Yakın geçmişin darbe deneme sahası olan, komşularıyla savaşlara tutuşturulan ve uyuşturucu kartellerinin dönem dönem mesken bellediği çoğunlukla da bir köprü diye nitelediği El Salvador, bu gidişe karşı ses çıkaran aydınlarını bazen güdümlü iktidarlar ve ‘hassas vatandaşlar’ bazen de karteller eliyle yurtdışına sürdü.
Söz konusu sorunlarla birlikte politik ve kültürel yozlaşmışlığı eleştirmeye devam eden aydınlar, dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda. Onlardan biri de Horacio Castellanos Moya.
Honduras’ta doğan ve babasının memleketi El Salvador’da yaşadıktan sonra yazdıkları yüzünden ölüm tehditleri alıp ülkeyi terk eden Moya, romancılığı kadar kitapları için yaptığı gözlemleriyle ve araştırmalarıyla da ünlenmiş bir isim.
Daha önce Türkçeye çevrilen “Yılanlarla Dans”ta (Çeviren: İlker Özünlü, Jaguar Kitap) Moya, ülkesine karşı büyüttüğü öfkesini El Salvador’daki cinayetleri ve çatışmaları romanlaştırarak dışavurmuştu. “Aynadaki Dişi Şeytan”da yine bir cinayetten yola çıkıp ülkenin kaotik yapısını monologlarla hem mizahi hem de sarsıcı bir dille yermişti.
Gözlemciliğini romanlarına yansıtıp üslubunu oluşturmasında, Moya’nın gazeteciliğinin payı büyük. Pek çok kişinin sustuğu bir ortamda konuşurken mesleği, kitaplarındaki güçlü anlatımını besliyor. Gazetecilik, Moya’nın El Salvador’daki ikiyüzlülüğü, yozlaşmayı ve cinayetlerin perde arkasını görmesini kolaylaştırıyor.
Ölüm tehditleri almasına yol açan ve El Salvador’u terk etmesine neden olan “Tiksinti”; Moya’nın gözlemciliğinin, gerçekçiliğinin ve romancılığının zirvesi.
‘El Salvadorlu olmanın anlamsızlığı’
Moya, El Salvador’da mizah duygusuna sahip kişilerin, aydınların, entelektüellerin, kimi sosyalistlerin ve devlet bürokrasisine çöreklenen çeteleri reddedenlerin Şeytanlar tarafından kuşatıldığını hemen her ortamda dile getiriyor. Romanlarına da yansıyan bu tavrının, “Tiksinti”de en üst noktaya ulaştığını görüyoruz.
“Tiksinti”de kendisini bir aktarıcı ve aracı, farklı bir isimle Kanada’da yaşayan Edgardo Vega’yı ise kitabın başkarakteri hâline getiren Moya, San Salvador’u ise Vega’nın öfke ve nefret kustuğu bir kente dönüştürüyor: Birası kötü, insanı çirkef, sokakları tedirgin edici ve ölüm her köşe başında nöbette…
Thomas Bernhard, Salzburg için ağzına geleni nasıl söylemişse Moya da anlatıcı Vega aracılığıyla bunun bir benzerini, başkent ve El Salvador için dillendiriyor. Vega, yıllardır uğramadığı kente ve ülkeye dair huzursuzluğunu ve öfkesini sakınımsız bir şekilde ortaya koyuyor: “On sekiz yıldır ülkeye gelmiyordum, on sekiz yıldır bunların hiçbirini özlemiyordum çünkü zaten ben bu ülkeden kaçarak gitmiştim, gezegende onca yer varken şansıma burada doğmak, bana dünyanın en zalim ve insanlık dışı şeyi olarak görünüyordu, yüzlerce ülke arasında, en kötüsünde, en aptalında, en canisinde doğmayı asla kabullenemedim Moya. İşte bu yüzden savaş başlamadan çok önce Montreal’e gittim, öyle sürgüne gider gibi ya da daha iyi ekonomik şartlar arayışıyla falan gitmedim, gitme sebebim beni bu topraklarda doğurtan kaderimin korkunç şakasını asla kabullenmemekti, dedi bana Vega. Daha sonra Montreal’e bu ülkede doğmuş binlerce uğursuz ve aptal tip geldi, savaştan kaçarak ya da daha iyi ekonomik şart arayışıyla geldiler ama ben çok önceden beri oradaydım Moya çünkü beni oraya kaçırtan ne savaştı ne de yoksulluktu, politik sebeplerden ötürü ülkeden kaçarak gitmedim, sadece El Salvadorlu olma aptallığının en ufak bir değer taşımadığını fark ettiğim için gittim Moya, El Salvadorlu olmanın herhangi bir anlam taşımadığına inanmak, bana her zaman saçmalıkların en beteri olarak göründü. İşte bu yüzden gittim.”
