Alejandro Zambra’nın nicedir beklediğim “Ağaçların Özel Hayatı” sonunda çıktı. Şükür kavuşturana. “Eve Dönmenin Yolları” ve “Bonzai”nin damağımda kalan tadından sonra bir sevgiliye kavuşur gibi kavuştum kitaba. Kitabın Türkçe çevirisi yine Çiğdem Öztürk’e emanet edilmiş. İçim rahat. Bir koşu aldım ve hemen okudum. Sonra dönüp bir daha okudum –çünkü bir Zambra kitabı ikinci okumada hep başka bir kapı açar okura– ve en nihayetinde sadık bir Zambra okuru olduğuma ve olacağıma emin oldum.
“Ağaçların Özel Hayatı”, yazarın Türkçedeki diğer kitaplarıyla bir devamlılık arz etmese de aynı anneden doğup aynı sütü emmiş bir kitap olduğunu hemen belli ediyor. Üçünün de damarlarında yazarın aynı meseleleri dolanıyor. Belli detaylar ve karakterler kendini tekrar ederken, –bence en kıymetlisi– üç kitap da az cümle kurarak çok şey anlatmayı başarıyor: Küçük cüsselerine aldırmadan üçü de insan ruhunun derinlerine dalıyor. Günün sonunda her yazar yazdığı şeyi kendi bahçesindeki ağaçtan topluyor. İsterse çok uzak âlemlerden, çok farklı gerçekliklerden bahsetsin, her roman ya da her öykü onu zihninde tasarlayıp da kâğıda geçiren yazarın özsularından mürekkep. Tıpkı Zambra’da olduğu gibi.
“Ağaçların Özel Hayatı”, ötekiler gibi bir novella ve yine süsten püsten uzak, çırılçıplak, iddiasız, göz boyamayan bir metin. Bu yüzden de daha ilk cümleden okuru elinden tutup Zambra’nın itiraflarla bezeli dünyasına götürüyor. Sahtecilikten epey uzak bir dünya burası. Hikâyenin öylece akıp gittiği, metnin içinde serbestçe gezinip durduğu ve yolunun hiç tıkanmadığı bir dünya. Okurun dikkatini dağıtmadan, asıl gideceği yere götürüyor, yolda gereksiz kalabalıklarla oyalamıyor, bunu yaparken sık sık durup düşünme fırsatı da yaratıyor. Anlatıcı bizden biri. Yukarıdan değil yanımızdan anlatıyor hikâyeyi. Onunla birlikte yol almamıza izin veriyor. “Ağaçların Özel Hayatı” Zambra’nın diğer eserleri gibi kısacık bir kitap, ama yoksunluk yahut yetersizlik duygusu vermiyor. Kitap tek başına az olanın çok olabileceğinin ispatı gibi.
Hikâye, romanın başkahramanı Julian’ın karısı Veronica’nın resim kursundan dönmediği bir gecede geçiyor; Julian evde üvey kızı Daniela’yla birlikte eşi Veronica’nın dönmesini bekliyor. Ve beklerken küçük kızı oyalamak için ona “Ağaçların Özel Hayatı” adında, her seferinde bir yenisini uydurduğu masallar anlatıyor. Julian 30 yaşında, bir roman yazmaya çalışıyor. Aslında üniversitede edebiyat hocası; bir yandan yazılamayan kitabın girdaplarının içinde dönüp dururken, bir yandan gerçekliklerine sonradan dahil olduğu Veronica ve kızının hayatındaki yeri üzerine düşünüyor. Bekleyişin sürdüğü gece boyunca Julian geçmişi hatırlıyor, geleceğe gidiyor ve iki uçtan bakarak –hatıralar ve olasılıklar arasında gezinerek– şimdinin muhasebesini yapıyor.
