Tom McCarthy’den avangart romanın çağdaş temsilcisi olarak söz ediliyor. C deneysel bir roman. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğini ele alıyor. McCarthy’nin asıl derdi ise ölüm ve iletişim.
Tom McCarthy anarşist manInternational Necronautical Society’nin genel sekreteri. INS 1999’da kurulan yarı kurgu avangart bir organizasyon olarak tanımlanıyor. Ölüme dair kafa karıştırıcı projeleri amaçlıyorlar.
Tom McCarthy’den “kurgu olarak kendini tüketen kurgunun”, avangart romanın çağdaş temsilcisi olarak söz ediliyor. “Romanın gelecekte gidebileceği alternatif yolların ipucunu verdiği” tanımını yapansa Zadie Smith. C yazarın 2010 yılında yayımlanan üçüncü romanı.
C deneysel bir roman. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğini ele alıyor, Serge Carrefax adındaki roman kişisinin algıları üstünden okura yansıtıyor. 1898 yılında Serge’in doğumundan, 1922’de ölümüne dek sürüyor. Tam da dünya tarihinin dönüşüme uğradığı zamanlar. Yeni çağ büyük teknolojik gelişmelere ve henüz yaşanmamış iki büyük savaşa gebe. Modernist hareketlerin ortaya çıkışı da bu dönemlere rastlayacak, edebiyat ve sanat başka kılıklara bürünecek. Elektromanyetik dalgaların sese çevrilmesi, taşınması, uzak mesafelerdeki bir alıcı tarafından toplanması üstüne araştırmalar sonuçlanacak. Mucit Marconi dünyada ilk kez transatlantik radyo iletişimini başaracak. Radyonun, telsizin, kablosuz iletişimin emeklediği, büyüdüğü yeni çağın eşiği. Hatta öyle gelişecek ki, bugün elimizin altında, sanki hep varmışçasına kanıksadığımız internetin tohumları, sinyal yollamanın ötesinde, tüm bilgilerin birbirine bağlı olduğu “ağ” yapısına varılacak yolun temelleri de bu dönemde atılacak. McCarthy bu yüzden romanını böyle kritik bir zaman aralığına yerleştiriyor; 1922 yılının BBC’nin kurulduğu, edebiyatta da Ulysses’in ve sonrasında da Büyülü Dağ’ın yayımlandığı yıllar olduğunu da bir söyleşisinde hatırlatıyor.
Yaşanan gelişme ve dönüşüm tüm dünyayı etkileyecek de olsa, henüz kültürel ve teknolojik merkez Avrupa kıtası. Serge de McCarthy gibi bir İngiliz. Ancak romanın merkezindeki Serge İngiltere’de kalmayacak, o dönemlerde aristokrat ailelerin arınmak amacıyla gidip aylarca tatil yaptığı, sosyalleştiği Bavyera Bölgesi’nde bir kaplıcada uzunca bir zaman geçirecektir. Savaşa katılacak, esir düşecek, geri dönüşünde savaş travmasıyla kaybolmuş bir Londra’yla karşılaşacaktır. Seks, uyuşturucu, spiritizma burada hayatına girer. Savaş sonrasında da ne olduğu “belirsiz” “İmparatorluk Telsiz Şebekesi Projesi” için rapor hazırlamak üzere Mısır’a gider. Böylece roman zamanının kapsadığı ve sunduğu panorama binlerce yıllık Mısır bilgeliğine dek erişir, derinleşir. Hareket, değişimi de birlikte getirebiliyor mu, sorusu da alt izleklerden biri olarak okurun zihnine takılır. Yoksa her yer, herkes, her şey aslında her birinin üst üste çakışması, iç içe geçmesinden mi ibarettir. Sanki büyük bir şifre var ortada.
