Görünen o ki Yuri Herrera bize daha çok Meksika gezisi yaptıracak. İyi de yapacak.
İyi bir romanı okumayı bitirmenin verebileceğin en büyük his: bir rüyadan usulca, temiz bir bilinçle ama gördüğün düşün tek sahnesini olduğu gibi hatırlayamadan uyanmaya benzer. Don Quijote’nin yazılmış ilk roman (ve en büyüğü) olduğunu kabul edenlerdensen, 17’inci yüz yıldan beri insan zihninin bu tür bir doyuma hissettirecek kimyasalları altın oranda karmak için bir Simyacı gibi çalıştığını da kabul ediyorsun demektir. Bir işi yapmak için tasarlanmış bir makinenin sisteminin dışına çıkarak aynı ürünü başka yollarla elde etmenin hoş görülen gayrimeşruluğu, ince ama bir o kadar da önemli bir sınır çizgisi sayılır. Peki ama kimsenin pek göremediği, görse de umursamadığı bu tür bir hudut ihlali hele ki edebiyatta yaşanıyorsa, bunun bir gölgenin gölgesine şahit olmaktan daha gerçeküstü bir anlamı olabilir mi? Benim gibi okuduğu iyi romanlardan sonra tüm gece yatağını şeytanlarla paylaşmış gibi paslı bir dil, karmaşık bir zihin ve her anını hatırladığın bir kabusla uyanıyorsan. Dikkat et, anlam mayınlarına basma.
Gerçekten beslenen ayaklar
Meksikalı 1970 doğumlu Yuri Herrera, ülkesindeki yaratıcı yazarlık eğitimini dünyanın en iyi edebiyat laboratuarlarının bulunduğu ABD’de sürdürmüş, ülkemizdeki yaş kriterlerine göre ise genç yazar sınıfının sınırındaki bir yazar. Öğretici edebiyat eleştirilerine karşı olmasam da, bunu yapabilmek için ‘edebiyat eleştirmeni’ sıfatım olması gerektiğini bildiğimden bugüne dek pek bulaşmadığım bu türün sınırında dolaşmaya beni Herrera zorladı. Çünkü Notos Kitap’tan Bülent Kale çevirisiyle yayınlanan Bedenlerin Göçü adlı romanı, iyi bir romanı okuyanın aklında kaldığı izdüşümlerini edebi soslara bulayarak eleştiri sanatına katkı için yazması gereken türlerden değil: Herrera’nın romanı, L. Borges’ten G.G Marquez’e, J. Donoso’dan Carlos Fuentes’e kadar Latin Amerika edebiyatında uzun bir listeye atıf mecburiyeti gerektiren metinlerden biri: Bunda da olay yerinin Meksika olduğunu hepimizin bildiği ama yazarın coğrafi bir isimle adlandırmadığı şehirde geçen roman, Latin Amerika kültürü, siyaseti, aile yapısı, polis-adliye olayları ve cinsellik tarihini ‘anlatmadan anlatan’ türe giriyor. Anlatmadan anlatma kurgusu, modern roman yazarının genellikle siyasi ağırlıklı metinleri için seçtiği bir yol: Yazar, anlattığı üst kurmacanın sacayaklarının gerçek dünyaya yaslandığını ve bu sacayaklarının çelikten birer destek olmak yerine, dengesini almak için dokunduğu gerçekten beslenen organik edebiyat uzuvları olduğunu düşünür: Bunun sonucunda da küresel medya güçlerinin haber bültenlerine konu olduğu için tüm dünya tarafından bilindiğini ‘varsaydığı’ siyasi cinayetler, mafya yozlaşması, kültürel erozyon gibi konuları giriş-gelişme-sonuç gibi sıralı anlatım yerine, tam da hikayenin başladığı yerden ele alır.
