Alejandro Zambra Şilili genç bir yazar. Latin Amerika edebiyatına yeni bir soluk getirdiğinden söz ediliyor. 2006 yılında yayımlanan Bonzai bir ilk kitap. Birçok ödül almış ve birçok dile çevrilmiş. Sinemaya uyarlanmış, Cannes Film Festivali’nde ve İstanbul film Festivali’nde gösterilmiş. Yetmiş üç sayfalık bir ilk kitabın bunca başarıya ulaşması çok rastlanan bir durum değil elbette. Zambra’nın bunu nasıl sağladığını anlatmaya çalışmadan söylemek gerek, nitelikli edebiyatı merkeze bu denli koyan bir metnin Türkçeye çevrilmesi bizim edebiyatımız için de önemli bir kazanç. Kurguya, bakış açısına, konuyu ele alma biçimine bakıldığında özgünlüğüne imrenilebilir. Böyle bakıldığında kitap tek başına yaratıcı yazarlık dersine bile dönüşebilir. Peki, bu nasıl olmuş? Zambra nasıl bir metin kurmuş ve hikâyesini nasıl anlatmış?
Bonzai iki epigrafla açılıyor. İlki Kavataba Yasunari’den: “Yıllar geçiyordu ve değişmeyen tek insan kitaptaki genç kızdı.” İkincisiyse Gonzalo Millán’dan: “Acı yontulur ve şekillenir.” Bu epigraflar bir araya getirilip düşünüldüğünde yazarın ne yapmaya çalıştığı da anlaşılmaya başlıyor. Metni taçlandıran epigraflarla Zambra, kitabının anlatım dilini ve konusunu ele veriyor, metni bütünlüyor. Yasunari’nin sözüyle, okura seslenen, onu izleyiciye dönüştüren bir anlatıcı olacağını, Millán’ın sözüyle de acıyı konu edineceğini söylüyor. O zaman akla hemen şu geliyor: okuru metnin içine buyur etmeyen bir anlatım biçimiyle acıyı duyurmak yazınsal cesaretten başka ne ki? Zambra işte bunu yapıyor.
Bir kız ve oğlanın hikâyesi Bonzai, Emilia ve Julio’nun. Her gece sevişmeden önce yüksek sesle kitap okuyan ve zamanla yumru biçimini almayı beceren iki insan. Perec’ler, Raymond Carver’lar, Ted Hughes’lar, Borges, Nietzsche okunuyor, Macedonio Fernandez’in “Tantalia” adlı öyküsünü saçma bulana dek her şey yolunda görünüyor. “Tantalia” aşklarını simgeleyen bir bitkicik yetiştirmeye karar veren bir çiftin hikâyesi. Bitki ölürse aşklarının da öleceğini fark eden çift, aşklarını korumak için onu aynı cins bitkiciklerden oluşan bir yığının içinde kaybetmeye karar veriyor. Onları huzursuz eden ve kısık sesle okudukları bu hikâyeden sonra Madame Bovary, Çehov öyküleri, Kafka ve Proust geliyor. Ve Swann’ların Tarafı’nda, tam 372. sayfada kitap açık kalıyor. Ama hikâye bitmiyor, ya da bitiyor.
Anlatıcı, uzun öykü denebilecek bu metnin en çok öne çıkan kişisi, neredeyse öykünün önünde duruyor. Tam bir tanrı yazar, ama vurdumduymaz da demeli. Biraz da umursamaz ve sıradan. Hikâyeyi, kahramanları, anlattığını önemsemeyen bir hali var. Bu önemsememe hali alçakgönüllülükten de uzak üstelik. Böylelikle metnin kurgusu, yazarın becerisi bu umursamazlık haliyle daha da görünür oluyor, öne çıkıyor. Çok daha uzun bir hikâyenin beş küçük bölümünü izliyoruz. Bu bölümler aralarındaki boşluklarla örülmüş. Boşluklar yerli yerinde, o kadar yeni bir biçimde bambaşka işlenmiş ki, özgünlüğü en başta buradan geliyor. Oldukça seyrek bir örgüyü anımsatıyor. Uzaklaşınca görebildiğiniz bir desen var üstünde. Bir bonzai deseni. Aralar veriliyor, perdeler açılıp kapanıyor ve biz Julio’yu bir yazar adayı olarak görüyoruz. Yetmiş üç sayfalık metin, koca bir hayatı ve onun içindeki olağan acıyı öylesine, varlığı yokluğu anlaşılmayan bir biçimde ama jilet gibi keskin sahneliyor.