‘Bu ülke suçlarıyla var oluyor’
İç savaşın sona ermesinin ardından ilk kez ülkeye adım atan ve içini döken Vega’nın, senelerce süren en büyük korkusu, El Salvador’a dönüp bir daha oradan çıkamamakmış. Annesinin ölümü nedeniyle ve Kanada’ya döneceğini bilmenin rahatlığıyla kısa süreliğine kente gelmiş.
Bu bilgiler, hikâyeyi derinleştiriyor; hem Vega’nın kişisel geçmişine hem de El Salvador’un onun için ne anlam ifade ettiğine dair monoloğu zenginleştiriyor Moya bu yolla.
Tekrara düşer gibi olsa da Vega, anlattıklarına her defasında yeni bir-iki şey katıyor: “On sekiz yıl sonra buradayım, sadece gitmekle çok iyi yaptığımı, başıma gelebilecek en iyi şeyin bu sefillikten uzaklaşmak olduğunu; bu ülkenin, hiçbir şeye değmeyeceğini ve bir halüsinasyon olduğunu teyit etmek için döndüm Moya. Bu ülke sadece suçlarıyla var oluyor, işte bu yüzden buradan uzamakla, vatandaşlığımı değiştirmekle, bu ülke hakkında hiçbir şey duymak istememekle iyi ettim. Bu, başıma gelen en güzel şeydi.”
‘Ulusal kahramana dönüştürülen psikopatlar’
Vega’ya göre El Salvador ve başkent korkunç; suçla ve suçlularla anılan, savaşla bir parça daha çürüyen, fesatlığın ve aptallığın hüküm sürdüğü, hiçbir şeyi düşünmemeyi ve sadece yapmayı emreden askerî zihniyetin el üstünde tutulduğu bir coğrafya. Dahası, insanın cebindeki para kadar değerli olması; bunun, geri kalan tüm değerleri sıfırlaması Vega’nın midesini bulandırıyor.
Edebiyatın, mizahın ve şiirin önemsenmeyişinin ise bunların üstüne tüy diktiğini düşünen Vega, hiç kimsenin tarih öğrenmeye niyetli olmadığını ve zaten kimsenin tarih öğretmeye yeltenmediğini, şuursuzla topluluğunun ‘devlet’i yönettiğini, büyük çoğunluğun askerleri taklit edip şirket yöneticiliğini hedeflediğini anlatıyor.
Sırtında yüz bin ceset taşıyan politikacıların fink attığı ülkede Vega, cehaletin ve cehalete yapılan yatırımların yanı sıra yağma kültürünün, El Salvador’dan biraz daha tiksinmesine neden olduğunu söylüyor. Kendilerine ‘solcu’ diyen ve ‘comandante’ dedirten yakın geçmişin gerillası, şimdinin lacivertli politikacılarının kapıldığı makam ve para hırsının yanı sıra, ‘psikopatların ulusal kahramana dönüştürülmesi’ de cabası.
Vega’nın, tüm bu kir pas içinde sığındığı ve kendisini rahat hissettiği yer, Moya’yla buluştuğu ve her akşamüstü gidip birkaç kadeh içtiği bar: Burada, zihnindekilerin tamamını bir çırpıda aktarıyor.