Peki, Veronica en sonunda dönüyor mu? Romanın daha başında masaya yatıyor bu soru:
“…bu gece normal bir gece değil, en azından şimdilik. Sonraki günün başlayıp başlamayacağı henüz kesinleşmedi, çünkü Veronica resim kursundan hâlâ dönmedi. Dönünce roman bitiyor. Ama dönmediği sürece kitap devam ediyor. Kitap o dönene ya da Julian onun dönmeyeceğine emin olana dek sürüyor. Veronica, Julian’ın küçük kızı ağaçların özel hayatına dair bir hikaye anlatarak oyaladığı mavi odada değil henüz.”
Roman lineer bir yol izlemiyor ve hikâye her zaman Julian’ın gözünden anlatılmıyor. Anlatıcı, hikâyeyi Julian’ın şimdi’sinden hareketle romanın diğer kahramanlarının hayatlarına doğru genişleyen bir evrenden anlatıyor. Okuru her bir karakterin kafasının içine sokuyor. Julian’ın eski sevgilisi Karla’yı, Karla’nın onu evden kovuşunu; peşine Julian’ın Veronica’yla tanışmasını ve sevgili olmalarını; Veronica’nın eski kocasını ve kızları Daniela merkezinde iki babalı evrenin dengelerini okuyoruz roman boyunca. Hatta yer yer Julian merkezinden uzaklaşıp geçmişe, Veronica’nın üniversitede hamile kaldığı günlere ve Fernando’yla ilişkisine gidiyor; aynı şekilde geleceğe, Daniela’nın bir yetişkin olduğu ve yıllar sonra üvey babasının sonunda yazdığı kitabı ilk kez eline alıp okuduğu ana uzanıyoruz:
“Julian silinip giden bir leke.
Veronica silinen ama iz bırakan bir leke.
Gelecek Daniela’nın hikâyesi.
Julian o hikâyeyi, gelecekteki o günü düşünüyor, yazıyor…”
Zambra’nın kitaplarında olduğu gibi “iyi” bir eserde hikâyenin özünü oluşturan şeyin, yani metnin kalabalığının altında bir başına duran duygunun yazarın kalbinden süzüldüğüne inanıyorum. Yazar ile okuru yakınlaştıran şeyin de edebi açıdan sergilenen pek çok maharetin yanı sıra en çok o samimiliği ve kendiliğinden meydana gelen şey olduğunu düşüyorum. Zira okurun, yani başka bir gözün, artistik beklentilerini karşılamak mevzu bahis olduğunda kendi içinin çöpünü bir başkası tarafından okunur ve sevilir bir hale getirmek, aslında kitap yazmanın büyük kısmını oluşturuyor. Bu estetik biçim kendi doğal yollarıyla, kendi itme gücü ve basıncıyla cereyan ettiğinde tadından yenmiyor.
Alejandro Zambra yeni nesil Latin Amerika edebiyatında, büyüdüğü toprakların edebi akımlarının içinde kendi sesini bulmuş, taşıdığı edebi mirasın yükü altında kalmadan başka bir yol keşfetmiş bir yazar. O bir takipçi değil, kendi yolunu çizmiş, kendi kurallarını koyan romanlar yazmış, yazarken sunum telaşına düşmemiş, okurlarını odanın dışında bırakıp belki de sadece kendini anlamak için yazmış bir yazar. Galiba yazdığı kısacık kitapların gücü de bundan geliyor.
