portakal” öyküsü. Tanıdık, bildik hayatlara götürüyor bizi yazar. Meyve tabağındaki portakal çocuğun gözünde kişileşir. Çocuk iç dünyasında yaşadığı öfkenin hıncını portakaldan almaya karar verir.
Huzursuz karakterler metinler arasında gezinirken bazen bir nesneye, bazen bir çocuğa ya da olmak istediği başka birine dönüşür. Nesne ile insan arasındaki duygu aktarımlarını yerinde anlatır yazar. Sıradan görünen bir konu, huzursuzluk, yüzleşme, iç hesaplaşma, kadın olmanın zorlukları ya da aile içi sorunlar karakterlerin devinimine ortak olan okurun zihnine yalın bir dille aktarılır.
Okumaktan keyif alınacak “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” öykü kitabı zarif kapak tasarımıyla Notos Kitap’tan çıktı. Var olandan çıkış arayanların öykülerinin devamının gelmesi dileğiyle.
Temel Karataş, T24 Kiminin kıyameti, kiminin yeniden doğuşu. Kiminin cehennemi, kiminin cenneti. Ama ikinci grupta olanlar, yani kıyamette yeniden doğup cehennemde cenneti yaşayabilenler hep iktidar sahipleri ve parayı elinde tutanlar! Bedenlerin Göçü, yaşadığımız kıyameti sembolize etme gayretinde bir post-apokaliptik roman. Bilimkurgu denince, çoğunluğun aklına gökyüzünde uçan tanımsız cisimler ve bunlara inip binen garip yaratıklar gelse de, …
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 10 Ekim 2019 20’nci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından biri sayılan Bohumil Hrabal, ‘Gürültülü Yalnızlık’ta, işi kitap imha etmek olan bir adamın hayata yabancılaşmasını ve benliğinin yavaş yavaş parçalanmasını anlatıyor. Onlar kadar uluslararası üne sahip olamasa bile -Jaroslav Hašek, Karel Apek ve Milan Kundera ile birlikte- 20’nci yüzyılın en önemli …
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 16 Temmuz 2015 Alejandro Zambra’nın Türkçedeki üçüncü romanı “Ağaçların Özel Hayatı”, tıpkı yazarın diğer romanlarında olduğu gibi bir yazar adayı kahramana sahip. Daniela adında bir kızı olan Verónica ile beraber ve her şey, Verónica’nın gittiği resim kursundan eve dönmeyişiyle başlıyor. Ancak roman için mesele Verónica’nın dönmeyişi değil. Zambra kitabında, bir hikâyenin …
Erdinç Akkoyunlu, Oggito, 8 Temmuz 2019 Bugün Yuri Herrera’yı alkışlıyoruz hakkı olduğu için. Peki ya bizim hikâyemizi kim anlatacak? Herrera mı? Latin Amerika edebiyatı bugün dünyayı peşine takıp, yeni edebiyat akımlarını oluşturmak için hepimizi sürüklüyorsa tek sebebi yetenekli yazarları değil, cesur yayıncılara sahip olmasından kaynaklı. Türkiye’de yüz yıllık roman tarihinin ilk dönemleri kaçınılmaz olarak Batı klasiklerinin Türkleşmiş …
Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı
Didem Erdiman, İnceleyeen, 12 Şubat 2020
Kimi zaman okuduğumuz bir cümle tüm duygularımızı uyandırır. O an sözcükler olduğu yerden çıkıp içimize sızar. Zihnimiz sözcükleri sıraya dizer, biraz görüntü, biraz ritim ekler. Ne zaman sözcükler gövde bulmak ister. İşte o içimizde saklı kalanlar yüreğimize dokunur, yol bulur, iz bırakır. Tıpkı Çiyil Kurtuluş’un “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” öykü kitabının bende bıraktığı iz gibi.
Günümüzde bir yanımız tutsak yaşarız. Düşüncelerimiz, düşlerimiz, bedenlerimiz özgür olmak ister. Gitsek gidemeyiz, kalsak çok da istemeyiz. Zihnimizi özgür bırakır, anlar arasında dolaşırken buluruz kendimizi.
“İyi yazmanın sırrı bir cümleyi basit öğelere ayırmaktır,” der Zinsser. Çiyil Kurtuluş bunu çok iyi başarmış bir yazar. Tekrarlardan, gereksiz sıfat ve zarflardan uzak, yalın cümlelerle, kelime israfı yapmadan yazmış öykülerini. Farklı zaman kiplerinin kullanılması ise öykülere ayrı bir zenginlik katıyor.
Her bir öyküyü tiyatro oyunu tadında okudum. Bir taraftan gerçekle hayal arasında kalanlar zihnimizde oyun oynarken, diğer taraftan gerçeğin bizi tutsak eden bağları gerginlik yaratır. Kadın ve erkek arasında zaman zaman yaşanan kopuşlar, dağılan ilişkiler, bitsin mi bitmesin mi diye düşünürken verilmesi geciken kararlar ve bizi biz yapanların öyküler var kitapta.
