Asla sayfa sayısını düşünmem. Sadece keşfetmek istediğim şeyleri takip ederim. Kullanacağımı düşündüğüm tonlarca taslak hazırlarım, notlar tutarım. Her şeye cümle cümle, satır satır yaklaşırım. Yüksek sesle okuduğumda kulağıma doğru gelmeli.
Alejandro Zambra’yı okumadan geçmek olanaksız. Latin Amerika’nın en genç ve en yeni yazarlarından ve gün geçtikçe daha yaygın bir ilgi görüyor. Zambra, nasıl yazmaya başladığını, kitaplarının neden kısa olduğunu ve film uyarlamalarıyla ilgili düşüncelerini Juan Vidal’e anlattı. “Sevgili Juan”, diyor Alejandro Zambra. “Her şey yolunda gibi geliyor. Zayıf İngilizcemle cevap verebiliyorum. Kendimi ifade edebilmek için İspanyolca yazmayı tercih ederim ama elimden gelenin en iyisini yapacağıma dair söz verdim. Belki gerisini çevirebilirsin. Şili’ye gidiyorum ve beş gün içinde konuşabiliriz.”
Benim için önemli olan türlerin birbirine karışmasına ve sonunda kendi istedikleri gibi oluşmalarına izin vermek.
Son birkaç onyıldır, Şili dünya edebiyatına en garip ve en iyi edebiyatlardan birini kazandırdı. Isabel Allende ve Roberto Bolaño’nun yürek parçalayan hikâyelerinden Pablo Neruda’nın büyük şiirlerine kadar, Şili dünya edebiyatında alıcı bir iz bıraktı. Granta’nın En Genç İspanyol Dili Romancısı seçilen Alejandro Zambra, bu mirasa çeşitlilik katmakla kalmıyor, aynı zamanda bir kuşağa öncülük ediyor. Bugüne kadar dört romanı yayımlanan ve bütün kitapları Türkçeye de çevrilen Alejandro Zambra, Şili ve Şili’nin dünya edebiyatındaki yeri için bir gurur kaynağı oldu. En popüler romanı Bonzai 2006 Şilili Eleştirmenler Ödülü’nü kazandı ve 2009 En İyi Çeviri Kitapları Ödülü’nde finale kaldı. 2011’de yönetmen Cristián Jiménez de aynı isimle romanı sinemayayarladı. Bu başarılar, Zambra’nın adını, öbürlerinin arasına, yetenekleri etkili öykücülüğün sınırlarını zorlayan bir sanatçı olarak kazıdı.
Juan Vidal: Yazmaya şiirle başladınız değil mi?
Alejandro Zambra: Evet. Şiirle genç yaşta tanıştım. Ve çok şiir okudum. Şanslıyım ki birçok önemli Şilili şairi okuyarak büyüdüm. Özellikle Jorge Teillier, Enrique Lihn ve Gonzalo Millán. Ve tabi ki Nicanor Parra’yı. Hepsi birbirinden farklıydı ki ben de bunu seviyordum. Ayrıca Ezra Pound ve Robert Creeley’in eserleri de beni kendine çekiyordu.
JV: Ne zaman kurguya daha fazla odaklanmaya başladınız? Romanlarınızın bir özelliği de manzum gibi olmaları. Bunun için özel bir çaba sarf ediyor musunuz?
AZ: Benim yazdığım şiirler düzyazıdan çok farklı değildi. Ve ayrıca ben kurgu olan ve olmayan arasına kesin bir çizgi çekmekten kaçınıyorum. Benim kuşağımdaki birçok yazar gibi ben de anlatım biçimlerini kategorize etme ihtiyacı duymuyorum. Benim için önemli olan türlerin birbirine karışmasına ve sonunda kendi istedikleri gibi oluşmalarına izin vermek. Ama evet, kafiyeye de odaklanıyorum. Her satırda müzik varmış havası yaratmaya fazlasıyla özen gösteriyorum. Şiirde ya da romanda fark etmeksizin. Bonzai üzerinde çalışmaya ilk başladığım zamanlar aslında bir roman yazmak üzere yola koyulmamıştım. Sadece biliyordum ki yazmak istediğim ve yazılması gereken bir kitap vardı. Başlığı zaten belirlemiştim. Kafamda bazı imgeler vardı – genç bir adam bonzai ağacı yetiştiriyor, özel bir tür elde etme uğraşı veriyor ve bu takıntısı üzerine sessiz sedasız çalışıyor. Aynı şey Ağaçların Özel Hayatı’nda da oldu. Öncelikli olarak kafamda başlık ve birkaç imge vardı. İmge benim dikkatimi çekmek zorunda çünkü imge her şeydir.