McCarthy’nin asıl derdi ölüm ve iletişim. Bir de edebiyat. Yaşarken anlaşmak zor olsa da, insanlar ölülerinden bile haber almak istiyor ya da Mısır mezarlarındaki gibi kendi yaşamlarından geride kayıt bırakmak istiyorlar. Ölüm ve iletişimin kapsama alanı geniş, her şeyden önce dil var, sözcükler, sesler, cinselliğe, paranoyaya dek uzanıyor. Romanın kapsama alanı böylesine genişse deneysel bir yazar nasıl bir anlatım yöntemi seçmiş olabilir. Cenin Zarı, Oluk, Çarpışma, Çağrı başlıkları altında dört ana bölüme ayırdığı basit bir kurgusu var C’nin. Ancak zengin ve yalın. 450 sayfa boyunca verdiği bilgi parçacıklarını sürekli birbirine bağlayarak, şifreleri çözerek ilerliyor. Yalnızca arkeoloji ve Mısır bilimine dair bilgi vermekle kalmıyor, ayrıca sağır eğitimi, radyo, telsiz, kayıt cihazları, Maurice Farman Shorthorn tipi hafif bombalama uçakları, gözlemcilik, ruh çağırma seansları, kaplıca kültürü, bahçecilik, böcekler ve tabii ki kimya, fizik, geometri gibi temel bilimlere dair somut bilgi parçalarının üstüne kuruyor yapıyı. C’de arkeoloji hem malzeme hem de metot olarak kullanılıyor. McCarthy romanında edebiyatın kazısını yapmaya niyetlendiğini söylüyor. Tekrarlardan söz ederek diyor ki, “Antigone’ye bakın, seyahat, ölü kardeşler ve şifreler. Bunun Batı edebiyatında yanlış bir yol olduğunu görürsünüz, bunu keşfetmek istedim.”
C’nin anlamı
Hareket insan bilgeliğinde önemli bir eylemken, klasik roman kurgusu olsaydı Serge’in de gelişip dönüşmesini bekleyebilirdik belki. McCarthy’nin seçtiği anlatımda okur Serge’in yansıtmadığı duyguları nedeniyle onu bir kişi olarak yalnızca izler, bağ kurmaz, yine de acısını anlar. Yazarın şimdiki zaman ve üçüncü tekil anlatımı da bu yapıyı destekler, psikolojiyle ilgilenmez. Serge’in küçük yaşlarından itibaren şikâyet ettiği perspektif sorunu nedeniyle anlatımı her ne kadar üçüncü tekil şahıstan izlesek de, Serge’in algılarıyla, dolayısıyla “düz” olarak görüyoruz. Dünya algısı da düzdür, çizgiler, daireler, dilimler, kavisler, oranlar ikiboyutludur. Sadece çölde geometri olmadığını söyler. Parça, şekil, biçim farklı olsa da hepsi daha büyük bir mekanizmaya aittir.
Serge’in doğduğu ev Versoie, İngiltere’nin güneyinde, kasabanın dışında kalan pastoral bir bölgede. Arazinin ve malikânenin Jacques Surin’e bağlanan, uydurulmuş hissi veren bir de öyküsü var. Surin’in sanki çağdaş bir Nuh’muş gibi, kendisine kalan bir mirasla buraya geldiği, birbirlerine kapılar, koridorlar, avlularla bağlanan evler ile atölyelerden oluşan bir site inşa ettiği üstüne bir hikâye bu.
Serge cenin zarıyla, bin yılda bir olabilen bir sıradışılıkla doğar. Aile bireyleri ise Serge’den daha ilginç. Babası kablosuz iletişim üstüne araştırmalar yapıp yeni teknikler bulmanın peşinde, kafası hayli karışık bir adam. Bu yüzden de arazi telgraf direkleriyle, labirentlerle dolu. Aynı zamanda evin sınırları içinde botanik bahçesini hatırlatan çeşitlilikte bitkinin yetiştirildiği, farklı böcek türünü barındıran büyük alanda Sağırlar Gündüz Okulu’nu yönetiyor. Annesi kendi halinde, sağır ancak dudak okuyabilen bir kadın. Versoie Evi’nin bir bölümünde ipekböceği yetiştiriyor. Kozadan dokuma kumaşa uzanan dönüşüm C’de yalın bir güzellikle anlatılıyor. Serge’in kendisinden büyük kız kardeşiyse doğabilimlerine, özellikle de kimyaya meraklı, zeki ama tuhaf bir karakter. Yani Sofie ve Serge böylesine doğal kalabilmiş bir ortamda, özel öğretmen tarafından eğitilerek, deneyler yaparak büyürken söze, sese, iletişime, şifrelemeye dair ayrıntılarla yetişiyorlar. Serge’in sindirim sistemini hasta eden Mısır’da, hissettiği dindirilmemiş bir özlem var. “… ortadan kaybolmuş ya da gelecek olan veya muhtemelen başka bir yerde, Öklid’in çizmediği bir açıda var olan, hep bir yerde var olmuş bir dünyaya duyulan bir özlem.”