Kültürel ve tarihî çoraklık
Vega’nın anlattıkları arasında, kendisini hapishanedeymiş gibi hissetmesine neden olan; küçüklüğünün geçtiği ve annesinin ölümüyle satışa çıkardığı ev ve evin bulunduğu mahalle de yer alıyor. Tabii araya, birbirinden farklı kişiliklere sahip olduklarını söylediği kardeşiyle ilgili anılar da giriyor.
Sanat tarihi profesörü olan Vega, hem kardeşinin evinde ve hayatındaki hem de ülkedeki kültürel ve tarihî çoraklıktan şikâyetçi; El Salvador’da politikacı ve bürokratların boş vermişliğinin halkın umursamazlığıyla birleştiğini, ikisinin birbirini beslediğini düşünüyor.
Vega’nın bu gözlemleri, ülkede hayatın her alanına sinen yozlaşmayı ve insanların kendisini kültürel olarak geliştirme isteksizliğini resmediyor. Daha doğrusu Moya, El Salvador’dan uzaklaşma gerekçelerinin bir bölümünü Vega’nın ağzından satırlara dökerek Thomas Bernhard’dan farklı bir yola sapıyor: Bernhard, Avusturya’ya ve Salzburg’a öfkesini doğrudan kusarken Moya, ülkesiyle ilgili olarak “Tiksinti”nin anlatıcısı Vega aracılığıyla yapıyor bunu.
‘Kurt sineği kültürü’
Kötü ve yoz organizasyonların, devletin her kademesinde iş tutup sosyal hayata hâkim olduğunu ve hemen herkesi kendisine benzettiğini anlatan Vega, ‘bu ülkede bir şeyin değişebileceğine, bir şeyi değiştirmeye değeceğine ve bir şeyi değiştimenin insanları ilgilendirdiğine inanmak için çılgın olmak gerekiyor’ diyor.
Ülkedeki tortunun; zenginlerin, politikacıların ve halkın elbirliğiyle yarattığı embesilliği biraz daha görünür kıldığını, entelektüel ve zihinsel sefaletin ‘okunmak için değil, sayfalarını karıştırmak için hazırlanan gazetelere’ yansıdığını belirtiyor. Aynı şekilde sosyetenin rüküş ve kof hayatı ile bütün günü kaplayan pembe diziler de kültürel ve politik sefilliğin bir başka göstergesi; bunlar, cehaleti ve vasatlığı bâkî kılan, taklitçiliğe ve kitsch’e can katan diğer unsurlar Vega’ya göre: “Buradaki, yazmayı yazmayı bilmeyen bir kültür Moya; yazılı sözden yoksun bırakılmış bir kültür, hiçbir kayıt altına alma eğilimi ya da tarihsel hafızası olmayan bir kültür, geçmişe dair hiçbir algısı olmayan bir kültür, bir ‘kurt sineği kültürü.’ Onun yegâne ufku şimdiki zaman, yaşadığı o an, her iki saniyede bir aynı cama çarpan çünkü daha ikinci saniyede o camın varlığını unutan kurt sineğinin hafızasına sahip bir kültür. Bir kültür sefaleti Moya, onun için yazılı sözün hiçbir önemi yok, televizyondaki görüntülerin aptallığıyla eğlenmek için en feci cahilliğin üzerinden atlamış bir kültür. Ölümcül bir atlayış Moya; bu kültür, yazılı sözün üzerinden atladı, resmen insaniyetin yazılı sözden itibaren geliştiği asırları pas geçti, dedi bana Vega.”
Bolaño’nun Moya’sı ve Moya’nın ‘Tiksinti’si
El Salvadorluluğu, ‘herkesin içinde taşıdığı suça bulaşmış polise’ benzeten Vega’nın monoloğuyla şekillenen “Tiksinti”, Roberto Bolaño’nun ifadesiyle yalnızca bir hesaplaşma, ahlaki ve politik ortamın Moya’yı sürüklediği ümitsizlikten ibaret görülmemeli; roman, bir üslup araştırması aynı zamanda. Bununla birlikte Bolaño, hem romanın içeriğiyle hem de Moya’yla ilgili bir belirleme daha yapmış: “Eğer Castellanos Moya, Bosnalı ya da Kosovalı olsa ve bu kitabı orada yazsa ve yayımlasaydı, uçağa binecek zaman bile bulamazdı. Bu kitabın birçok meziyetinden biri işte bu: Milliyetçiler ona asla tahammül edemiyor. Bir Buster Keaton filmine ve saatli bombaya eşdeğer keskin mizahı, embesillerin hormonal dengesini tehdit ediyor ve bu yüzden kitabı okurken frenlenemez bir yazarı şehrin meydanında asmak istiyorlar. Doğrusu, gerçek bir yazar için bundan daha büyük bir onur düşünemiyorum.”