JV: Müzikten söz ettiniz, sinema ve müzik gibi sanatın öbür alanları eserlerinizde nasıl bir rol oynuyor?
AZ: Çok büyük bir rol. Yeni kitabım Mis Documentos (yakında Türkçede yayımlanacak) 11 kısa öyküden oluşuyor ve özellikle bir tanesi Simon&Garfunkel’den ilhamını alıyor. Bir de Şilili Leo Quinteros ve The Kink’in eserlerini beğeniyorum. Müzik benim için oldukça önemli. Sinema da öyle.
JV: İnsanlar her zaman yazarın hayatını da bilmek istiyor. Sıradan bir gününüz nasıl geçer?
AZ: Her sabah yazıyorum, ancak her zaman kurmaca değil – uzun yıllardır tuttuğum bir günlüğüm var ve genellikle güne onunla başlıyorum. Her bir günün başlangıcındaki o mutlak özgürlük hoşuma gidiyor. Bence bu benim duygularımı besliyor. Sonrasında bir şeyler okuyorum, öğretiyorum ya da yazmaya devam ediyorum. Aynı anda dört beş kitap üzerinde çalışmayı seviyorum – kurgu, kurgu dışı ya da şiir fark etmez. Biliyorum bazıları çok elzem kitaplar değil ya da bir gün basılmayacak ama onları zamanla paylaşmaya değer buluyorum. Uzun yürüyüşlere çıkıyorum ve müzik dinliyorum, Santiago ya da başka yerlerdeki arkadaşlarımı ziyaret ediyorum. Kedim ve köpeğimle ilgileniyorum, gerçi sanırım asıl kedim benimle ilgileniyor.
Bir süre sonra Kayıp Zamanın İzinde’nin yedi baskısını da aldım. O zamandan beri bir cildi açarım ve odamda yüksek sesle okurum, tıpkı başka insanların İncil’i okuduğu gibi.
JV: Junot Diaz Bonzai’yi gerçek bir afet olarak niteledi. Kitabı “Proust’un önemi hakkında öylesine konuşan ukalaların arasında incelikli, ürkütücü, nihayetinde Şili’de yaşanan üzücü bir aşkın göstergesi” olarak betimledi. Kitabınızda onun düşüncelerine değindiğiniz için Proust hakkındaki fikirlerinizi merak ediyorum. Ne zaman Proust okumaya başladınız?
AZ: Proust’la 19-20 yaşlarındayken tanıştım. En başından itibaren inanılmaz keyif aldım. Onu okurken kafamda fazlasıyla gerilim yaratıyordu, beni kendine çeken bir umutsuzluk vardı. Zaman zaman alıntılarına denk gelirdim ve okurdum. Bir süre sonra Kayıp Zamanın İzinde’nin yedi baskısını da aldım. O zamandan beri bir cildi açarım ve odamda yüksek sesle okurum, tıpkı başka insanların İncil’i okuduğu gibi.
JV: Bir yerde Bonzai’nin nasıl filme çekileceğine anlam veremediğinizi okudum. Cristian Jimenez’in yöntemi hakkında sizi bunun mümkün olabileceğine ikna eden şey neydi?
AZ: İlk filmi Optical Illusions’u izledim, zaten yani onun yetenekli olduğunu ve özgün bir tarzı olduğunu biliyordum. Ama yine zorlu bir görev gibi geldi, bakış açısına güvendim. Ve benim incecik romanımla böyle bir şey yapmak istemesi beni çok gururlandırdı. Başta kuşkularım vardı ama sonradan bana yanıldığımı kanıtladı. İlk kez Cannes Film Festivali’nde gördüm ve çok etkilendim. Kesinlikle kitaptan farklıydı ve bu fark bana keyfi verdi.
Asla sayfa sayısını düşünmem. Sadece keşfetmek istediğim şeyleri takip ederim.
JV: Romanlarınız nispeten kısa olmasına rağmen birçok uzun romanın uzun süren etkisine sahip. Eve Dönmenin Yolları, Bonzai ve Ağaçların Özel Hayatı’ndan biraz daha uzun ama çok da değil. Eserlerinizdeki biçim fikrine nasıl yaklaştığınızı açıklar mısınız? Yani işe romanı kısa tutmak üzere mi başlıyorsunuz yoksa olaylar öyle mi gelişiyor?
