Şilili şair ve yazar Alejandro Zambra’nın, edebiyatla olan ilişkisini ve deneyimlerini paylaştığı “Serbest Kürsü” Notos Kitap tarafından yayımlandı. Daha önce “Bonzai”, “Ağaçların Özel Hayatı”, “Eve Dönmenin Yolları”, “Belgelerim”, “Soru Kitapçığı” isimli eserleri dilimize kazandırılan Zambra, bu defa “Serbest Kürsü”de katıldığı konferansların konuşma metinlerini ve edebiyat üzerine yazdığı denemeleri okurlarıyla paylaşıyor.
Kuşkusuz bugün Güney Amerika edebiyatının önemli edebiyatçılarındandır Alejandro Zambra. Kitapları birçok dile çevriliyor, geniş kitleler tarafından okunuyor, hatırı sayılır methiye ve ödül alıyor. Eserlerinden sinemaya uyarlanan filmler dünyanın önemli film festivallerinde ses getiriyor.
“Serbest Kürsü” tam da adına yakışır bir şekilde, Zambra’nın konudan konuya atlayarak, okurla sohbet eder gibi ortaya çıkardığı metinlerden oluşuyor. Çocukluğunda okuma alışkanlığının nasıl oluştuğundan, Juan Emar, Jose Santos Gonzalez Vera, Yasunari Kavabata, Macedonio Fernandez gibi sevdiği yazarlardan, yazıyla olan ezeli imtihanından, ilk romanını yayımlatana kadar geçen süreçten, yaşadığı ülkenin atmosferinden, teknolojinin yazma ve okuma alışkanlıklarına olan etkilerinden bahsediyor. Yazılarını hayranlık ile okuyanlara, Zambra’yı edebi kisve olmaksızın tanıma olanağı sağlıyor.
“Serbest Kürsü” üç ana bölümden meydana geliyor. 2013 yılında Şili üniversitesinin öğretim yılı açılış merasiminde yaptığı konuşma metniyle başlayan “Sözlü Otoportreler” ismini verdiği ilk bölümde yazar, kendi kuşağı için edebiyatın anlamını tarif etmeye çalışıyor. Edebiyatın bir zamanlar aslında pek çok kişi için (ki bugün de aslında bir anlamda hâlâ öyle) ailesinin onun için uygun gördüğü mesleğe isyan aracı olduğunu söylüyor.
Zambra, bugün pek çok yazar ve şair adayının tercih ettiği gibi gençliğinde şiir atölyelerine katıldığını, kendisiyle birlikte buraya devam eden arkadaşlarının da en büyük hayalinin yazdıklarının yayımlanması olduğunu, hatta bu sebeple arkadaşlarıyla para toplayıp yazdıklarını yayımlattıklarını, düzenledikleri okuma etkinliklerinde birbirlerinin yazdıklarını okuduklarını, ancak buna rağmen yazdıklarının niteliğinden hiçbir vakit emin olamadıklarını, yazar olmanın o ve benzer arzuları duyan omuzdaşları için adeta bir rüya olduğunu aktarıyor.
“Yazmak istemek iyimserlik, saflık göstergesiydi: Her şey çoktan söylenmişti zaten, edebiyat tarihi kabarık ve kutsaldı, ona bir şey katabileceğimizi ya da söylemeye çalıştıklarımızın önemli olabileceğini düşündüğümüze göre çok saf olmalıydık.”(sayfa 15)
Üstelik yazar olmanın heyecanlarını ve şüphelerini paylaşan, aynı yollardan geçen akranlarından farklı olarak, yaşadıkları Şili’de Pinochet’in başında olduğu diktatörlük rejiminin hakim oluşunun onlar için işleri daha da zorlaştırdığından dem vuruyor.
Bu ilk bölümde, Zambra aynı zamanda kendi okuma ve yazma deneyimlerine, bugün toplumlar için gelişen teknolojiyle birlikte okuma ve yazma alışkanlıklarının ne yönde değiştiğine de değiniyor. Keza bugünün bilgisayarda yazan kuşağı ile geçmişte elle veya daktilo ile yazan kuşak arasında anlamlı bir fark olduğunu, gitgide el yazısının önemini kaybettiğini, ancak bunun başka yenilikleri de beraberinde getirdiğini belirtiyor. Bu bağlamda yazma tekniği ile metnin niteliği arasında bir ilişki olup olmadığının cevabını arıyor. Ona göre, bugün teknoloji bu denli gelişmişken, en gelenekçi yazar bile buna direnemeyecektir. Üstelik artık bilgisayar sayesinde yazmak ve silmek böylesine kolayken, yazarın parmak ucundan ekrana işlenen metinler her okuyuşta değiştirilmeye açık ve daha uçucu hale gelecek, bir metnin kalıcı olabilmesi yazarının onu tabi uttuğu çeşitli sınavlardan sonra mümkün olabilecektir.