Her yer, her yerde iç içe. “Buranın başka yerlerden farkı yok,” diyor Serge. “Buradayım” sözcüğünün üstünü çiziyor, onun yerine “burada değilim,” yazıyor. Ve dönüş yolu, “hem sözcüklerin hem de müziğin ritminden, ciddiyet ve ihtişamından bunun şaşaalı, ihtişamlı bir seremoninin parçaları olduğunu anlıyor; daha önce tanık olduğu satranç oyunuyla bunun arasındaki ilişki, bir kanepenin bir ziyafetle, bir parçanın prelüd bölümünün senfoniyle, hızlıca yapılmış bir eskizin tamamlanmış yağlıboya bir başyapıtla olan ilişkisiyle aynı.”
C’nin anlamıysa yeryüzündeki her şey gibi, “her şey” olabilir. Carbon, code, connection, Cairo, cocaine, Carrefax. Ya da İngilizce okursanız, yalnızca “see”.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 10 Ekim 2019 20’nci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından biri sayılan Bohumil Hrabal, ‘Gürültülü Yalnızlık’ta, işi kitap imha etmek olan bir adamın hayata yabancılaşmasını ve benliğinin yavaş yavaş parçalanmasını anlatıyor. Onlar kadar uluslararası üne sahip olamasa bile -Jaroslav Hašek, Karel Apek ve Milan Kundera ile birlikte- 20’nci yüzyılın en önemli …
Bürkem Cevher, Radikal Kitap, 10 Haziran 2016 ‘Modern Çağ Uyarıcıları Risalesi ve Z. Marcas’ okuru ziyadesiyle mutlu ediyor. Farklı üç türü barındırması ve bu üç türün nitelikli örneklerini sergilemesiyle dikkat çeken bir edebiyat şöleni. Notos Kitap’ın yayımladığı Honoré de Balzac’ın ‘Modern Çağ Uyarıcıları Risalesi ve Z. Marcas’ı, üç bölümden oluşan ve her bölümü ayrı bir …
Esra Yalazan, Ahval, 8 Şubat 2020 İnsan yazmadan yaşayabilir belki ama okumadan yaşayabilir mi? Okumayı söktüğümüz ilk andan beri sadece harflerin değil karşılaştığımız bütün işaretlerin şifresini çözmeye, gizledikleri “sırları” keşfetmeye çalışırız. Bu içine doğduğumuz hayatın belirsizliğiyle baş etmenin yollarından biri. Alberto Manguel, “Okumanın Tarihi” adlı kitabının başında çocukken tecrübenin kendisine önce kitaplar aracılığıyla geldiğini hatırlatıyordu. Okur yazar …
Tuğçe Yılmaz, T24, 6 Kasım 2011 Latin Amerika edebiyatı, yaşanılan ülkenin, üretimleri ne denli etkileyeceğinin bir kanıtı olarak karşımıza çıktı. Sürekli darbelerle ve iç savaşlarla sarsılan ülkelerin, edebiyatı da buna göre şekillendi. Üslup ve anlatım açısından da diğer ülkelerin edebiyatından farklı olan Latin Amerika edebiyatı, özenle Türkçeye çevrilmeye devam ediyor. Eserlerdeki derinliğe ve özgünlüğe karşın, çağdaş …
Öklid’in çizemediği açıda olanlar
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 20 Mayıs 2015
Tom McCarthy’den avangart romanın çağdaş temsilcisi olarak söz ediliyor. C deneysel bir roman. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğini ele alıyor. McCarthy’nin asıl derdi ise ölüm ve iletişim.