AZ: Asla sayfa sayısını düşünmem. Sadece keşfetmek istediğim şeyleri takip ederim. Kullanacağımı düşündüğüm tonlarca taslak hazırlarım, notlar tutarım. Her şeye cümle cümle, satır satır yaklaşırım. Yüksek sesle okuduğumda kulağıma doğru gelmeli. Bir okuyucu olarak ben çabuk sıkılırım. Okumaya başlamadan ya da devam etmeden önce bir sürü ilk sayfa, paragraf ve giriş cümlesi okurum. Zaman zaman ne okuduğum konusunda seçici olabiliyorum. Genelde benimkilerden uzun romanları tercih ederim. Ama aslında, favori kitaplarım hep novellalar. Yani sanırım benim eserlerimde doğal olarak öyle şekilleniyor. Bana göre kitabın yapısı her seferinde değişir. Bence benim romanlarım birbirlerinden oldukça farklı.
JV: Şili yazılarınızda çok önemli bir rol oynuyor. Bazen bir karakter olarak, geçmişiyle ve bugünüyle birlikte beliriyor. Ülkenize duyduğunuz sevgi kendini belli ediyor. Şili ile aranızdaki bağ yazılarınızı nasıl şekillendiriyor?
AZ: Çok doğal. Şili benim her zaman anlamak istediğim bir yer oldu. Dünyadaki herhangi bir yerden daha fazla önemediğim bir yer. Yani, burada yaşıyor ve çalışıyorum. Değer verdiğim insanların çoğu burada. Harika bir hayal gücüm yok gerçekten ama iyi bir hafızam var. Ve bir de istemdışı hatırladığım şeyler. Başka bir şey düşünmeye çalışsam bile sevdiğim yerler ve insanlar bir şekilde kendilerini eserin içinde buluyor. Bundan kaçamıyorum.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 30 Mayıs 2021 C.D. Rose, ilk romanı ‘Herkes Başka Biriyken Kim Kimdir?’de unutulmuş ya da ıskalanmış kitaplar üzerine konferanslar vermek üzere bilmediği bir kente giden araştırmacının eğlenceli hikâyesini anlatıyor. Belirsizlikler etrafında gelişen, yer yer komik ve absürd bir roman. C. D. Rose, 1960’ta Manchester’da doğdu. O zamandan beri, yarım …
Yücel Kayıran, Radikal Kitap, 12 Aralık 2012 Hölderlin denilince aklımıza gelen kuşkusuz onun şairliğidir. Ancak Şiir ve Tragedya Kuramı’ndaki metinler, Hölderlin’in, bir ‘filozof zihnine’ de sahip olduğunu göstermekte. Friedrich Hölderlin’nin Şiir ve Tragedya Kuramı, şairin mevcut imgesi bakımından oldukça dikkat çekici metinlerden oluşmaktadır: “Alman İdealizm’nin En Eski Sistem Programı”, “Yargı ve Varlık”, “Özgürlük Yasası üzerine”, “Ceza Kavramı …
Mehmet Cevat Yıldırım, K24, 17 Ocak 2021 Sürrealizme feminizmi getiren Leonora Carrington’ın metinlerinden Lewis Caroll ile André Breton’a ve sürrealizmin en temel sorusuna bir yolculuk: “Kimim ben?” 2020 yılının ikinci yarısında, 2011’de 94 yaşındaki ölümüne kadar “son sürrealist” olarak bilinen Leonora Carrington’ı ilk kez Türkçe okumak şansına eriştik. Önce Ağustos’ta Sırdaş Trompet Everest Yayınları’ndan, ardından Ekim’de Korku Evi …
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 17 Temmuz 2015 Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair. Notos Kitap, Sanatçının Mektupları adıyla James Joyce’un mektuplarını Klasik Kitaplar dizisinde yayımladı. Jacques Derrida’nın “Ulysses Gramofonu Joyce’ta Evet Söylen(t)isi” adlı yazısı ve ayrıntılı bir kronolojiyle tamamlanan Sanatçının …
Alejandro Zambra: “İmge her şeydir.” (Söyleşi)
çev. Neziha Çalıştırır, Oggito, 23 Ağustos 2017
Asla sayfa sayısını düşünmem. Sadece keşfetmek istediğim şeyleri takip ederim. Kullanacağımı düşündüğüm tonlarca taslak hazırlarım, notlar tutarım. Her şeye cümle cümle, satır satır yaklaşırım. Yüksek sesle okuduğumda kulağıma doğru gelmeli.