Vega’nın anlattıklarının merkezinde, El Salvador’un zihninde uyandırdığı öfke yer alıyor. Bu, ülkenin her yanını saran çürümüşlüğü bir kara mizaha dönüştürme denemesi olarak karşımıza çıkıyor. Bolaño’nun bahsettiği üslup ile gerçekleri resmetme gayretini birleştiren Moya, “Tiksinti”nin, hayatındaki konumu ve kendisi için ne anlama geldiğini birkaç cümleyle özetlemiş. Bir iç hesaplaşma ve teşhis olarak da okunabilir bu: “Tiksinti ile bir gerçeği yeniden teyit etmiştim: Eserleri sayesinde bazı yazarlar para kazanır, bazıları üne kavuşur ama bazıları da sadece düşman edinir (…) Üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra bugün, o zamandan beri farklı konularda ve hiçbir yazarı taklit etmediğim dokuz romanım daha yayımlanmasına, kimilerinin benden istediği o ikinci bölümü yazmamama rağmen ben El Salvadorlular için sadece ve sadece Tiksinti’nin yazarı olmaya devam ediyorum. Bu kısa taklit roman ve doğurduğu sonuçlar, bir utanç sembolü gibi beni takip ediyor.”
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Emek Erez, Gazete Duvar, 21 Kasım 2019 Bohumil Hrabal’ın Notos Kitap tarafından yayımlanan “Gürültülü Yalnızlık” adlı kitabı her okurun farklı bir bağlam yakalayabileceği çok katmanlı bir metin, benim okumamda etkileyici bulduğum yan yok etmenin hazzı ve sanat yapıtının nasıl olması gerektiğine dair kafamda sorular oluşturması oldu. Şunu biliyoruz ki şen bir dünyada yaşamıyoruz bu nedenle Adorno hâlâ …
Meltem Dağlı, Edebiyathaber, 7 Mayıs 2020 Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Çiyil Kurtuluş’u, kız kardeşi Biriçim Miller ile konuştuk. 1) Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu? Yazılarını genellikle evinde, kendine ait çalışma odasında yazar. Yazarken yalnız …
Çev. Alper Güngör, Oggito, 03 Mayıs 2021 Kısa öykünün ustalarından C.D Rose’un en son kitabı Herkes Başka Biriyken Kim Kimdir kısa öykülerin aksine gizem, fantazi ve hiciv unsurlarını birleştiren bir roman. Tek bir adamın etrafında dönen anlatı, unutulmuş kitapların yeniden keşfine yelken açıyor. İsimsiz anlatıcı “kayıp” kitaplar üzerine isimsiz bir ülkenin isimsiz üniversitesinde tüm ayrıntılarıyla on ders …
Hande Öğüt, Kaos GL, 19 Ocak 2012 Eserleri 1980’lerin ortalarında tanınan; ürkütücü, rahatsız edici, düzen karşıtı deneysel metinleri ve kamusal alanda sergilemekten zevk aldığı protez koleksiyonuyla kült bir yeraltı ikonu olan Mario Bellatin, yeni keşfettiğim müthiş bir yazar. İlk kitabı ‘Flores’ten (2004) başlayarak, ‘The Large Glass’ (2007) ‘Chinese Checkers’ (2007) ve 2010 Stonewall Honor Books in …
Çürümüş bir şeyler var El Salvador’da
Ali Bulunmaz, Kültür Servisi, 23 Aralık 2019
Yakın geçmişin darbe deneme sahası olan, komşularıyla savaşlara tutuşturulan ve uyuşturucu kartellerinin dönem dönem mesken bellediği çoğunlukla da bir köprü diye nitelediği El Salvador, bu gidişe karşı ses çıkaran aydınlarını bazen güdümlü iktidarlar ve ‘hassas vatandaşlar’ bazen de karteller eliyle yurtdışına sürdü.