Miadını çoktan doldurmuş üstkurmacaya da gönül indirmediği çok belli yazarın. Onun kendine ait oyunları var. Yazana, anlatıcıya, Julio’ya ait. Oyuna da davet etmiyor yazar bizi. O yalnızca metinle oynuyor. Metin onun asıl oyuncağı. İstediği, sıradan bir hikâyeyi bambaşka bir şekilde kurgulamak ve anlatmak, hiçbir şey anlatmıyormuş gibi, gözü başka yerde ıslık çalarak okuru yazınsal hazza davet etmek. “Bir yazar için en önemli sınav budur.”
Diyaloglardan söz etmeden olmaz. “Saçma, tıpkı rüya gibi”, “Çünkü bu bir rüya”, “Aptalca”, “Seni anlamıyorum”, “Bir şey yok, saçma işte”… Sonuçsuz, kesilmiş, sakat, eksik diyaloglar bunlar. Budanmış. Kısa kalmış, kavruk konuşmalar acıya hizmet ediyor diyebilir miyiz? Belki de okurun metne en çok yaklaştığı yer diyaloglar. Başka her yerde izleyiciyiz ve yazar istediğinde, belki umursadığında o istediği kadar yaklaşıyoruz. Sonra birden kendine geliyor yazar ve bizi yerimize döndürüyor. Sözgelimi, ardından gelen yeni bölüme şöyle başlıyor: “Keşke bu, Emilio ve Julio’nun son düzüşmesi olsaydı.”
Açık kalan Proust’un kitabına gelelim. Bir kitap açık kalır elbette ama bir bonzai büyümeye devam eder. Bir bonzai senin istediğin gibi büyüyebilir. Özen ve zaman gerekir. Tohum ekerek başlarsan işin daha zor. Onu bir fideye dönüştürmek için şevk sana yeter. Fazla büyümesini engellemelisin. Dalları istemediğin yerlere dönmemeli, tellerle örmelisin, budamalısın. Toprağı nemli olmalı, yaprakları parlak. Her ağaçtan yapılabilir. Ona iyi bakarsan, seni dinlendirebilir, belki uyuşturabilir. Onu yaşatabilirsen, belki acıyı da… Bir bitkicik acı nesnesine dönüşebilir mi? Neden olmasın? Acı belki de bir bitkidir.
Son derece minimalist, yalın, akıcı bir dil, sıradan ve bildik bir hikâye, yazınsal hazzın doruğu. Daha fazla yazmak Zambra’nın kitabını hezeyanla budamaya benziyor. En iyisi herkesin kendi Bonzai’sine bakması.
Banu Yıldıran Genç, Agos, 23 Haziran 2015 Romanın adı neden ‘C’? Tom McCarthy bu harfi sık sık anıyor romanda, Türkçeye tam olarak çevrilememiş olsa da orijinalinde bütün bölümler C harfiyle başlıyor, Carrefax soyadı birkaç kez belirtildiği üzere C’yle yazılıyor ama ‘C’nin sırrı belki de yaşamın ilk formlarının oluştuğu Mısır’da bulunanlarda. Çağdaş İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından birinin …
Ali Artun, e-skop, 19 Mayıs 2017 George Grosz ve John Heartfield, “Sanat Öldü. Yaşasın Tatlin’in Yeni Makine-Sanatı” (1920). Alfred Jarry’nin Kral Übü ve Doktor Faustroll‘la birlikte üç temel eserinden sonuncusu, Süpererkek (Surmâle). Jarry’nin patafizik felsefesi ve edebiyatının finali. Süpererkek romanının kahramanı André Marcueil’in rakibi makinelerdir. Önce bisikletiyle bir yarışa katılır. Yarış, bir lokomotif ile, beş sürücülü bir bisiklet arasındadır ve “Devridaim Besini”nin …
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 16 Temmuz 2015 Alejandro Zambra’nın Türkçedeki üçüncü romanı “Ağaçların Özel Hayatı”, tıpkı yazarın diğer romanlarında olduğu gibi bir yazar adayı kahramana sahip. Daniela adında bir kızı olan Verónica ile beraber ve her şey, Verónica’nın gittiği resim kursundan eve dönmeyişiyle başlıyor. Ancak roman için mesele Verónica’nın dönmeyişi değil. Zambra kitabında, bir hikâyenin …
Ömer Erdem, Radikal Kitap, 5 Ağustos 2016 Tenten edebiyat olarak kabul edilir mi? Tom McCarthy, ‘Tenten ve Edebiyatın Gizemi’nde 20. yüzyılın en popüler çizgi karakterini felsefeden edebiyata derinlemesine inceliyor. Gerçek ismi Georges Remi olan ve tıpkı sanatında(!) yaptığı gibi ‘bir örtme ve yeniden yazma edimiyle’ Herge kimliğine bürünen fakat böylelikle bir kez daha saklanan Tenten …
Acı belki de bir bitkidir
Dilek Emir, Taraf Kitap, 15 Haziran 2012
Alejandro Zambra Şilili genç bir yazar. Latin Amerika edebiyatına yeni bir soluk getirdiğinden söz ediliyor. 2006 yılında yayımlanan Bonzai bir ilk kitap. Birçok ödül almış ve birçok dile çevrilmiş. Sinemaya uyarlanmış, Cannes Film Festivali’nde ve İstanbul film Festivali’nde gösterilmiş. Yetmiş üç sayfalık bir ilk kitabın bunca başarıya ulaşması çok rastlanan bir durum değil elbette. Zambra’nın bunu nasıl sağladığını anlatmaya çalışmadan söylemek gerek, nitelikli edebiyatı merkeze bu denli koyan bir metnin Türkçeye çevrilmesi bizim edebiyatımız için de önemli bir kazanç. Kurguya, bakış açısına, konuyu ele alma biçimine bakıldığında özgünlüğüne imrenilebilir. Böyle bakıldığında kitap tek başına yaratıcı yazarlık dersine bile dönüşebilir. Peki, bu nasıl olmuş? Zambra nasıl bir metin kurmuş ve hikâyesini nasıl anlatmış?