Alejandro Zambra’yı okumadan geçmek olanaksız. Latin Amerika’nın en genç ve en yeni yazarlarından ve gün geçtikçe daha yaygın bir ilgi görüyor. Zambra, nasıl yazmaya başladığını, kitaplarının neden kısa olduğunu ve film uyarlamalarıyla ilgili düşüncelerini Juan Vidal’e anlattı. “Sevgili Juan”, diyor Alejandro Zambra. “Her şey yolunda gibi geliyor. Zayıf İngilizcemle cevap verebiliyorum. Kendimi ifade edebilmek için İspanyolca yazmayı tercih ederim ama elimden gelenin en iyisini yapacağıma dair söz verdim. Belki gerisini çevirebilirsin. Şili’ye gidiyorum ve beş gün içinde konuşabiliriz.”
Benim için önemli olan türlerin birbirine karışmasına ve sonunda kendi istedikleri gibi oluşmalarına izin vermek.
Son birkaç onyıldır, Şili dünya edebiyatına en garip ve en iyi edebiyatlardan birini kazandırdı. Isabel Allende ve Roberto Bolaño’nun yürek parçalayan hikâyelerinden Pablo Neruda’nın büyük şiirlerine kadar, Şili dünya edebiyatında alıcı bir iz bıraktı. Granta’nın En Genç İspanyol Dili Romancısı seçilen Alejandro Zambra, bu mirasa çeşitlilik katmakla kalmıyor, aynı zamanda bir kuşağa öncülük ediyor. Bugüne kadar dört romanı yayımlanan ve bütün kitapları Türkçeye de çevrilen Alejandro Zambra, Şili ve Şili’nin dünya edebiyatındaki yeri için bir gurur kaynağı oldu. En popüler romanı Bonzai 2006 Şilili Eleştirmenler Ödülü’nü kazandı ve 2009 En İyi Çeviri Kitapları Ödülü’nde finale kaldı. 2011’de yönetmen Cristián Jiménez de aynı isimle romanı sinemayayarladı. Bu başarılar, Zambra’nın adını, öbürlerinin arasına, yetenekleri etkili öykücülüğün sınırlarını zorlayan bir sanatçı olarak kazıdı.
Juan Vidal: Yazmaya şiirle başladınız değil mi?
Alejandro Zambra: Evet. Şiirle genç yaşta tanıştım. Ve çok şiir okudum. Şanslıyım ki birçok önemli Şilili şairi okuyarak büyüdüm. Özellikle Jorge Teillier, Enrique Lihn ve Gonzalo Millán. Ve tabi ki Nicanor Parra’yı. Hepsi birbirinden farklıydı ki ben de bunu seviyordum. Ayrıca Ezra Pound ve Robert Creeley’in eserleri de beni kendine çekiyordu.
JV: Ne zaman kurguya daha fazla odaklanmaya başladınız? Romanlarınızın bir özelliği de manzum gibi olmaları. Bunun için özel bir çaba sarf ediyor musunuz?
AZ: Benim yazdığım şiirler düzyazıdan çok farklı değildi. Ve ayrıca ben kurgu olan ve olmayan arasına kesin bir çizgi çekmekten kaçınıyorum. Benim kuşağımdaki birçok yazar gibi ben de anlatım biçimlerini kategorize etme ihtiyacı duymuyorum. Benim için önemli olan türlerin birbirine karışmasına ve sonunda kendi istedikleri gibi oluşmalarına izin vermek. Ama evet, kafiyeye de odaklanıyorum. Her satırda müzik varmış havası yaratmaya fazlasıyla özen gösteriyorum. Şiirde ya da romanda fark etmeksizin. Bonzai üzerinde çalışmaya ilk başladığım zamanlar aslında bir roman yazmak üzere yola koyulmamıştım. Sadece biliyordum ki yazmak istediğim ve yazılması gereken bir kitap vardı. Başlığı zaten belirlemiştim. Kafamda bazı imgeler vardı – genç bir adam bonzai ağacı yetiştiriyor, özel bir tür elde etme uğraşı veriyor ve bu takıntısı üzerine sessiz sedasız çalışıyor. Aynı şey Ağaçların Özel Hayatı’nda da oldu. Öncelikli olarak kafamda başlık ve birkaç imge vardı. İmge benim dikkatimi çekmek zorunda çünkü imge her şeydir.