Naif kahramanın değişkenliği
Bedenlerin Göçü de, anlatmadan anlatma tarzı üzerine yeni Latin yazarlarının en çok başvurduğu kurguya dayanıyor. Fakat anlatmadan anlatma tarzını başarı ile inşa etme, metni bir an olsun yazarın kontrolünden çıkartmamakla mümkündür: Herrera da bunun eğitimini başarıyla aldığını gizleme gereği duymadan, Meksika’daki iki mafya ailesinin ellerinde rehin tuttuğu, birbirlerine ait ölü aile bireylerinin teslimini sağlayan Avukat Elfekkak’ın hikâyesini anlatıyor. Roman, sineklerden bulaşan ve insanların ölümün sebep olan bir salgın nedeniyle maske takılsa bile gayri resmi bir sokağa çıkma yasağının ilan edildiği şehirde, birbirlerinin elinde biri hastalık öteki de trafik kazası nedeniyle karşı ailenin bir ölü ferdi bulunan iki mafya grubu ekseninde dönüyor. Meksikalı bir mafya avukatı olmasına karşın Elfekkak’ın komşusu Üç Kere Sarışın’dan başka bir yatak aşkı arzulamayışı onun mafya avukatı olmanın cinsel doyuma ilişkin kimi nimetlerinden yararlanamadığını gösterirken, Herrera baş karakterinin naifliğe yakın bir ruh hali olduğunu anlatmak istiyor. Elfekkak isterse kendine bedenler satın alabilir ama komşusuna karşı cinsel yönü ağır olsa da bir sevgi beslemesinin sebebi bu. Romanın açılışı Elfekkak ile Üç Kere Sarışın’ın ne zamandır arzulanmış ama ne kadar çok arzu uzarsa o kadar sönük geçen cinselliğiyle açılırken, romanın ilerleyen bölümlerinde mafya ailelerinin hayatlarına dahil oluyor. Yuri Herrera, iki mafya ailesinin mesleklerine aykırı şekilde hastalık ve kaza sonucu ölümlerle düşman aileden edindikleri rehine cesetleri gerçek sahiplerine teslim etmeye uğraşan Elfekkak’ın hikâyesini akıtıyor. İnsanların hastalığa yakalanmamak için maskesiz sokağa çıkmadığı günlerde Elfekkak cebindeki maskeyi yüzüne geçirmediği gibi, iki mafya ailesinin sinir uçları arasında canı her an bir mermiyle yok olabilecek bir tehlikeyle dolaşırken, sinek ısırıklarıyla gelebilecek bir bulaşıcı hastalık tehlikesini göz ardı ediyor. Herrera, burada tıp literatürüne girebilecek bir çeşit intihar deneyen ama bunu ne kendine ne de okura itiraf etmeyen karakteri üzerinden yeni bir imge inşa ederken, öte yandan da konusu hastalıklara dayanan kimi romanlara da göndermede bulunuyor. Bedenlerin Göçü, bir anlamıyla Albert Camus’un Veba’sı ve Jose Saramago’nun Körlük’üyle metinlerarasılık yapıyor.
Öte yandan Veba ve Körlük’ün sac ayakları salgın hastalıklar üzerine kuruluyken, bir Latin Amerika edebiyatı romanında bu türden bir mikrobik tehlikenin onlarca insani tehlike arasından sıyrılıp romanın dokusunu oluşturması düşünülemezdi bile. Herrera da bir anlatmadan anlatma romanında bu tuzağa düşmeyerek, kıvrak hamlelerle sineklerin salgın hastalığını romanın ne fonu yapıp arkaya gizliyor, ne baş kahramanına dönüştürüyor. Tıpkı suyu ve ateşi kıvamında verilmiş bir çelik döver gibi, bu imgeleri romanında nitelikli bir oranla birleştiriyor.
Mafyanın sıra dışı halleri
İlerleyen bölümlerde iki mafya ailesinin sıra dışı hüzün ve duyarlılık sahneledikleri bölümlerde her zamanki içinden çıkılmaz ve karmaşık görevi yerine bu türlü bir karmaşanın içine düşmenin telaşını yaşayan Elfekkak’ın çaresizlikle karışık vurdumduymazlığı, okura her an dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü Latin Amerika yazarları çok da yeni olmayan bir tarihte ‘Artık gerçeküstü gibi bir anlatı kullanmayacağız’ şeklinde aldıkları (bunu nasıl ve nerede aldıkları bir tarih kitabında yazmaz) kararla edebiyatta yeni yollar aramaya başladılar. Bu ritüelleşen edebiyat inşasına Herrera da dahil olduğundan, okurun dikkatini elden bir an olsun bırakmayan metinler yazmayı kendine dert edindiğini Bedenlerin Göçü’nde gösteriyor. Eğer Elfekkak’ın iki mafya ailesinin cesetlerini değiştiren bir avukat ve komşu güzeliyle ateşli saatler yaşayan bir azgın olduğu fikrine okur kapılır diye, romanda keskin dönüşler, sert çarpmalar ve ayak kaydıran sarsıntılar yer alıyor. Elfekkak’ın iki mafya ailesinin biri hastalıktan öteki de trafik kazasından öteki dünyayı boylamış üyelerini değiş tokuş ederken her sayfada başka bir ruh dünyasına bürünmesi, ancak dikkat isteyen bir okuma ile görülebiliyor.