Duydum ki yazarın 2013’te çıkan öykü kitabı “Mis documentos” da yoldaymış. Notos’a şimdiden teşekkürler. Son olarak, Zambra’nın eserlerini peş peşe okumanızı öneriyorum. O vakit aralarındaki gizli sözleşmeyi keşfetmek ve kol kola verip yarattıkları atmosferin tadını çıkarmak mümkün.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Özkan Ali Bozdemir, Cumhuriyet Kitap, 23 Eylül 2016 “Belgelerim”, Alejandro Zambra’nın sadelik ve içtenlikle örülü anlatı dünyasını keşfetmek ve yaratıcı yazının sonsuz olanaklarına şahit olmak isteyenler için eşsiz bir kitap. Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum’da (Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, 1996) yazarın niyeti ile okurun niyeti arasındaki belirsizliği netleştirmek için üçüncü bir fikir olarak …
Merve Küçüksarp, Bianet, 11 Nisan 2020 Şilili şair ve yazar Alejandro Zambra’nın, edebiyatla olan ilişkisini ve deneyimlerini paylaştığı “Serbest Kürsü” Notos Kitap tarafından yayımlandı. Daha önce “Bonzai”, “Ağaçların Özel Hayatı”, “Eve Dönmenin Yolları”, “Belgelerim”, “Soru Kitapçığı” isimli eserleri dilimize kazandırılan Zambra, bu defa “Serbest Kürsü”de katıldığı konferansların konuşma metinlerini ve edebiyat üzerine yazdığı denemeleri okurlarıyla …
Burcu Bayer, Sabit Fikir, Sayı 21, Mayıs 2015 Sais Çırakları, romantik edebiyatın şaheserlerinden biri olarak raflardaki yerini alıyor. 18. yüzyılın sonlarında Jena Okulu, uzaklara bakma mütehassısları yetiştirmekle meşguldü. Schelling ve Fichte felsefelerinin etrafında kümelenmiş romantikler olarak, büyüsü bozulmuş dünyayı yeniden büyülemeye uğraşıyorlardı. Bu okulun ebedi öğrencilerinden biri olan Novalis ise neredeyse saydam bilekleri ve ateşli …
Marta Iturmendi, Oggito, 28 Ocak 2018 Cortázar da öykülerini büyük bir hayranlıkla okumuş, birçok kez Qurioga’ya ve yazarlığına duyduğu hayranlıktan, eserlerine dair bilgisinden bahsetmişti. Marta Iturmendi Latin Amerikalı yazarlardan bahsedildiğinde akla ilk gelenler García Márquez, Borges ve elbette Cortázar olur. Konuya daha hâkim olanlar Bioy Casares, Rulfo, Onetti, Monterroso, Ribeyro, Arreola ve Felisberto Hernández gibi …
Hatıralar ve Olasılıklar Arasında
Melisa Kesmez, Remzi Kitap Gazetesi, Ekim 2015
Alejandro Zambra’nın nicedir beklediğim “Ağaçların Özel Hayatı” sonunda çıktı. Şükür kavuşturana. “Eve Dönmenin Yolları” ve “Bonzai”nin damağımda kalan tadından sonra bir sevgiliye kavuşur gibi kavuştum kitaba. Kitabın Türkçe çevirisi yine Çiğdem Öztürk’e emanet edilmiş. İçim rahat. Bir koşu aldım ve hemen okudum. Sonra dönüp bir daha okudum –çünkü bir Zambra kitabı ikinci okumada hep başka bir kapı açar okura– ve en nihayetinde sadık bir Zambra okuru olduğuma ve olacağıma emin oldum.
“Ağaçların Özel Hayatı”, yazarın Türkçedeki diğer kitaplarıyla bir devamlılık arz etmese de aynı anneden doğup aynı sütü emmiş bir kitap olduğunu hemen belli ediyor. Üçünün de damarlarında yazarın aynı meseleleri dolanıyor. Belli detaylar ve karakterler kendini tekrar ederken, –bence en kıymetlisi– üç kitap da az cümle kurarak çok şey anlatmayı başarıyor: Küçük cüsselerine aldırmadan üçü de insan ruhunun derinlerine dalıyor. Günün sonunda her yazar yazdığı şeyi kendi bahçesindeki ağaçtan topluyor. İsterse çok uzak âlemlerden, çok farklı gerçekliklerden bahsetsin, her roman ya da her öykü onu zihninde tasarlayıp da kâğıda geçiren yazarın özsularından mürekkep. Tıpkı Zambra’da olduğu gibi.