Söz konusu sorunlarla birlikte politik ve kültürel yozlaşmışlığı eleştirmeye devam eden aydınlar, dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda. Onlardan biri de Horacio Castellanos Moya.
Honduras’ta doğan ve babasının memleketi El Salvador’da yaşadıktan sonra yazdıkları yüzünden ölüm tehditleri alıp ülkeyi terk eden Moya, romancılığı kadar kitapları için yaptığı gözlemleriyle ve araştırmalarıyla da ünlenmiş bir isim.
Daha önce Türkçeye çevrilen “Yılanlarla Dans”ta (Çeviren: İlker Özünlü, Jaguar Kitap) Moya, ülkesine karşı büyüttüğü öfkesini El Salvador’daki cinayetleri ve çatışmaları romanlaştırarak dışavurmuştu. “Aynadaki Dişi Şeytan”da yine bir cinayetten yola çıkıp ülkenin kaotik yapısını monologlarla hem mizahi hem de sarsıcı bir dille yermişti.
Gözlemciliğini romanlarına yansıtıp üslubunu oluşturmasında, Moya’nın gazeteciliğinin payı büyük. Pek çok kişinin sustuğu bir ortamda konuşurken mesleği, kitaplarındaki güçlü anlatımını besliyor. Gazetecilik, Moya’nın El Salvador’daki ikiyüzlülüğü, yozlaşmayı ve cinayetlerin perde arkasını görmesini kolaylaştırıyor.
Ölüm tehditleri almasına yol açan ve El Salvador’u terk etmesine neden olan “Tiksinti”; Moya’nın gözlemciliğinin, gerçekçiliğinin ve romancılığının zirvesi.
‘El Salvadorlu olmanın anlamsızlığı’
Moya, El Salvador’da mizah duygusuna sahip kişilerin, aydınların, entelektüellerin, kimi sosyalistlerin ve devlet bürokrasisine çöreklenen çeteleri reddedenlerin Şeytanlar tarafından kuşatıldığını hemen her ortamda dile getiriyor. Romanlarına da yansıyan bu tavrının, “Tiksinti”de en üst noktaya ulaştığını görüyoruz.
“Tiksinti”de kendisini bir aktarıcı ve aracı, farklı bir isimle Kanada’da yaşayan Edgardo Vega’yı ise kitabın başkarakteri hâline getiren Moya, San Salvador’u ise Vega’nın öfke ve nefret kustuğu bir kente dönüştürüyor: Birası kötü, insanı çirkef, sokakları tedirgin edici ve ölüm her köşe başında nöbette…
Thomas Bernhard, Salzburg için ağzına geleni nasıl söylemişse Moya da anlatıcı Vega aracılığıyla bunun bir benzerini, başkent ve El Salvador için dillendiriyor. Vega, yıllardır uğramadığı kente ve ülkeye dair huzursuzluğunu ve öfkesini sakınımsız bir şekilde ortaya koyuyor: “On sekiz yıldır ülkeye gelmiyordum, on sekiz yıldır bunların hiçbirini özlemiyordum çünkü zaten ben bu ülkeden kaçarak gitmiştim, gezegende onca yer varken şansıma burada doğmak, bana dünyanın en zalim ve insanlık dışı şeyi olarak görünüyordu, yüzlerce ülke arasında, en kötüsünde, en aptalında, en canisinde doğmayı asla kabullenemedim Moya. İşte bu yüzden savaş başlamadan çok önce Montreal’e gittim, öyle sürgüne gider gibi ya da daha iyi ekonomik şartlar arayışıyla falan gitmedim, gitme sebebim beni bu topraklarda doğurtan kaderimin korkunç şakasını asla kabullenmemekti, dedi bana Vega. Daha sonra Montreal’e bu ülkede doğmuş binlerce uğursuz ve aptal tip geldi, savaştan kaçarak ya da daha iyi ekonomik şart arayışıyla geldiler ama ben çok önceden beri oradaydım Moya çünkü beni oraya kaçırtan ne savaştı ne de yoksulluktu, politik sebeplerden ötürü ülkeden kaçarak gitmedim, sadece El Salvadorlu olma aptallığının en ufak bir değer taşımadığını fark ettiğim için gittim Moya, El Salvadorlu olmanın herhangi bir anlam taşımadığına inanmak, bana her zaman saçmalıkların en beteri olarak göründü. İşte bu yüzden gittim.”