Zambra’nın yazma güdüsünün kökenine dair bir savı var. Ona göre yazarlar, hangi meseleyi sanatlarının odağına taşırsalar taşısınlar, bütün eserlerin nüvesinde aslında tek bir konu vardır: Aidiyet. Ona göre ait olmak ya da olmamak; asıl mesele budur.
“Tüm kitaplar ait olma arzusu yahut bu arzuyu reddetme üzerinden okunabilir. Bir ailenin, bir topluluğun, bir ülkenin, Şili edebiyatının, bir futbol takımının, bir siyasi partinin, bir rock grubunun, bir izci ya da Adsız Alkolikler grubunun parçası olmak ya da parçası olmayı bırakmak. (…) İster şaka yollu, ister ciddiyetle, ister şiir, ister düzyazı biçiminde hep bundan bahsediyoruz: Ait olmak.”(sayfa 53)
“Yerin Kulağı Var” isimli ikinci bölüm ise benzer bir üslupla, Zambra’nın yazdığı denemelerle, edebiyata dair aldığı notlarla devam ediyor. Bu metinlerin satır aralarından sızıp biz okurlara ulaşan ise onun edebiyatın “Yazmasam deli olacaktım!” diyen taifesinden olmadığı; hayır, edebiyatı bu anlamda küçümsemediği ama bir varoluş cenginin ortasında da görmediğidir.
Zambra’nın sıkça üzerinde durduğu diğer bir mesele ise yazarların amatör ruhlarını kaybetmemesi gerektiğidir. Onun için edebiyat kişinin mutlaka keyif alması gereken bir alandır. Bu sebeple keyif veren metinleri küçümseyenleri anlamadığını belirtir.
“Hiç kimsenin okumaya öğretmen, edebiyat eleştirmeni ya da yazar olmak için başladığını zannetmiyorum. Hoşça vakit geçirmek okurların büyük bir kısmı için neden bayağılık anlamına gelmeye başladı anlamıyorum.”(sayfa 38)
Üstelik kendi okuma sevgisinin, bir hobiden ziyade mesleğe dönüştüğünü, bir yazar olarak zorunlu okumalar yapmak zorunda kaldığı günden bu yana erozyona uğradığını, tıpkı bir çocuğun sevmediği şeyi bırakırken gösterdiği saflığı çoktan kaybettiğini, artık okuma zorunluluğu duyduğu bir kitabı sıkılsa da bırakamadığını da esefle itiraf eder.
Her yazarın kendine ait bir yazma rutini vardır kuşkusuz. Kimi gürültülü ortamda yazar, kimi sessizliğin dinginliğinde. Kimi her gün mutlaka belli sayıda kelimeyi kaleminden akıtmaya çalışır, kimi de hayat koşuşturması içinde fırsat buldukça bir şeyler karalar kenara. Kimi sabahları yazar, kimi geceleri… Ne var ki edebi ritüellerini aktardığı bu kitaptan anlıyoruz ki, Zambra yazmaya dair kat’i bir düzen edinmeyen yazarlardan. Öyle ki yayımlanan kitapları, adanmışlığın ve sürekliliğin nişanesi olan Mario Vargas Llosa gibi yazarlara imrendiğini, daha sabitkadem ve disiplinli bir yazar olmanın kendisi için daha huzur verici olacağını, yazmak konusundaki endişe ve takıntılarını gidereceğini düşünüyor.