“Ağaçların Özel Hayatı”, ötekiler gibi bir novella ve yine süsten püsten uzak, çırılçıplak, iddiasız, göz boyamayan bir metin. Bu yüzden de daha ilk cümleden okuru elinden tutup Zambra’nın itiraflarla bezeli dünyasına götürüyor. Sahtecilikten epey uzak bir dünya burası. Hikâyenin öylece akıp gittiği, metnin içinde serbestçe gezinip durduğu ve yolunun hiç tıkanmadığı bir dünya. Okurun dikkatini dağıtmadan, asıl gideceği yere götürüyor, yolda gereksiz kalabalıklarla oyalamıyor, bunu yaparken sık sık durup düşünme fırsatı da yaratıyor. Anlatıcı bizden biri. Yukarıdan değil yanımızdan anlatıyor hikâyeyi. Onunla birlikte yol almamıza izin veriyor. “Ağaçların Özel Hayatı” Zambra’nın diğer eserleri gibi kısacık bir kitap, ama yoksunluk yahut yetersizlik duygusu vermiyor. Kitap tek başına az olanın çok olabileceğinin ispatı gibi.
Hikâye, romanın başkahramanı Julian’ın karısı Veronica’nın resim kursundan dönmediği bir gecede geçiyor; Julian evde üvey kızı Daniela’yla birlikte eşi Veronica’nın dönmesini bekliyor. Ve beklerken küçük kızı oyalamak için ona “Ağaçların Özel Hayatı” adında, her seferinde bir yenisini uydurduğu masallar anlatıyor. Julian 30 yaşında, bir roman yazmaya çalışıyor. Aslında üniversitede edebiyat hocası; bir yandan yazılamayan kitabın girdaplarının içinde dönüp dururken, bir yandan gerçekliklerine sonradan dahil olduğu Veronica ve kızının hayatındaki yeri üzerine düşünüyor. Bekleyişin sürdüğü gece boyunca Julian geçmişi hatırlıyor, geleceğe gidiyor ve iki uçtan bakarak –hatıralar ve olasılıklar arasında gezinerek– şimdinin muhasebesini yapıyor.
Peki, Veronica en sonunda dönüyor mu? Romanın daha başında masaya yatıyor bu soru:
“…bu gece normal bir gece değil, en azından şimdilik. Sonraki günün başlayıp başlamayacağı henüz kesinleşmedi, çünkü Veronica resim kursundan hâlâ dönmedi. Dönünce roman bitiyor. Ama dönmediği sürece kitap devam ediyor. Kitap o dönene ya da Julian onun dönmeyeceğine emin olana dek sürüyor. Veronica, Julian’ın küçük kızı ağaçların özel hayatına dair bir hikaye anlatarak oyaladığı mavi odada değil henüz.”
Roman lineer bir yol izlemiyor ve hikâye her zaman Julian’ın gözünden anlatılmıyor. Anlatıcı, hikâyeyi Julian’ın şimdi’sinden hareketle romanın diğer kahramanlarının hayatlarına doğru genişleyen bir evrenden anlatıyor. Okuru her bir karakterin kafasının içine sokuyor. Julian’ın eski sevgilisi Karla’yı, Karla’nın onu evden kovuşunu; peşine Julian’ın Veronica’yla tanışmasını ve sevgili olmalarını; Veronica’nın eski kocasını ve kızları Daniela merkezinde iki babalı evrenin dengelerini okuyoruz roman boyunca. Hatta yer yer Julian merkezinden uzaklaşıp geçmişe, Veronica’nın üniversitede hamile kaldığı günlere ve Fernando’yla ilişkisine gidiyor; aynı şekilde geleceğe, Daniela’nın bir yetişkin olduğu ve yıllar sonra üvey babasının sonunda yazdığı kitabı ilk kez eline alıp okuduğu ana uzanıyoruz:
“Julian silinip giden bir leke.
Veronica silinen ama iz bırakan bir leke.
Gelecek Daniela’nın hikâyesi.
Julian o hikâyeyi, gelecekteki o günü düşünüyor, yazıyor…”
Zambra’nın kitaplarında olduğu gibi “iyi” bir eserde hikâyenin özünü oluşturan şeyin, yani metnin kalabalığının altında bir başına duran duygunun yazarın kalbinden süzüldüğüne inanıyorum. Yazar ile okuru yakınlaştıran şeyin de edebi açıdan sergilenen pek çok maharetin yanı sıra en çok o samimiliği ve kendiliğinden meydana gelen şey olduğunu düşüyorum. Zira okurun, yani başka bir gözün, artistik beklentilerini karşılamak mevzu bahis olduğunda kendi içinin çöpünü bir başkası tarafından okunur ve sevilir bir hale getirmek, aslında kitap yazmanın büyük kısmını oluşturuyor. Bu estetik biçim kendi doğal yollarıyla, kendi itme gücü ve basıncıyla cereyan ettiğinde tadından yenmiyor.