Bedenlerin Göçü, okurun gözüne çok fazla sokulmayan erbabının ise tadını biraz fazla bulduğu edebiyat mimarlığının modern eseri olarak, güncel bir Latin Amerika edebiyatı lezzetini duymak için en gerekliler listesinin başında yer alan bir roman. Her ne kadar Meksika dünyasıyla ilgili Carlos Fuentes’in kurgusu da bir o kadar önemli Artemio Cruz’un Ölümü romanını okuyanlar bu konudaki defterini kapattıklarını düşünseler de, görünen o ki Yuri Herrera bize daha çok Meksika gezisi yaptıracak. İyi de yapacak. Öyle ya Latin Amerika, sömürgecilerinin dili İspanyolca ve Portekizceyi onlardan daha iyi kullanarak edebiyatın şafağını yaşıyor. Güneşin kimin üzerine doğacağı da belli. Sorun şu ki, bu üslup ve iklimde bir Türk edebiyatı romanı, Türkiyeli okurun dinamikleri başka olduğu için yazılmıyor, yazılsa da yayımlanamıyor. Bu da gökten düşen üç elmanın en kurtlusu olsun…
Erdinç Akkoyunlu, Star, 4 Kasım 2017 Şilili yazarı Carlos Labbe, 1977 doğumlu olmasına karşın yedi roman yazmış ve İspanyolca yazan en iyiler arasında gösteriliyor. Modernlik dozu her ne kadar okurken çok dikkat gerektirmesi bakımından yorucu olsa da Sayıklama, Latin Amerika edebiyatına değer verenler için el altında bulunması gerekenler listesine yazılıyor. Latin Amerika edebiyatını, Latin Amerika’nın siyaseti …
Gürsel Aytaç, Cumhuriyet Kitap, 28 Mayıs 2015 Novalis’in “Sais Çırakları” adlı şiirsel ve felsefi romanı, insanın doğayı anlama ve doğayla ilişkilenme çabasına yönelik bir yol/yolculuk niteliğinde. Alman romantiklerinden Novalis’in Sais Çırakları, Paul Klee’nin çizimleri eşliğinde, Türk okurunun eserin yazıldığı 18. yüzyıl sonları ile Klee’nin 20. yüzyılın ilk yarısındaki yaratılarını doğa karşısında yaratıcı sanatçıların ortak dünyası …
Erdinç Akkoyunlu, Star Sanat, 9 Haziran 2015 Modern edebiyatın iddiası bizi şaşırtmaktır. Tom McCarthy’in “C” adlı romanı da bu iddiayı sonuna kadar savunanlardan… İngiliz edebiyatı, tıpkı ülkenin dünyadaki yeri gibi edebiyata da üst perdeden bakan tavrıyla biliniyor. Tom McCarthy’in “C”si de modern edebiyat öğelerinin neredeyse tamamını barındırmasıyla bu anlayışın ürünü. Serge Carrefax’ın kablosuz iletişim ve …
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 17 Temmuz 2015 Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair. Notos Kitap, Sanatçının Mektupları adıyla James Joyce’un mektuplarını Klasik Kitaplar dizisinde yayımladı. Jacques Derrida’nın “Ulysses Gramofonu Joyce’ta Evet Söylen(t)isi” adlı yazısı ve ayrıntılı bir kronolojiyle tamamlanan Sanatçının …
Latin Amerika’nın Şafağında: Bedenlerin Göçü
Erdinç Akkoyunlu, Oggito, 9 Kasım 2018
Görünen o ki Yuri Herrera bize daha çok Meksika gezisi yaptıracak. İyi de yapacak.