“Serbest Kürsü”, Zambra’yı tanımak isteyen okurları için oldukça elverişli bir fırsat yaratıyor. Zambra, çocukluğundan başlayarak dünya çapında bir yazar olmaya doğru ilerleyen çetrefil yolda karşılaştıklarını, geçirdiği dönüşümleri yalnızca okura samimi bir dilde anlatmakla kalmıyor, kendi özel hayatından ve ailesinden çeşitli hikâyeleri ortaya sererek okurlarını kendi mahrem “yazar odası”na konuk ediyor. (MK/AÖ)
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Didem Erdiman, Edebiyathaber, 28 Eylül 2020 Horacio Castellanos Moya’nın edebiyat çevreleri tarafından çok beğenilen, ancak ülkesinde hayli eleştirilere maruz kaldığı, hatta ölüm tehditleri aldığı “Tiksinti” romanı, tek bir paragraf halinde yazılmış etkileyici bir novella. “… hakaret virtüözü Thomas Bernhard üslubunda bir öfke konçertosu,” adeta. Romanın başkahramanı sanat tarihi profesörü Edgardo Vega’nın, on sekiz yıllık sürgünün sonunda …
Özcan Yılmaz, Oggito, 11 Şubat 2020 Öykülerinde titizlikle seçtiği sözcükler tümcelerin içinde oldukları hallerden çıkıp canlanıyor ve okuyanda iz bırakıyor. Bir keresinde, ayın yeryüzüne en yakın olduğu gecelerin birinde, arkadaşlarıma dolunayı gören bir parkta birbirimize şiir okumayı teklif etmiştim. Gülmüşlerdi. Şaka yaptığımı sanmışlardı. Çünkü 19. yüzyılda yaşamıyorduk, ihtilal döneminde doğmamıştık, ne doğaya ne insana güveniyorduk, deha nerede …
Bürkem Cevher, K24, 8 Eylül 2016 McCarthy’nin Tenten külliyatına hâkimiyeti ve edebiyat kuramını bu külliyat üstünden şekillendirmesi okur için oldukça ilginç bir deneyim olacak. Tenten maceralarında üstü kapalı pek çok ayrıntı bu kitabı okuduktan sonra aydınlığa kavuşuyor. Çocukken hiç Tenten okumadığını söyleyen bir arkadaşım için ne kadar üzüldüğümü hatırlıyorum. Benim içinse Tenten sadece okunacak bir kitap değildi aynı zamanda …
A. Ömer Türkeş, KitapEki, 25 Ağustos 2016 Zambra, döne döne Şilili kimliğini yakalamaya çalışan bir yazar, belki de Dünyanın En Şilili Yazarı!.. Alejandro Zambra, daha ilk romanı “Bonzai”de kendi dilini ve tarzını arayan bir yazar olduğunu belli etmişti. Ardından gelen her roman hem bu arayışın ürünüdür hem de yön tayininin ne denli isabetli olduğunun kanıtı… …
Zambra’nın “Yazar Odası”
Merve Küçüksarp, Bianet, 11 Nisan 2020
Şilili şair ve yazar Alejandro Zambra’nın, edebiyatla olan ilişkisini ve deneyimlerini paylaştığı “Serbest Kürsü” Notos Kitap tarafından yayımlandı. Daha önce “Bonzai”, “Ağaçların Özel Hayatı”, “Eve Dönmenin Yolları”, “Belgelerim”, “Soru Kitapçığı” isimli eserleri dilimize kazandırılan Zambra, bu defa “Serbest Kürsü”de katıldığı konferansların konuşma metinlerini ve edebiyat üzerine yazdığı denemeleri okurlarıyla paylaşıyor.
Kuşkusuz bugün Güney Amerika edebiyatının önemli edebiyatçılarındandır Alejandro Zambra. Kitapları birçok dile çevriliyor, geniş kitleler tarafından okunuyor, hatırı sayılır methiye ve ödül alıyor. Eserlerinden sinemaya uyarlanan filmler dünyanın önemli film festivallerinde ses getiriyor.
“Serbest Kürsü” tam da adına yakışır bir şekilde, Zambra’nın konudan konuya atlayarak, okurla sohbet eder gibi ortaya çıkardığı metinlerden oluşuyor. Çocukluğunda okuma alışkanlığının nasıl oluştuğundan, Juan Emar, Jose Santos Gonzalez Vera, Yasunari Kavabata, Macedonio Fernandez gibi sevdiği yazarlardan, yazıyla olan ezeli imtihanından, ilk romanını yayımlatana kadar geçen süreçten, yaşadığı ülkenin atmosferinden, teknolojinin yazma ve okuma alışkanlıklarına olan etkilerinden bahsediyor. Yazılarını hayranlık ile okuyanlara, Zambra’yı edebi kisve olmaksızın tanıma olanağı sağlıyor.
“Serbest Kürsü” üç ana bölümden meydana geliyor. 2013 yılında Şili üniversitesinin öğretim yılı açılış merasiminde yaptığı konuşma metniyle başlayan “Sözlü Otoportreler” ismini verdiği ilk bölümde yazar, kendi kuşağı için edebiyatın anlamını tarif etmeye çalışıyor. Edebiyatın bir zamanlar aslında pek çok kişi için (ki bugün de aslında bir anlamda hâlâ öyle) ailesinin onun için uygun gördüğü mesleğe isyan aracı olduğunu söylüyor.