Bonzai iki epigrafla açılıyor. İlki Kavataba Yasunari’den: “Yıllar geçiyordu ve değişmeyen tek insan kitaptaki genç kızdı.” İkincisiyse Gonzalo Millán’dan: “Acı yontulur ve şekillenir.” Bu epigraflar bir araya getirilip düşünüldüğünde yazarın ne yapmaya çalıştığı da anlaşılmaya başlıyor. Metni taçlandıran epigraflarla Zambra, kitabının anlatım dilini ve konusunu ele veriyor, metni bütünlüyor. Yasunari’nin sözüyle, okura seslenen, onu izleyiciye dönüştüren bir anlatıcı olacağını, Millán’ın sözüyle de acıyı konu edineceğini söylüyor. O zaman akla hemen şu geliyor: okuru metnin içine buyur etmeyen bir anlatım biçimiyle acıyı duyurmak yazınsal cesaretten başka ne ki? Zambra işte bunu yapıyor.
Bir kız ve oğlanın hikâyesi Bonzai, Emilia ve Julio’nun. Her gece sevişmeden önce yüksek sesle kitap okuyan ve zamanla yumru biçimini almayı beceren iki insan. Perec’ler, Raymond Carver’lar, Ted Hughes’lar, Borges, Nietzsche okunuyor, Macedonio Fernandez’in “Tantalia” adlı öyküsünü saçma bulana dek her şey yolunda görünüyor. “Tantalia” aşklarını simgeleyen bir bitkicik yetiştirmeye karar veren bir çiftin hikâyesi. Bitki ölürse aşklarının da öleceğini fark eden çift, aşklarını korumak için onu aynı cins bitkiciklerden oluşan bir yığının içinde kaybetmeye karar veriyor. Onları huzursuz eden ve kısık sesle okudukları bu hikâyeden sonra Madame Bovary, Çehov öyküleri, Kafka ve Proust geliyor. Ve Swann’ların Tarafı’nda, tam 372. sayfada kitap açık kalıyor. Ama hikâye bitmiyor, ya da bitiyor.
Anlatıcı, uzun öykü denebilecek bu metnin en çok öne çıkan kişisi, neredeyse öykünün önünde duruyor. Tam bir tanrı yazar, ama vurdumduymaz da demeli. Biraz da umursamaz ve sıradan. Hikâyeyi, kahramanları, anlattığını önemsemeyen bir hali var. Bu önemsememe hali alçakgönüllülükten de uzak üstelik. Böylelikle metnin kurgusu, yazarın becerisi bu umursamazlık haliyle daha da görünür oluyor, öne çıkıyor. Çok daha uzun bir hikâyenin beş küçük bölümünü izliyoruz. Bu bölümler aralarındaki boşluklarla örülmüş. Boşluklar yerli yerinde, o kadar yeni bir biçimde bambaşka işlenmiş ki, özgünlüğü en başta buradan geliyor. Oldukça seyrek bir örgüyü anımsatıyor. Uzaklaşınca görebildiğiniz bir desen var üstünde. Bir bonzai deseni. Aralar veriliyor, perdeler açılıp kapanıyor ve biz Julio’yu bir yazar adayı olarak görüyoruz. Yetmiş üç sayfalık metin, koca bir hayatı ve onun içindeki olağan acıyı öylesine, varlığı yokluğu anlaşılmayan bir biçimde ama jilet gibi keskin sahneliyor.
Miadını çoktan doldurmuş üstkurmacaya da gönül indirmediği çok belli yazarın. Onun kendine ait oyunları var. Yazana, anlatıcıya, Julio’ya ait. Oyuna da davet etmiyor yazar bizi. O yalnızca metinle oynuyor. Metin onun asıl oyuncağı. İstediği, sıradan bir hikâyeyi bambaşka bir şekilde kurgulamak ve anlatmak, hiçbir şey anlatmıyormuş gibi, gözü başka yerde ıslık çalarak okuru yazınsal hazza davet etmek. “Bir yazar için en önemli sınav budur.”