İyi bir romanı okumayı bitirmenin verebileceğin en büyük his: bir rüyadan usulca, temiz bir bilinçle ama gördüğün düşün tek sahnesini olduğu gibi hatırlayamadan uyanmaya benzer. Don Quijote’nin yazılmış ilk roman (ve en büyüğü) olduğunu kabul edenlerdensen, 17’inci yüz yıldan beri insan zihninin bu tür bir doyuma hissettirecek kimyasalları altın oranda karmak için bir Simyacı gibi çalıştığını da kabul ediyorsun demektir. Bir işi yapmak için tasarlanmış bir makinenin sisteminin dışına çıkarak aynı ürünü başka yollarla elde etmenin hoş görülen gayrimeşruluğu, ince ama bir o kadar da önemli bir sınır çizgisi sayılır. Peki ama kimsenin pek göremediği, görse de umursamadığı bu tür bir hudut ihlali hele ki edebiyatta yaşanıyorsa, bunun bir gölgenin gölgesine şahit olmaktan daha gerçeküstü bir anlamı olabilir mi? Benim gibi okuduğu iyi romanlardan sonra tüm gece yatağını şeytanlarla paylaşmış gibi paslı bir dil, karmaşık bir zihin ve her anını hatırladığın bir kabusla uyanıyorsan. Dikkat et, anlam mayınlarına basma.
Gerçekten beslenen ayaklar
Meksikalı 1970 doğumlu Yuri Herrera, ülkesindeki yaratıcı yazarlık eğitimini dünyanın en iyi edebiyat laboratuarlarının bulunduğu ABD’de sürdürmüş, ülkemizdeki yaş kriterlerine göre ise genç yazar sınıfının sınırındaki bir yazar. Öğretici edebiyat eleştirilerine karşı olmasam da, bunu yapabilmek için ‘edebiyat eleştirmeni’ sıfatım olması gerektiğini bildiğimden bugüne dek pek bulaşmadığım bu türün sınırında dolaşmaya beni Herrera zorladı. Çünkü Notos Kitap’tan Bülent Kale çevirisiyle yayınlanan Bedenlerin Göçü adlı romanı, iyi bir romanı okuyanın aklında kaldığı izdüşümlerini edebi soslara bulayarak eleştiri sanatına katkı için yazması gereken türlerden değil: Herrera’nın romanı, L. Borges’ten G.G Marquez’e, J. Donoso’dan Carlos Fuentes’e kadar Latin Amerika edebiyatında uzun bir listeye atıf mecburiyeti gerektiren metinlerden biri: Bunda da olay yerinin Meksika olduğunu hepimizin bildiği ama yazarın coğrafi bir isimle adlandırmadığı şehirde geçen roman, Latin Amerika kültürü, siyaseti, aile yapısı, polis-adliye olayları ve cinsellik tarihini ‘anlatmadan anlatan’ türe giriyor. Anlatmadan anlatma kurgusu, modern roman yazarının genellikle siyasi ağırlıklı metinleri için seçtiği bir yol: Yazar, anlattığı üst kurmacanın sacayaklarının gerçek dünyaya yaslandığını ve bu sacayaklarının çelikten birer destek olmak yerine, dengesini almak için dokunduğu gerçekten beslenen organik edebiyat uzuvları olduğunu düşünür: Bunun sonucunda da küresel medya güçlerinin haber bültenlerine konu olduğu için tüm dünya tarafından bilindiğini ‘varsaydığı’ siyasi cinayetler, mafya yozlaşması, kültürel erozyon gibi konuları giriş-gelişme-sonuç gibi sıralı anlatım yerine, tam da hikayenin başladığı yerden ele alır.