Zambra, bugün pek çok yazar ve şair adayının tercih ettiği gibi gençliğinde şiir atölyelerine katıldığını, kendisiyle birlikte buraya devam eden arkadaşlarının da en büyük hayalinin yazdıklarının yayımlanması olduğunu, hatta bu sebeple arkadaşlarıyla para toplayıp yazdıklarını yayımlattıklarını, düzenledikleri okuma etkinliklerinde birbirlerinin yazdıklarını okuduklarını, ancak buna rağmen yazdıklarının niteliğinden hiçbir vakit emin olamadıklarını, yazar olmanın o ve benzer arzuları duyan omuzdaşları için adeta bir rüya olduğunu aktarıyor.
“Yazmak istemek iyimserlik, saflık göstergesiydi: Her şey çoktan söylenmişti zaten, edebiyat tarihi kabarık ve kutsaldı, ona bir şey katabileceğimizi ya da söylemeye çalıştıklarımızın önemli olabileceğini düşündüğümüze göre çok saf olmalıydık.”(sayfa 15)
Üstelik yazar olmanın heyecanlarını ve şüphelerini paylaşan, aynı yollardan geçen akranlarından farklı olarak, yaşadıkları Şili’de Pinochet’in başında olduğu diktatörlük rejiminin hakim oluşunun onlar için işleri daha da zorlaştırdığından dem vuruyor.
Bu ilk bölümde, Zambra aynı zamanda kendi okuma ve yazma deneyimlerine, bugün toplumlar için gelişen teknolojiyle birlikte okuma ve yazma alışkanlıklarının ne yönde değiştiğine de değiniyor. Keza bugünün bilgisayarda yazan kuşağı ile geçmişte elle veya daktilo ile yazan kuşak arasında anlamlı bir fark olduğunu, gitgide el yazısının önemini kaybettiğini, ancak bunun başka yenilikleri de beraberinde getirdiğini belirtiyor. Bu bağlamda yazma tekniği ile metnin niteliği arasında bir ilişki olup olmadığının cevabını arıyor. Ona göre, bugün teknoloji bu denli gelişmişken, en gelenekçi yazar bile buna direnemeyecektir. Üstelik artık bilgisayar sayesinde yazmak ve silmek böylesine kolayken, yazarın parmak ucundan ekrana işlenen metinler her okuyuşta değiştirilmeye açık ve daha uçucu hale gelecek, bir metnin kalıcı olabilmesi yazarının onu tabi uttuğu çeşitli sınavlardan sonra mümkün olabilecektir.
Zambra’nın yazma güdüsünün kökenine dair bir savı var. Ona göre yazarlar, hangi meseleyi sanatlarının odağına taşırsalar taşısınlar, bütün eserlerin nüvesinde aslında tek bir konu vardır: Aidiyet. Ona göre ait olmak ya da olmamak; asıl mesele budur.
“Tüm kitaplar ait olma arzusu yahut bu arzuyu reddetme üzerinden okunabilir. Bir ailenin, bir topluluğun, bir ülkenin, Şili edebiyatının, bir futbol takımının, bir siyasi partinin, bir rock grubunun, bir izci ya da Adsız Alkolikler grubunun parçası olmak ya da parçası olmayı bırakmak. (…) İster şaka yollu, ister ciddiyetle, ister şiir, ister düzyazı biçiminde hep bundan bahsediyoruz: Ait olmak.”(sayfa 53)
“Yerin Kulağı Var” isimli ikinci bölüm ise benzer bir üslupla, Zambra’nın yazdığı denemelerle, edebiyata dair aldığı notlarla devam ediyor. Bu metinlerin satır aralarından sızıp biz okurlara ulaşan ise onun edebiyatın “Yazmasam deli olacaktım!” diyen taifesinden olmadığı; hayır, edebiyatı bu anlamda küçümsemediği ama bir varoluş cenginin ortasında da görmediğidir.
Zambra’nın sıkça üzerinde durduğu diğer bir mesele ise yazarların amatör ruhlarını kaybetmemesi gerektiğidir. Onun için edebiyat kişinin mutlaka keyif alması gereken bir alandır. Bu sebeple keyif veren metinleri küçümseyenleri anlamadığını belirtir.