Alejandro Zambra yeni nesil Latin Amerika edebiyatında, büyüdüğü toprakların edebi akımlarının içinde kendi sesini bulmuş, taşıdığı edebi mirasın yükü altında kalmadan başka bir yol keşfetmiş bir yazar. O bir takipçi değil, kendi yolunu çizmiş, kendi kurallarını koyan romanlar yazmış, yazarken sunum telaşına düşmemiş, okurlarını odanın dışında bırakıp belki de sadece kendini anlamak için yazmış bir yazar. Galiba yazdığı kısacık kitapların gücü de bundan geliyor.
Duydum ki yazarın 2013’te çıkan öykü kitabı “Mis documentos” da yoldaymış. Notos’a şimdiden teşekkürler. Son olarak, Zambra’nın eserlerini peş peşe okumanızı öneriyorum. O vakit aralarındaki gizli sözleşmeyi keşfetmek ve kol kola verip yarattıkları atmosferin tadını çıkarmak mümkün.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Yaratıcı yazının belgeleri
Özkan Ali Bozdemir, Cumhuriyet Kitap, 23 Eylül 2016 “Belgelerim”, Alejandro Zambra’nın sadelik ve içtenlikle örülü anlatı dünyasını keşfetmek ve yaratıcı yazının sonsuz olanaklarına şahit olmak isteyenler için eşsiz bir kitap. Umberto Eco, Yorum ve Aşırı Yorum’da (Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, 1996) yazarın niyeti ile okurun niyeti arasındaki belirsizliği netleştirmek için üçüncü bir fikir olarak …
Zambra’nın “Yazar Odası”
Merve Küçüksarp, Bianet, 11 Nisan 2020 Şilili şair ve yazar Alejandro Zambra’nın, edebiyatla olan ilişkisini ve deneyimlerini paylaştığı “Serbest Kürsü” Notos Kitap tarafından yayımlandı. Daha önce “Bonzai”, “Ağaçların Özel Hayatı”, “Eve Dönmenin Yolları”, “Belgelerim”, “Soru Kitapçığı” isimli eserleri dilimize kazandırılan Zambra, bu defa “Serbest Kürsü”de katıldığı konferansların konuşma metinlerini ve edebiyat üzerine yazdığı denemeleri okurlarıyla …
İsis’in peçesini kaldırmak
Burcu Bayer, Sabit Fikir, Sayı 21, Mayıs 2015 Sais Çırakları, romantik edebiyatın şaheserlerinden biri olarak raflardaki yerini alıyor. 18. yüzyılın sonlarında Jena Okulu, uzaklara bakma mütehassısları yetiştirmekle meşguldü. Schelling ve Fichte felsefelerinin etrafında kümelenmiş romantikler olarak, büyüsü bozulmuş dünyayı yeniden büyülemeye uğraşıyorlardı. Bu okulun ebedi öğrencilerinden biri olan Novalis ise neredeyse saydam bilekleri ve ateşli …
Horacio Quiroga: Ormanların ve Ölümün Yazarı
Marta Iturmendi, Oggito, 28 Ocak 2018 Cortázar da öykülerini büyük bir hayranlıkla okumuş, birçok kez Qurioga’ya ve yazarlığına duyduğu hayranlıktan, eserlerine dair bilgisinden bahsetmişti. Marta Iturmendi Latin Amerikalı yazarlardan bahsedildiğinde akla ilk gelenler García Márquez, Borges ve elbette Cortázar olur. Konuya daha hâkim olanlar Bioy Casares, Rulfo, Onetti, Monterroso, Ribeyro, Arreola ve Felisberto Hernández gibi …