Naif kahramanın değişkenliği
Bedenlerin Göçü de, anlatmadan anlatma tarzı üzerine yeni Latin yazarlarının en çok başvurduğu kurguya dayanıyor. Fakat anlatmadan anlatma tarzını başarı ile inşa etme, metni bir an olsun yazarın kontrolünden çıkartmamakla mümkündür: Herrera da bunun eğitimini başarıyla aldığını gizleme gereği duymadan, Meksika’daki iki mafya ailesinin ellerinde rehin tuttuğu, birbirlerine ait ölü aile bireylerinin teslimini sağlayan Avukat Elfekkak’ın hikâyesini anlatıyor. Roman, sineklerden bulaşan ve insanların ölümün sebep olan bir salgın nedeniyle maske takılsa bile gayri resmi bir sokağa çıkma yasağının ilan edildiği şehirde, birbirlerinin elinde biri hastalık öteki de trafik kazası nedeniyle karşı ailenin bir ölü ferdi bulunan iki mafya grubu ekseninde dönüyor. Meksikalı bir mafya avukatı olmasına karşın Elfekkak’ın komşusu Üç Kere Sarışın’dan başka bir yatak aşkı arzulamayışı onun mafya avukatı olmanın cinsel doyuma ilişkin kimi nimetlerinden yararlanamadığını gösterirken, Herrera baş karakterinin naifliğe yakın bir ruh hali olduğunu anlatmak istiyor. Elfekkak isterse kendine bedenler satın alabilir ama komşusuna karşı cinsel yönü ağır olsa da bir sevgi beslemesinin sebebi bu. Romanın açılışı Elfekkak ile Üç Kere Sarışın’ın ne zamandır arzulanmış ama ne kadar çok arzu uzarsa o kadar sönük geçen cinselliğiyle açılırken, romanın ilerleyen bölümlerinde mafya ailelerinin hayatlarına dahil oluyor. Yuri Herrera, iki mafya ailesinin mesleklerine aykırı şekilde hastalık ve kaza sonucu ölümlerle düşman aileden edindikleri rehine cesetleri gerçek sahiplerine teslim etmeye uğraşan Elfekkak’ın hikâyesini akıtıyor. İnsanların hastalığa yakalanmamak için maskesiz sokağa çıkmadığı günlerde Elfekkak cebindeki maskeyi yüzüne geçirmediği gibi, iki mafya ailesinin sinir uçları arasında canı her an bir mermiyle yok olabilecek bir tehlikeyle dolaşırken, sinek ısırıklarıyla gelebilecek bir bulaşıcı hastalık tehlikesini göz ardı ediyor. Herrera, burada tıp literatürüne girebilecek bir çeşit intihar deneyen ama bunu ne kendine ne de okura itiraf etmeyen karakteri üzerinden yeni bir imge inşa ederken, öte yandan da konusu hastalıklara dayanan kimi romanlara da göndermede bulunuyor. Bedenlerin Göçü, bir anlamıyla Albert Camus’un Veba’sı ve Jose Saramago’nun Körlük’üyle metinlerarasılık yapıyor.
Öte yandan Veba ve Körlük’ün sac ayakları salgın hastalıklar üzerine kuruluyken, bir Latin Amerika edebiyatı romanında bu türden bir mikrobik tehlikenin onlarca insani tehlike arasından sıyrılıp romanın dokusunu oluşturması düşünülemezdi bile. Herrera da bir anlatmadan anlatma romanında bu tuzağa düşmeyerek, kıvrak hamlelerle sineklerin salgın hastalığını romanın ne fonu yapıp arkaya gizliyor, ne baş kahramanına dönüştürüyor. Tıpkı suyu ve ateşi kıvamında verilmiş bir çelik döver gibi, bu imgeleri romanında nitelikli bir oranla birleştiriyor.
Mafyanın sıra dışı halleri
İlerleyen bölümlerde iki mafya ailesinin sıra dışı hüzün ve duyarlılık sahneledikleri bölümlerde her zamanki içinden çıkılmaz ve karmaşık görevi yerine bu türlü bir karmaşanın içine düşmenin telaşını yaşayan Elfekkak’ın çaresizlikle karışık vurdumduymazlığı, okura her an dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü Latin Amerika yazarları çok da yeni olmayan bir tarihte ‘Artık gerçeküstü gibi bir anlatı kullanmayacağız’ şeklinde aldıkları (bunu nasıl ve nerede aldıkları bir tarih kitabında yazmaz) kararla edebiyatta yeni yollar aramaya başladılar. Bu ritüelleşen edebiyat inşasına Herrera da dahil olduğundan, okurun dikkatini elden bir an olsun bırakmayan metinler yazmayı kendine dert edindiğini Bedenlerin Göçü’nde gösteriyor. Eğer Elfekkak’ın iki mafya ailesinin cesetlerini değiştiren bir avukat ve komşu güzeliyle ateşli saatler yaşayan bir azgın olduğu fikrine okur kapılır diye, romanda keskin dönüşler, sert çarpmalar ve ayak kaydıran sarsıntılar yer alıyor. Elfekkak’ın iki mafya ailesinin biri hastalıktan öteki de trafik kazasından öteki dünyayı boylamış üyelerini değiş tokuş ederken her sayfada başka bir ruh dünyasına bürünmesi, ancak dikkat isteyen bir okuma ile görülebiliyor.