Tom McCarthy anarşist manInternational Necronautical Society’nin genel sekreteri. INS 1999’da kurulan yarı kurgu avangart bir organizasyon olarak tanımlanıyor. Ölüme dair kafa karıştırıcı projeleri amaçlıyorlar.
Tom McCarthy’den “kurgu olarak kendini tüketen kurgunun”, avangart romanın çağdaş temsilcisi olarak söz ediliyor. “Romanın gelecekte gidebileceği alternatif yolların ipucunu verdiği” tanımını yapansa Zadie Smith. C yazarın 2010 yılında yayımlanan üçüncü romanı.
C deneysel bir roman. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğini ele alıyor, Serge Carrefax adındaki roman kişisinin algıları üstünden okura yansıtıyor. 1898 yılında Serge’in doğumundan, 1922’de ölümüne dek sürüyor. Tam da dünya tarihinin dönüşüme uğradığı zamanlar. Yeni çağ büyük teknolojik gelişmelere ve henüz yaşanmamış iki büyük savaşa gebe. Modernist hareketlerin ortaya çıkışı da bu dönemlere rastlayacak, edebiyat ve sanat başka kılıklara bürünecek. Elektromanyetik dalgaların sese çevrilmesi, taşınması, uzak mesafelerdeki bir alıcı tarafından toplanması üstüne araştırmalar sonuçlanacak. Mucit Marconi dünyada ilk kez transatlantik radyo iletişimini başaracak. Radyonun, telsizin, kablosuz iletişimin emeklediği, büyüdüğü yeni çağın eşiği. Hatta öyle gelişecek ki, bugün elimizin altında, sanki hep varmışçasına kanıksadığımız internetin tohumları, sinyal yollamanın ötesinde, tüm bilgilerin birbirine bağlı olduğu “ağ” yapısına varılacak yolun temelleri de bu dönemde atılacak. McCarthy bu yüzden romanını böyle kritik bir zaman aralığına yerleştiriyor; 1922 yılının BBC’nin kurulduğu, edebiyatta da Ulysses’in ve sonrasında da Büyülü Dağ’ın yayımlandığı yıllar olduğunu da bir söyleşisinde hatırlatıyor.
Yaşanan gelişme ve dönüşüm tüm dünyayı etkileyecek de olsa, henüz kültürel ve teknolojik merkez Avrupa kıtası. Serge de McCarthy gibi bir İngiliz. Ancak romanın merkezindeki Serge İngiltere’de kalmayacak, o dönemlerde aristokrat ailelerin arınmak amacıyla gidip aylarca tatil yaptığı, sosyalleştiği Bavyera Bölgesi’nde bir kaplıcada uzunca bir zaman geçirecektir. Savaşa katılacak, esir düşecek, geri dönüşünde savaş travmasıyla kaybolmuş bir Londra’yla karşılaşacaktır. Seks, uyuşturucu, spiritizma burada hayatına girer. Savaş sonrasında da ne olduğu “belirsiz” “İmparatorluk Telsiz Şebekesi Projesi” için rapor hazırlamak üzere Mısır’a gider. Böylece roman zamanının kapsadığı ve sunduğu panorama binlerce yıllık Mısır bilgeliğine dek erişir, derinleşir. Hareket, değişimi de birlikte getirebiliyor mu, sorusu da alt izleklerden biri olarak okurun zihnine takılır. Yoksa her yer, herkes, her şey aslında her birinin üst üste çakışması, iç içe geçmesinden mi ibarettir. Sanki büyük bir şifre var ortada.