‘Bu ülke suçlarıyla var oluyor’
İç savaşın sona ermesinin ardından ilk kez ülkeye adım atan ve içini döken Vega’nın, senelerce süren en büyük korkusu, El Salvador’a dönüp bir daha oradan çıkamamakmış. Annesinin ölümü nedeniyle ve Kanada’ya döneceğini bilmenin rahatlığıyla kısa süreliğine kente gelmiş.
Bu bilgiler, hikâyeyi derinleştiriyor; hem Vega’nın kişisel geçmişine hem de El Salvador’un onun için ne anlam ifade ettiğine dair monoloğu zenginleştiriyor Moya bu yolla.
Tekrara düşer gibi olsa da Vega, anlattıklarına her defasında yeni bir-iki şey katıyor: “On sekiz yıl sonra buradayım, sadece gitmekle çok iyi yaptığımı, başıma gelebilecek en iyi şeyin bu sefillikten uzaklaşmak olduğunu; bu ülkenin, hiçbir şeye değmeyeceğini ve bir halüsinasyon olduğunu teyit etmek için döndüm Moya. Bu ülke sadece suçlarıyla var oluyor, işte bu yüzden buradan uzamakla, vatandaşlığımı değiştirmekle, bu ülke hakkında hiçbir şey duymak istememekle iyi ettim. Bu, başıma gelen en güzel şeydi.”
‘Ulusal kahramana dönüştürülen psikopatlar’
Vega’ya göre El Salvador ve başkent korkunç; suçla ve suçlularla anılan, savaşla bir parça daha çürüyen, fesatlığın ve aptallığın hüküm sürdüğü, hiçbir şeyi düşünmemeyi ve sadece yapmayı emreden askerî zihniyetin el üstünde tutulduğu bir coğrafya. Dahası, insanın cebindeki para kadar değerli olması; bunun, geri kalan tüm değerleri sıfırlaması Vega’nın midesini bulandırıyor.
Edebiyatın, mizahın ve şiirin önemsenmeyişinin ise bunların üstüne tüy diktiğini düşünen Vega, hiç kimsenin tarih öğrenmeye niyetli olmadığını ve zaten kimsenin tarih öğretmeye yeltenmediğini, şuursuzla topluluğunun ‘devlet’i yönettiğini, büyük çoğunluğun askerleri taklit edip şirket yöneticiliğini hedeflediğini anlatıyor.
Sırtında yüz bin ceset taşıyan politikacıların fink attığı ülkede Vega, cehaletin ve cehalete yapılan yatırımların yanı sıra yağma kültürünün, El Salvador’dan biraz daha tiksinmesine neden olduğunu söylüyor. Kendilerine ‘solcu’ diyen ve ‘comandante’ dedirten yakın geçmişin gerillası, şimdinin lacivertli politikacılarının kapıldığı makam ve para hırsının yanı sıra, ‘psikopatların ulusal kahramana dönüştürülmesi’ de cabası.
Vega’nın, tüm bu kir pas içinde sığındığı ve kendisini rahat hissettiği yer, Moya’yla buluştuğu ve her akşamüstü gidip birkaç kadeh içtiği bar: Burada, zihnindekilerin tamamını bir çırpıda aktarıyor.
Kültürel ve tarihî çoraklık
Vega’nın anlattıkları arasında, kendisini hapishanedeymiş gibi hissetmesine neden olan; küçüklüğünün geçtiği ve annesinin ölümüyle satışa çıkardığı ev ve evin bulunduğu mahalle de yer alıyor. Tabii araya, birbirinden farklı kişiliklere sahip olduklarını söylediği kardeşiyle ilgili anılar da giriyor.