JV: Müzikten söz ettiniz, sinema ve müzik gibi sanatın öbür alanları eserlerinizde nasıl bir rol oynuyor?
AZ: Çok büyük bir rol. Yeni kitabım Mis Documentos (yakında Türkçede yayımlanacak) 11 kısa öyküden oluşuyor ve özellikle bir tanesi Simon&Garfunkel’den ilhamını alıyor. Bir de Şilili Leo Quinteros ve The Kink’in eserlerini beğeniyorum. Müzik benim için oldukça önemli. Sinema da öyle.
JV: İnsanlar her zaman yazarın hayatını da bilmek istiyor. Sıradan bir gününüz nasıl geçer?
AZ: Her sabah yazıyorum, ancak her zaman kurmaca değil – uzun yıllardır tuttuğum bir günlüğüm var ve genellikle güne onunla başlıyorum. Her bir günün başlangıcındaki o mutlak özgürlük hoşuma gidiyor. Bence bu benim duygularımı besliyor. Sonrasında bir şeyler okuyorum, öğretiyorum ya da yazmaya devam ediyorum. Aynı anda dört beş kitap üzerinde çalışmayı seviyorum – kurgu, kurgu dışı ya da şiir fark etmez. Biliyorum bazıları çok elzem kitaplar değil ya da bir gün basılmayacak ama onları zamanla paylaşmaya değer buluyorum. Uzun yürüyüşlere çıkıyorum ve müzik dinliyorum, Santiago ya da başka yerlerdeki arkadaşlarımı ziyaret ediyorum. Kedim ve köpeğimle ilgileniyorum, gerçi sanırım asıl kedim benimle ilgileniyor.
Bir süre sonra Kayıp Zamanın İzinde’nin yedi baskısını da aldım. O zamandan beri bir cildi açarım ve odamda yüksek sesle okurum, tıpkı başka insanların İncil’i okuduğu gibi.
JV: Junot Diaz Bonzai’yi gerçek bir afet olarak niteledi. Kitabı “Proust’un önemi hakkında öylesine konuşan ukalaların arasında incelikli, ürkütücü, nihayetinde Şili’de yaşanan üzücü bir aşkın göstergesi” olarak betimledi. Kitabınızda onun düşüncelerine değindiğiniz için Proust hakkındaki fikirlerinizi merak ediyorum. Ne zaman Proust okumaya başladınız?
AZ: Proust’la 19-20 yaşlarındayken tanıştım. En başından itibaren inanılmaz keyif aldım. Onu okurken kafamda fazlasıyla gerilim yaratıyordu, beni kendine çeken bir umutsuzluk vardı. Zaman zaman alıntılarına denk gelirdim ve okurdum. Bir süre sonra Kayıp Zamanın İzinde’nin yedi baskısını da aldım. O zamandan beri bir cildi açarım ve odamda yüksek sesle okurum, tıpkı başka insanların İncil’i okuduğu gibi.
JV: Bir yerde Bonzai’nin nasıl filme çekileceğine anlam veremediğinizi okudum. Cristian Jimenez’in yöntemi hakkında sizi bunun mümkün olabileceğine ikna eden şey neydi?
AZ: İlk filmi Optical Illusions’u izledim, zaten yani onun yetenekli olduğunu ve özgün bir tarzı olduğunu biliyordum. Ama yine zorlu bir görev gibi geldi, bakış açısına güvendim. Ve benim incecik romanımla böyle bir şey yapmak istemesi beni çok gururlandırdı. Başta kuşkularım vardı ama sonradan bana yanıldığımı kanıtladı. İlk kez Cannes Film Festivali’nde gördüm ve çok etkilendim. Kesinlikle kitaptan farklıydı ve bu fark bana keyfi verdi.
Asla sayfa sayısını düşünmem. Sadece keşfetmek istediğim şeyleri takip ederim.
JV: Romanlarınız nispeten kısa olmasına rağmen birçok uzun romanın uzun süren etkisine sahip. Eve Dönmenin Yolları, Bonzai ve Ağaçların Özel Hayatı’ndan biraz daha uzun ama çok da değil. Eserlerinizdeki biçim fikrine nasıl yaklaştığınızı açıklar mısınız? Yani işe romanı kısa tutmak üzere mi başlıyorsunuz yoksa olaylar öyle mi gelişiyor?