McCarthy’nin asıl derdi ölüm ve iletişim. Bir de edebiyat. Yaşarken anlaşmak zor olsa da, insanlar ölülerinden bile haber almak istiyor ya da Mısır mezarlarındaki gibi kendi yaşamlarından geride kayıt bırakmak istiyorlar. Ölüm ve iletişimin kapsama alanı geniş, her şeyden önce dil var, sözcükler, sesler, cinselliğe, paranoyaya dek uzanıyor. Romanın kapsama alanı böylesine genişse deneysel bir yazar nasıl bir anlatım yöntemi seçmiş olabilir. Cenin Zarı, Oluk, Çarpışma, Çağrı başlıkları altında dört ana bölüme ayırdığı basit bir kurgusu var C’nin. Ancak zengin ve yalın. 450 sayfa boyunca verdiği bilgi parçacıklarını sürekli birbirine bağlayarak, şifreleri çözerek ilerliyor. Yalnızca arkeoloji ve Mısır bilimine dair bilgi vermekle kalmıyor, ayrıca sağır eğitimi, radyo, telsiz, kayıt cihazları, Maurice Farman Shorthorn tipi hafif bombalama uçakları, gözlemcilik, ruh çağırma seansları, kaplıca kültürü, bahçecilik, böcekler ve tabii ki kimya, fizik, geometri gibi temel bilimlere dair somut bilgi parçalarının üstüne kuruyor yapıyı. C’de arkeoloji hem malzeme hem de metot olarak kullanılıyor. McCarthy romanında edebiyatın kazısını yapmaya niyetlendiğini söylüyor. Tekrarlardan söz ederek diyor ki, “Antigone’ye bakın, seyahat, ölü kardeşler ve şifreler. Bunun Batı edebiyatında yanlış bir yol olduğunu görürsünüz, bunu keşfetmek istedim.”
C’nin anlamı
Hareket insan bilgeliğinde önemli bir eylemken, klasik roman kurgusu olsaydı Serge’in de gelişip dönüşmesini bekleyebilirdik belki. McCarthy’nin seçtiği anlatımda okur Serge’in yansıtmadığı duyguları nedeniyle onu bir kişi olarak yalnızca izler, bağ kurmaz, yine de acısını anlar. Yazarın şimdiki zaman ve üçüncü tekil anlatımı da bu yapıyı destekler, psikolojiyle ilgilenmez. Serge’in küçük yaşlarından itibaren şikâyet ettiği perspektif sorunu nedeniyle anlatımı her ne kadar üçüncü tekil şahıstan izlesek de, Serge’in algılarıyla, dolayısıyla “düz” olarak görüyoruz. Dünya algısı da düzdür, çizgiler, daireler, dilimler, kavisler, oranlar ikiboyutludur. Sadece çölde geometri olmadığını söyler. Parça, şekil, biçim farklı olsa da hepsi daha büyük bir mekanizmaya aittir.
Serge’in doğduğu ev Versoie, İngiltere’nin güneyinde, kasabanın dışında kalan pastoral bir bölgede. Arazinin ve malikânenin Jacques Surin’e bağlanan, uydurulmuş hissi veren bir de öyküsü var. Surin’in sanki çağdaş bir Nuh’muş gibi, kendisine kalan bir mirasla buraya geldiği, birbirlerine kapılar, koridorlar, avlularla bağlanan evler ile atölyelerden oluşan bir site inşa ettiği üstüne bir hikâye bu.
Serge cenin zarıyla, bin yılda bir olabilen bir sıradışılıkla doğar. Aile bireyleri ise Serge’den daha ilginç. Babası kablosuz iletişim üstüne araştırmalar yapıp yeni teknikler bulmanın peşinde, kafası hayli karışık bir adam. Bu yüzden de arazi telgraf direkleriyle, labirentlerle dolu. Aynı zamanda evin sınırları içinde botanik bahçesini hatırlatan çeşitlilikte bitkinin yetiştirildiği, farklı böcek türünü barındıran büyük alanda Sağırlar Gündüz Okulu’nu yönetiyor. Annesi kendi halinde, sağır ancak dudak okuyabilen bir kadın. Versoie Evi’nin bir bölümünde ipekböceği yetiştiriyor. Kozadan dokuma kumaşa uzanan dönüşüm C’de yalın bir güzellikle anlatılıyor. Serge’in kendisinden büyük kız kardeşiyse doğabilimlerine, özellikle de kimyaya meraklı, zeki ama tuhaf bir karakter. Yani Sofie ve Serge böylesine doğal kalabilmiş bir ortamda, özel öğretmen tarafından eğitilerek, deneyler yaparak büyürken söze, sese, iletişime, şifrelemeye dair ayrıntılarla yetişiyorlar. Serge’in sindirim sistemini hasta eden Mısır’da, hissettiği dindirilmemiş bir özlem var. “… ortadan kaybolmuş ya da gelecek olan veya muhtemelen başka bir yerde, Öklid’in çizmediği bir açıda var olan, hep bir yerde var olmuş bir dünyaya duyulan bir özlem.”