Bedenlerin Göçü, okurun gözüne çok fazla sokulmayan erbabının ise tadını biraz fazla bulduğu edebiyat mimarlığının modern eseri olarak, güncel bir Latin Amerika edebiyatı lezzetini duymak için en gerekliler listesinin başında yer alan bir roman. Her ne kadar Meksika dünyasıyla ilgili Carlos Fuentes’in kurgusu da bir o kadar önemli Artemio Cruz’un Ölümü romanını okuyanlar bu konudaki defterini kapattıklarını düşünseler de, görünen o ki Yuri Herrera bize daha çok Meksika gezisi yaptıracak. İyi de yapacak. Öyle ya Latin Amerika, sömürgecilerinin dili İspanyolca ve Portekizceyi onlardan daha iyi kullanarak edebiyatın şafağını yaşıyor. Güneşin kimin üzerine doğacağı da belli. Sorun şu ki, bu üslup ve iklimde bir Türk edebiyatı romanı, Türkiyeli okurun dinamikleri başka olduğu için yazılmıyor, yazılsa da yayımlanamıyor. Bu da gökten düşen üç elmanın en kurtlusu olsun…
İlgili Yazılar
Latin Amerika’nın şafağında bir münzevi
Erdinç Akkoyunlu, Star, 4 Kasım 2017 Şilili yazarı Carlos Labbe, 1977 doğumlu olmasına karşın yedi roman yazmış ve İspanyolca yazan en iyiler arasında gösteriliyor. Modernlik dozu her ne kadar okurken çok dikkat gerektirmesi bakımından yorucu olsa da Sayıklama, Latin Amerika edebiyatına değer verenler için el altında bulunması gerekenler listesine yazılıyor. Latin Amerika edebiyatını, Latin Amerika’nın siyaseti …
‘Mucizenin mucizesi’ ve temelindeki hakikat
Gürsel Aytaç, Cumhuriyet Kitap, 28 Mayıs 2015 Novalis’in “Sais Çırakları” adlı şiirsel ve felsefi romanı, insanın doğayı anlama ve doğayla ilişkilenme çabasına yönelik bir yol/yolculuk niteliğinde. Alman romantiklerinden Novalis’in Sais Çırakları, Paul Klee’nin çizimleri eşliğinde, Türk okurunun eserin yazıldığı 18. yüzyıl sonları ile Klee’nin 20. yüzyılın ilk yarısındaki yaratılarını doğa karşısında yaratıcı sanatçıların ortak dünyası …
Edebiyatın yeni ‘C’ romanı
Erdinç Akkoyunlu, Star Sanat, 9 Haziran 2015 Modern edebiyatın iddiası bizi şaşırtmaktır. Tom McCarthy’in “C” adlı romanı da bu iddiayı sonuna kadar savunanlardan… İngiliz edebiyatı, tıpkı ülkenin dünyadaki yeri gibi edebiyata da üst perdeden bakan tavrıyla biliniyor. Tom McCarthy’in “C”si de modern edebiyat öğelerinin neredeyse tamamını barındırmasıyla bu anlayışın ürünü. Serge Carrefax’ın kablosuz iletişim ve …
Dublin beni hasta ediyor
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 17 Temmuz 2015 Joyce’un öykü ve romanlarında dert edindiğini gördüğümüz katı toplum kurallarını ve çürümüşlüğü mektuplarının arka planında hissediyoruz, öne çıkansa gündelik sıkıntılara ve yazdıklarına dair. Notos Kitap, Sanatçının Mektupları adıyla James Joyce’un mektuplarını Klasik Kitaplar dizisinde yayımladı. Jacques Derrida’nın “Ulysses Gramofonu Joyce’ta Evet Söylen(t)isi” adlı yazısı ve ayrıntılı bir kronolojiyle tamamlanan Sanatçının …