Sanat tarihi profesörü olan Vega, hem kardeşinin evinde ve hayatındaki hem de ülkedeki kültürel ve tarihî çoraklıktan şikâyetçi; El Salvador’da politikacı ve bürokratların boş vermişliğinin halkın umursamazlığıyla birleştiğini, ikisinin birbirini beslediğini düşünüyor.
Vega’nın bu gözlemleri, ülkede hayatın her alanına sinen yozlaşmayı ve insanların kendisini kültürel olarak geliştirme isteksizliğini resmediyor. Daha doğrusu Moya, El Salvador’dan uzaklaşma gerekçelerinin bir bölümünü Vega’nın ağzından satırlara dökerek Thomas Bernhard’dan farklı bir yola sapıyor: Bernhard, Avusturya’ya ve Salzburg’a öfkesini doğrudan kusarken Moya, ülkesiyle ilgili olarak “Tiksinti”nin anlatıcısı Vega aracılığıyla yapıyor bunu.
‘Kurt sineği kültürü’
Kötü ve yoz organizasyonların, devletin her kademesinde iş tutup sosyal hayata hâkim olduğunu ve hemen herkesi kendisine benzettiğini anlatan Vega, ‘bu ülkede bir şeyin değişebileceğine, bir şeyi değiştirmeye değeceğine ve bir şeyi değiştimenin insanları ilgilendirdiğine inanmak için çılgın olmak gerekiyor’ diyor.
Ülkedeki tortunun; zenginlerin, politikacıların ve halkın elbirliğiyle yarattığı embesilliği biraz daha görünür kıldığını, entelektüel ve zihinsel sefaletin ‘okunmak için değil, sayfalarını karıştırmak için hazırlanan gazetelere’ yansıdığını belirtiyor. Aynı şekilde sosyetenin rüküş ve kof hayatı ile bütün günü kaplayan pembe diziler de kültürel ve politik sefilliğin bir başka göstergesi; bunlar, cehaleti ve vasatlığı bâkî kılan, taklitçiliğe ve kitsch’e can katan diğer unsurlar Vega’ya göre: “Buradaki, yazmayı yazmayı bilmeyen bir kültür Moya; yazılı sözden yoksun bırakılmış bir kültür, hiçbir kayıt altına alma eğilimi ya da tarihsel hafızası olmayan bir kültür, geçmişe dair hiçbir algısı olmayan bir kültür, bir ‘kurt sineği kültürü.’ Onun yegâne ufku şimdiki zaman, yaşadığı o an, her iki saniyede bir aynı cama çarpan çünkü daha ikinci saniyede o camın varlığını unutan kurt sineğinin hafızasına sahip bir kültür. Bir kültür sefaleti Moya, onun için yazılı sözün hiçbir önemi yok, televizyondaki görüntülerin aptallığıyla eğlenmek için en feci cahilliğin üzerinden atlamış bir kültür. Ölümcül bir atlayış Moya; bu kültür, yazılı sözün üzerinden atladı, resmen insaniyetin yazılı sözden itibaren geliştiği asırları pas geçti, dedi bana Vega.”
Bolaño’nun Moya’sı ve Moya’nın ‘Tiksinti’si
El Salvadorluluğu, ‘herkesin içinde taşıdığı suça bulaşmış polise’ benzeten Vega’nın monoloğuyla şekillenen “Tiksinti”, Roberto Bolaño’nun ifadesiyle yalnızca bir hesaplaşma, ahlaki ve politik ortamın Moya’yı sürüklediği ümitsizlikten ibaret görülmemeli; roman, bir üslup araştırması aynı zamanda. Bununla birlikte Bolaño, hem romanın içeriğiyle hem de Moya’yla ilgili bir belirleme daha yapmış: “Eğer Castellanos Moya, Bosnalı ya da Kosovalı olsa ve bu kitabı orada yazsa ve yayımlasaydı, uçağa binecek zaman bile bulamazdı. Bu kitabın birçok meziyetinden biri işte bu: Milliyetçiler ona asla tahammül edemiyor. Bir Buster Keaton filmine ve saatli bombaya eşdeğer keskin mizahı, embesillerin hormonal dengesini tehdit ediyor ve bu yüzden kitabı okurken frenlenemez bir yazarı şehrin meydanında asmak istiyorlar. Doğrusu, gerçek bir yazar için bundan daha büyük bir onur düşünemiyorum.”