“Hiç kimsenin okumaya öğretmen, edebiyat eleştirmeni ya da yazar olmak için başladığını zannetmiyorum. Hoşça vakit geçirmek okurların büyük bir kısmı için neden bayağılık anlamına gelmeye başladı anlamıyorum.”(sayfa 38)
Üstelik kendi okuma sevgisinin, bir hobiden ziyade mesleğe dönüştüğünü, bir yazar olarak zorunlu okumalar yapmak zorunda kaldığı günden bu yana erozyona uğradığını, tıpkı bir çocuğun sevmediği şeyi bırakırken gösterdiği saflığı çoktan kaybettiğini, artık okuma zorunluluğu duyduğu bir kitabı sıkılsa da bırakamadığını da esefle itiraf eder.
Her yazarın kendine ait bir yazma rutini vardır kuşkusuz. Kimi gürültülü ortamda yazar, kimi sessizliğin dinginliğinde. Kimi her gün mutlaka belli sayıda kelimeyi kaleminden akıtmaya çalışır, kimi de hayat koşuşturması içinde fırsat buldukça bir şeyler karalar kenara. Kimi sabahları yazar, kimi geceleri… Ne var ki edebi ritüellerini aktardığı bu kitaptan anlıyoruz ki, Zambra yazmaya dair kat’i bir düzen edinmeyen yazarlardan. Öyle ki yayımlanan kitapları, adanmışlığın ve sürekliliğin nişanesi olan Mario Vargas Llosa gibi yazarlara imrendiğini, daha sabitkadem ve disiplinli bir yazar olmanın kendisi için daha huzur verici olacağını, yazmak konusundaki endişe ve takıntılarını gidereceğini düşünüyor.
“Serbest Kürsü”, Zambra’yı tanımak isteyen okurları için oldukça elverişli bir fırsat yaratıyor. Zambra, çocukluğundan başlayarak dünya çapında bir yazar olmaya doğru ilerleyen çetrefil yolda karşılaştıklarını, geçirdiği dönüşümleri yalnızca okura samimi bir dilde anlatmakla kalmıyor, kendi özel hayatından ve ailesinden çeşitli hikâyeleri ortaya sererek okurlarını kendi mahrem “yazar odası”na konuk ediyor. (MK/AÖ)
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Bir ülkeden tiksinmenin romanı
Didem Erdiman, Edebiyathaber, 28 Eylül 2020 Horacio Castellanos Moya’nın edebiyat çevreleri tarafından çok beğenilen, ancak ülkesinde hayli eleştirilere maruz kaldığı, hatta ölüm tehditleri aldığı “Tiksinti” romanı, tek bir paragraf halinde yazılmış etkileyici bir novella. “… hakaret virtüözü Thomas Bernhard üslubunda bir öfke konçertosu,” adeta. Romanın başkahramanı sanat tarihi profesörü Edgardo Vega’nın, on sekiz yıllık sürgünün sonunda …
Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı: Etkisi Uzun Süren Öyküler
Özcan Yılmaz, Oggito, 11 Şubat 2020 Öykülerinde titizlikle seçtiği sözcükler tümcelerin içinde oldukları hallerden çıkıp canlanıyor ve okuyanda iz bırakıyor. Bir keresinde, ayın yeryüzüne en yakın olduğu gecelerin birinde, arkadaşlarıma dolunayı gören bir parkta birbirimize şiir okumayı teklif etmiştim. Gülmüşlerdi. Şaka yaptığımı sanmışlardı. Çünkü 19. yüzyılda yaşamıyorduk, ihtilal döneminde doğmamıştık, ne doğaya ne insana güveniyorduk, deha nerede …
Roland Barthes’ın Balzac analizi ışığında Tenten’i anlamak
Bürkem Cevher, K24, 8 Eylül 2016 McCarthy’nin Tenten külliyatına hâkimiyeti ve edebiyat kuramını bu külliyat üstünden şekillendirmesi okur için oldukça ilginç bir deneyim olacak. Tenten maceralarında üstü kapalı pek çok ayrıntı bu kitabı okuduktan sonra aydınlığa kavuşuyor. Çocukken hiç Tenten okumadığını söyleyen bir arkadaşım için ne kadar üzüldüğümü hatırlıyorum. Benim içinse Tenten sadece okunacak bir kitap değildi aynı zamanda …
Zambra’nın Belgeleri
A. Ömer Türkeş, KitapEki, 25 Ağustos 2016 Zambra, döne döne Şilili kimliğini yakalamaya çalışan bir yazar, belki de Dünyanın En Şilili Yazarı!.. Alejandro Zambra, daha ilk romanı “Bonzai”de kendi dilini ve tarzını arayan bir yazar olduğunu belli etmişti. Ardından gelen her roman hem bu arayışın ürünüdür hem de yön tayininin ne denli isabetli olduğunun kanıtı… …