Yazar bunları anlatırken kendine özgü bir üslup kullanır. Okuru yormadan, öyküyü anlaşılmaz yapmadan, anlatmak istediğini okurun gözüne sokmadan göstermeye dikkat eder. Bir o kadar bildik, bir o kadar tanıdık hayatlarımızla yüzleştirir bizleri. Karakterlerine müdahale etmez, sadece onlara fener tutar.
Akıp giden hayatlarımızda anlar içinde yaşadıklarımızdır kalan. Ayrıntılar da, sözler de gizli kalır sadece. O anlar gün gelir hafızamızdan bir yerden çıkmak ister. Zamanla sesi, bedeni, ruhu değişen insansa hayatındaki arayışından asla vazgeçmez.
“İlişkiyi yolunda ilerleten şey, birinin yalanının öbürünün lehine olması değil midir?” diye sorgularken, “Şu mevsimsiz domates gibi herkese gülücük dağıtırım” diyecek kadar kendini bilir öykü karakterleri.
Çiyil Kurtuluş’un itinayla seçtiği her bir öykü konusu ona uygun bir başlıkla adlandırılırken, ilk cümlenin konuya özet gibi başlaması da pek tesadüf değil elbette. Bana yakın gelen öykülerden biri “Aşk Denen Bir Şey Var” öyküsü oldu. Yuvadan ayrılmak isteyen bir genç kızın ailesini bu gerçekle yüzleştirdiği zaman aile içi yaşanan gerginliğe şahit oluruz. Erkek arkadaşın varlığından rahatsız olmayan anne baba, onun artık bir hayat arkadaşına dönüşeceğini öğrendiği zaman farklı düşünür. Her şey için daha çok erken diyen ailenin duymaktan korktuğu o cümle birden geliverir.
“Aşk denen bir şey var anne.”
En çok sevdiğim öykülerden biri de “Portakal” öyküsü. Tanıdık, bildik hayatlara götürüyor bizi yazar. Meyve tabağındaki portakal çocuğun gözünde kişileşir. Çocuk iç dünyasında yaşadığı öfkenin hıncını portakaldan almaya karar verir.
Huzursuz karakterler metinler arasında gezinirken bazen bir nesneye, bazen bir çocuğa ya da olmak istediği başka birine dönüşür. Nesne ile insan arasındaki duygu aktarımlarını yerinde anlatır yazar. Sıradan görünen bir konu, huzursuzluk, yüzleşme, iç hesaplaşma, kadın olmanın zorlukları ya da aile içi sorunlar karakterlerin devinimine ortak olan okurun zihnine yalın bir dille aktarılır.
Okumaktan keyif alınacak “Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı” öykü kitabı zarif kapak tasarımıyla Notos Kitap’tan çıktı. Var olandan çıkış arayanların öykülerinin devamının gelmesi dileğiyle.
İlgili Yazılar
Siyasal bir kıyamet kurgusu
Temel Karataş, T24 Kiminin kıyameti, kiminin yeniden doğuşu. Kiminin cehennemi, kiminin cenneti. Ama ikinci grupta olanlar, yani kıyamette yeniden doğup cehennemde cenneti yaşayabilenler hep iktidar sahipleri ve parayı elinde tutanlar! Bedenlerin Göçü, yaşadığımız kıyameti sembolize etme gayretinde bir post-apokaliptik roman. Bilimkurgu denince, çoğunluğun aklına gökyüzünde uçan tanımsız cisimler ve bunlara inip binen garip yaratıklar gelse de, …
Hayatın cömert davranmadığı insanların dünyası…
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 10 Ekim 2019 20’nci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından biri sayılan Bohumil Hrabal, ‘Gürültülü Yalnızlık’ta, işi kitap imha etmek olan bir adamın hayata yabancılaşmasını ve benliğinin yavaş yavaş parçalanmasını anlatıyor. Onlar kadar uluslararası üne sahip olamasa bile -Jaroslav Hašek, Karel Apek ve Milan Kundera ile birlikte- 20’nci yüzyılın en önemli …
Mesele Verónica’nın dönmeyişi değil…
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 16 Temmuz 2015 Alejandro Zambra’nın Türkçedeki üçüncü romanı “Ağaçların Özel Hayatı”, tıpkı yazarın diğer romanlarında olduğu gibi bir yazar adayı kahramana sahip. Daniela adında bir kızı olan Verónica ile beraber ve her şey, Verónica’nın gittiği resim kursundan eve dönmeyişiyle başlıyor. Ancak roman için mesele Verónica’nın dönmeyişi değil. Zambra kitabında, bir hikâyenin …
Yuri Herrera ile Dünyanın Sonu İçin
Erdinç Akkoyunlu, Oggito, 8 Temmuz 2019 Bugün Yuri Herrera’yı alkışlıyoruz hakkı olduğu için. Peki ya bizim hikâyemizi kim anlatacak? Herrera mı? Latin Amerika edebiyatı bugün dünyayı peşine takıp, yeni edebiyat akımlarını oluşturmak için hepimizi sürüklüyorsa tek sebebi yetenekli yazarları değil, cesur yayıncılara sahip olmasından kaynaklı. Türkiye’de yüz yıllık roman tarihinin ilk dönemleri kaçınılmaz olarak Batı klasiklerinin Türkleşmiş …