Vega’nın anlattıklarının merkezinde, El Salvador’un zihninde uyandırdığı öfke yer alıyor. Bu, ülkenin her yanını saran çürümüşlüğü bir kara mizaha dönüştürme denemesi olarak karşımıza çıkıyor. Bolaño’nun bahsettiği üslup ile gerçekleri resmetme gayretini birleştiren Moya, “Tiksinti”nin, hayatındaki konumu ve kendisi için ne anlama geldiğini birkaç cümleyle özetlemiş. Bir iç hesaplaşma ve teşhis olarak da okunabilir bu: “Tiksinti ile bir gerçeği yeniden teyit etmiştim: Eserleri sayesinde bazı yazarlar para kazanır, bazıları üne kavuşur ama bazıları da sadece düşman edinir (…) Üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra bugün, o zamandan beri farklı konularda ve hiçbir yazarı taklit etmediğim dokuz romanım daha yayımlanmasına, kimilerinin benden istediği o ikinci bölümü yazmamama rağmen ben El Salvadorlular için sadece ve sadece Tiksinti’nin yazarı olmaya devam ediyorum. Bu kısa taklit roman ve doğurduğu sonuçlar, bir utanç sembolü gibi beni takip ediyor.”
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Gürültülü Yalnızlık: Yok etmenin hazzı
Emek Erez, Gazete Duvar, 21 Kasım 2019 Bohumil Hrabal’ın Notos Kitap tarafından yayımlanan “Gürültülü Yalnızlık” adlı kitabı her okurun farklı bir bağlam yakalayabileceği çok katmanlı bir metin, benim okumamda etkileyici bulduğum yan yok etmenin hazzı ve sanat yapıtının nasıl olması gerektiğine dair kafamda sorular oluşturması oldu. Şunu biliyoruz ki şen bir dünyada yaşamıyoruz bu nedenle Adorno hâlâ …
Yazarın Odası: Çiyil Kurtuluş (Söyleşi)
Meltem Dağlı, Edebiyathaber, 7 Mayıs 2020 Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Çiyil Kurtuluş’u, kız kardeşi Biriçim Miller ile konuştuk. 1) Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu? Yazılarını genellikle evinde, kendine ait çalışma odasında yazar. Yazarken yalnız …
C.D. Rose: Herkes Başka Biriyken Kim Kimdir? (Söyleşi)
Çev. Alper Güngör, Oggito, 03 Mayıs 2021 Kısa öykünün ustalarından C.D Rose’un en son kitabı Herkes Başka Biriyken Kim Kimdir kısa öykülerin aksine gizem, fantazi ve hiciv unsurlarını birleştiren bir roman. Tek bir adamın etrafında dönen anlatı, unutulmuş kitapların yeniden keşfine yelken açıyor. İsimsiz anlatıcı “kayıp” kitaplar üzerine isimsiz bir ülkenin isimsiz üniversitesinde tüm ayrıntılarıyla on ders …
Seks, Günah, Hastalık, Ölüm
Hande Öğüt, Kaos GL, 19 Ocak 2012 Eserleri 1980’lerin ortalarında tanınan; ürkütücü, rahatsız edici, düzen karşıtı deneysel metinleri ve kamusal alanda sergilemekten zevk aldığı protez koleksiyonuyla kült bir yeraltı ikonu olan Mario Bellatin, yeni keşfettiğim müthiş bir yazar. İlk kitabı ‘Flores’ten (2004) başlayarak, ‘The Large Glass’ (2007) ‘Chinese Checkers’ (2007) ve 2010 Stonewall Honor Books in …