AZ: Asla sayfa sayısını düşünmem. Sadece keşfetmek istediğim şeyleri takip ederim. Kullanacağımı düşündüğüm tonlarca taslak hazırlarım, notlar tutarım. Her şeye cümle cümle, satır satır yaklaşırım. Yüksek sesle okuduğumda kulağıma doğru gelmeli. Bir okuyucu olarak ben çabuk sıkılırım. Okumaya başlamadan ya da devam etmeden önce bir sürü ilk sayfa, paragraf ve giriş cümlesi okurum. Zaman zaman ne okuduğum konusunda seçici olabiliyorum. Genelde benimkilerden uzun romanları tercih ederim. Ama aslında, favori kitaplarım hep novellalar. Yani sanırım benim eserlerimde doğal olarak öyle şekilleniyor. Bana göre kitabın yapısı her seferinde değişir. Bence benim romanlarım birbirlerinden oldukça farklı.
JV: Şili yazılarınızda çok önemli bir rol oynuyor. Bazen bir karakter olarak, geçmişiyle ve bugünüyle birlikte beliriyor. Ülkenize duyduğunuz sevgi kendini belli ediyor. Şili ile aranızdaki bağ yazılarınızı nasıl şekillendiriyor?
AZ: Çok doğal. Şili benim her zaman anlamak istediğim bir yer oldu. Dünyadaki herhangi bir yerden daha fazla önemediğim bir yer. Yani, burada yaşıyor ve çalışıyorum. Değer verdiğim insanların çoğu burada. Harika bir hayal gücüm yok gerçekten ama iyi bir hafızam var. Ve bir de istemdışı hatırladığım şeyler. Başka bir şey düşünmeye çalışsam bile sevdiğim yerler ve insanlar bir şekilde kendilerini eserin içinde buluyor. Bundan kaçamıyorum.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
‘Olamayanlar’dan var olmayanlara
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 30 Mayıs 2021 C.D. Rose, ilk romanı ‘Herkes Başka Biriyken Kim Kimdir?’de unutulmuş ya da ıskalanmış kitaplar üzerine konferanslar vermek üzere bilmediği bir kente giden araştırmacının eğlenceli hikâyesini anlatıyor. Belirsizlikler etrafında gelişen, yer yer komik ve absürd bir roman. C. D. Rose, 1960’ta Manchester’da doğdu. O zamandan beri, yarım …
‘İnsanların sözlerini anlamadım hiç’
Yücel Kayıran, Radikal Kitap, 12 Aralık 2012 Hölderlin denilince aklımıza gelen kuşkusuz onun şairliğidir. Ancak Şiir ve Tragedya Kuramı’ndaki metinler, Hölderlin’in, bir ‘filozof zihnine’ de sahip olduğunu göstermekte. Friedrich Hölderlin’nin Şiir ve Tragedya Kuramı, şairin mevcut imgesi bakımından oldukça dikkat çekici metinlerden oluşmaktadır: “Alman İdealizm’nin En Eski Sistem Programı”, “Yargı ve Varlık”, “Özgürlük Yasası üzerine”, “Ceza Kavramı …
Leonora Carrington, Alice ve Nadja: sürrealizmin harikalar diyarında
Mehmet Cevat Yıldırım, K24, 17 Ocak 2021 Sürrealizme feminizmi getiren Leonora Carrington’ın metinlerinden Lewis Caroll ile André Breton’a ve sürrealizmin en temel sorusuna bir yolculuk: “Kimim ben?” 2020 yılının ikinci yarısında, 2011’de 94 yaşındaki ölümüne kadar “son sürrealist” olarak bilinen Leonora Carrington’ı ilk kez Türkçe okumak şansına eriştik. Önce Ağustos’ta Sırdaş Trompet Everest Yayınları’ndan, ardından Ekim’de Korku Evi …
Dublin beni hasta ediyor
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 17 Temmuz 2015 Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair. Notos Kitap, Sanatçının Mektupları adıyla James Joyce’un mektuplarını Klasik Kitaplar dizisinde yayımladı. Jacques Derrida’nın “Ulysses Gramofonu Joyce’ta Evet Söylen(t)isi” adlı yazısı ve ayrıntılı bir kronolojiyle tamamlanan Sanatçının …