Her yer, her yerde iç içe. “Buranın başka yerlerden farkı yok,” diyor Serge. “Buradayım” sözcüğünün üstünü çiziyor, onun yerine “burada değilim,” yazıyor. Ve dönüş yolu, “hem sözcüklerin hem de müziğin ritminden, ciddiyet ve ihtişamından bunun şaşaalı, ihtişamlı bir seremoninin parçaları olduğunu anlıyor; daha önce tanık olduğu satranç oyunuyla bunun arasındaki ilişki, bir kanepenin bir ziyafetle, bir parçanın prelüd bölümünün senfoniyle, hızlıca yapılmış bir eskizin tamamlanmış yağlıboya bir başyapıtla olan ilişkisiyle aynı.”
C’nin anlamıysa yeryüzündeki her şey gibi, “her şey” olabilir. Carbon, code, connection, Cairo, cocaine, Carrefax. Ya da İngilizce okursanız, yalnızca “see”.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Hayatın cömert davranmadığı insanların dünyası…
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 10 Ekim 2019 20’nci yüzyılın en önemli Çek yazarlarından biri sayılan Bohumil Hrabal, ‘Gürültülü Yalnızlık’ta, işi kitap imha etmek olan bir adamın hayata yabancılaşmasını ve benliğinin yavaş yavaş parçalanmasını anlatıyor. Onlar kadar uluslararası üne sahip olamasa bile -Jaroslav Hašek, Karel Apek ve Milan Kundera ile birlikte- 20’nci yüzyılın en önemli …
Bir edebiyat şöleni
Bürkem Cevher, Radikal Kitap, 10 Haziran 2016 ‘Modern Çağ Uyarıcıları Risalesi ve Z. Marcas’ okuru ziyadesiyle mutlu ediyor. Farklı üç türü barındırması ve bu üç türün nitelikli örneklerini sergilemesiyle dikkat çeken bir edebiyat şöleni. Notos Kitap’ın yayımladığı Honoré de Balzac’ın ‘Modern Çağ Uyarıcıları Risalesi ve Z. Marcas’ı, üç bölümden oluşan ve her bölümü ayrı bir …
‘Gürültülü Yalnızlık’, Hrabal ve kitaplara ağıt
Esra Yalazan, Ahval, 8 Şubat 2020 İnsan yazmadan yaşayabilir belki ama okumadan yaşayabilir mi? Okumayı söktüğümüz ilk andan beri sadece harflerin değil karşılaştığımız bütün işaretlerin şifresini çözmeye, gizledikleri “sırları” keşfetmeye çalışırız. Bu içine doğduğumuz hayatın belirsizliğiyle baş etmenin yollarından biri. Alberto Manguel, “Okumanın Tarihi” adlı kitabının başında çocukken tecrübenin kendisine önce kitaplar aracılığıyla geldiğini hatırlatıyordu. Okur yazar …
Latin Amerika edebiyatında bir “Sayıklama”
Tuğçe Yılmaz, T24, 6 Kasım 2011 Latin Amerika edebiyatı, yaşanılan ülkenin, üretimleri ne denli etkileyeceğinin bir kanıtı olarak karşımıza çıktı. Sürekli darbelerle ve iç savaşlarla sarsılan ülkelerin, edebiyatı da buna göre şekillendi. Üslup ve anlatım açısından da diğer ülkelerin edebiyatından farklı olan Latin Amerika edebiyatı, özenle Türkçeye çevrilmeye devam ediyor. Eserlerdeki derinliğe ve özgünlüğe karşın, çağdaş …