Diyaloglardan söz etmeden olmaz. “Saçma, tıpkı rüya gibi”, “Çünkü bu bir rüya”, “Aptalca”, “Seni anlamıyorum”, “Bir şey yok, saçma işte”… Sonuçsuz, kesilmiş, sakat, eksik diyaloglar bunlar. Budanmış. Kısa kalmış, kavruk konuşmalar acıya hizmet ediyor diyebilir miyiz? Belki de okurun metne en çok yaklaştığı yer diyaloglar. Başka her yerde izleyiciyiz ve yazar istediğinde, belki umursadığında o istediği kadar yaklaşıyoruz. Sonra birden kendine geliyor yazar ve bizi yerimize döndürüyor. Sözgelimi, ardından gelen yeni bölüme şöyle başlıyor: “Keşke bu, Emilio ve Julio’nun son düzüşmesi olsaydı.”
Açık kalan Proust’un kitabına gelelim. Bir kitap açık kalır elbette ama bir bonzai büyümeye devam eder. Bir bonzai senin istediğin gibi büyüyebilir. Özen ve zaman gerekir. Tohum ekerek başlarsan işin daha zor. Onu bir fideye dönüştürmek için şevk sana yeter. Fazla büyümesini engellemelisin. Dalları istemediğin yerlere dönmemeli, tellerle örmelisin, budamalısın. Toprağı nemli olmalı, yaprakları parlak. Her ağaçtan yapılabilir. Ona iyi bakarsan, seni dinlendirebilir, belki uyuşturabilir. Onu yaşatabilirsen, belki acıyı da… Bir bitkicik acı nesnesine dönüşebilir mi? Neden olmasın? Acı belki de bir bitkidir.
Son derece minimalist, yalın, akıcı bir dil, sıradan ve bildik bir hikâye, yazınsal hazzın doruğu. Daha fazla yazmak Zambra’nın kitabını hezeyanla budamaya benziyor. En iyisi herkesin kendi Bonzai’sine bakması.
İlgili Yazılar
Hayatın temel bileşeni olarak: C
Banu Yıldıran Genç, Agos, 23 Haziran 2015 Romanın adı neden ‘C’? Tom McCarthy bu harfi sık sık anıyor romanda, Türkçeye tam olarak çevrilememiş olsa da orijinalinde bütün bölümler C harfiyle başlıyor, Carrefax soyadı birkaç kez belirtildiği üzere C’yle yazılıyor ama ‘C’nin sırrı belki de yaşamın ilk formlarının oluştuğu Mısır’da bulunanlarda. Çağdaş İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından birinin …
Paris Dada’nın Ataları: Alfred Jarry – Süpererkek ve Makine-İnsan
Ali Artun, e-skop, 19 Mayıs 2017 George Grosz ve John Heartfield, “Sanat Öldü. Yaşasın Tatlin’in Yeni Makine-Sanatı” (1920). Alfred Jarry’nin Kral Übü ve Doktor Faustroll‘la birlikte üç temel eserinden sonuncusu, Süpererkek (Surmâle). Jarry’nin patafizik felsefesi ve edebiyatının finali. Süpererkek romanının kahramanı André Marcueil’in rakibi makinelerdir. Önce bisikletiyle bir yarışa katılır. Yarış, bir lokomotif ile, beş sürücülü bir bisiklet arasındadır ve “Devridaim Besini”nin …
Mesele Verónica’nın dönmeyişi değil…
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 16 Temmuz 2015 Alejandro Zambra’nın Türkçedeki üçüncü romanı “Ağaçların Özel Hayatı”, tıpkı yazarın diğer romanlarında olduğu gibi bir yazar adayı kahramana sahip. Daniela adında bir kızı olan Verónica ile beraber ve her şey, Verónica’nın gittiği resim kursundan eve dönmeyişiyle başlıyor. Ancak roman için mesele Verónica’nın dönmeyişi değil. Zambra kitabında, bir hikâyenin …
Tenten ve gizemi
Ömer Erdem, Radikal Kitap, 5 Ağustos 2016 Tenten edebiyat olarak kabul edilir mi? Tom McCarthy, ‘Tenten ve Edebiyatın Gizemi’nde 20. yüzyılın en popüler çizgi karakterini felsefeden edebiyata derinlemesine inceliyor. Gerçek ismi Georges Remi olan ve tıpkı sanatında(!) yaptığı gibi ‘bir örtme ve yeniden yazma edimiyle’ Herge kimliğine bürünen fakat böylelikle bir kez daha saklanan Tenten …