Şili’nin en karanlık dönemlerinde, 1975 te doğmuş Alejandro Zambra. İspanyol edebiyatı ve filoloji okumuş. 2011 yılında Cristian Jimnez tarafından sinemaya uyarlanan Bonzai Cannes Film Festivali’nin ardından İstanbul Film Festivali’nde de gösterilmişti.
Son yıllarda, Latin Amerika edebiyatından yeni isimlerle karşılaşıyoruz. ‘Bonzai’, Latin Amerika edebiyatının genç kuşağından Şilili Alejandro Zambra’nın ilk romanı. Latin Amerika edebiyatının Türkiyeli okuyucularda bir karşılığı olduğu söylenebilir. Ancak 1970’lerin sonlarında, özellikle 80’li yıllar boyunca Türkçeleştirilen –okuyup sevdiğimiz- Latin Amerika romanlarıyla yakın zamanlarda çevrilenler birbirinden çok farklı. Ülkelerinin kırsal hayatını, geleneklerini, halkın gerçeklik algısını zaman zaman gerçeküstü motiflerle, masalsı hikâyelerle, kısacası ‘Büyülü Gerçekçilik’le işleyen –Marquez, Austrias, Vasconzelos, Amado, hatta Llosa gibi isimlerin yer aldığı- yazarlar kuşağı saygınlıklarını korumakla birlikte, anlaşılan o ki yeni kuşak artık onları izlemiyor. Latin Amerika romanı Latin Amerika’daki hayatla birlikte değişim içinde. Kapitalizmin yarattığı bunalımlar, darbeler, kitle eylemleri, teknolojik değişimler ve özellikle internetin hayata girmesi, gerçeğin büyüsünü ortadan kaldırdı. 1990’lardan sonra yazmaya başlayan yeni kuşak yazarlar bu döneme doğdular, bu sorunlar ve değişim içinde büyüdüler ve değişen dünyada kendi yollarını aramaya başladılar.
Alejandro Zambra ve romanı ‘Bonzai’ işte bu arayışın temsilcileri. Nitekim Şili’de yayımlanan El Mercurio gazetesi ‘Bonzai’yi tam da bu yanıyla değerlendirmiş; “Bir dönemin sonunu ya da başka bir başlangıcı temsil ediyor.” 2010 yılında İspanyolca yazan en iyi yirmi iki romancı arasında gösterilen Zambra ise söz konusu arayış ya da kopuşu şöyle ifade ediyor; “Latin Amerika’nın tarihi, ister darbecileri yazsın ister isyancıları, tarihi başkalarına ait, bu tarih içinde bizim kendi hikâyemizi yazmamız uzun bir zaman aldı…”
Gerisi edebiyat
‘Bonzai’, beş bölüm halinde kaleme alınmış seksen sayfalık kısacık bir roman. Aslında bizde örneklerine az rastlanır novella türüne giriyor ve bizde yine az rastlanır bir konuyu işliyor; genç roman kahramanlarıyla gençlik durumunu… Çok basit bir hikâye. Ama basitlik bu romanın bir bileşeni. Zambra romanın girişinde hikayenin özetini verirken bu durumun altını çizmiş; “Sonunda kız ölür ve oğlan yalnız kalır; gerçi oğlan kızın, Emilia’nın ölümünden birkaç yıl önce yalnız kalmıştı. Kızın adı Emilia ya da Emilia’ydı diyelim, oğlanın adıysa Julio, Julio’ydu, hatta hâlâ Julio. Julio ve Emilia. Sonunda Emilia ölüyor, Julio ise ölmüyor. Gerisi edebiyat.”
Evet, dikkat edilmesi gereken –sadece bu romanla sınırlı kalmayıp edebiyat pratiğinin geneline gönderme yapan- önemli bir vurgu bu; gerisi teferruat değil, edebiyat. Teferruat olan hikâye kısmı. Edebiyat olan -iki gencin tanışmalarıyla başlayıp birkaç yıl süren gençlik aşklarına, ayrlıp kendi yollarında yürümelerine, hüzünlü sonlarına dokunan, onları ete kemiğe büründüren kelimelerle, cümlelerle, benzetmelerle, imgelerle- anlatım zenginliği. Ama yine de biz teferruatı ihmal etmeyelim ve bu kısa hikâyeyi kısaca özetleyelim: “Emilia ve Julio’nunki gerçeklerle, her ikisinin de mutlak diye algılamak istediği bir suç ortaklığına çarçabuk dönüşen mahrem açıklamalarla dolup taşan bir ilişkiydi. Madem öyle, gittikçe ağırlaşan hafif bir hikâye demeli böylesine. Bu, gerçeğe, gerçek gibi görünen cümleleri etrafa saçmaya, bitmek bilmeyen sigaralar içmeye ve daha iyi olduklarına, geriye kalanlardan, o uçsuz bucaksız ve aşağılık, geriye kalanlar denen gruptan daha iyi ve saf olduklarına inananların vahşi suç ortaklığında hapsolmaya tutkun iki öğrencinin hikâyesi.”
İspanyol dili ve edebiyatı öğrecisi iki gencin tesadüf eseri bir araya gelmeleri, tuhaf bir ilişkinin kıvılcımını yakıyor. Kıvılcım ateşli bir cinselliği harlatırken Julio ve Emilia birbirlerini tanımaya başlıyorlar; “çabucak, aynı şeyi okumayı, benzer düşünmeyi ve farkların üstünü örtmeyi öğrendiler. Kısa süre içinde kibirli bir samimiyet yakaladılar. En azından o zaman dilimi içinde Julio ve Emilia bir yumru biçimini almayı becerdi. Nihayetinde mutluydular. Buna şüphe yok…”
Cinselliğin, duyguların, edebiyatın içiçe geçtiği bu mutlu ve tuhaf ilişki bir süre için onları dış dünyadan koparacaktır; “Emilia ve Julio’nunki gerçeklerle, her ikisinin de mutlak diye algılamak istediği bir suç ortaklığına çarçabuk dönüşen mahrem açıklamalarla dolup taşan bir ilişkiydi. Madem öyle, gittikçe ağırlaşan hafif bir hikâye demeli böylesine. Bu, gerçeğe, gerçek gibi görünen cümleleri etrafa saçmaya, bitmek bilmeyen sigaralar içmeye ve daha iyi olduklarına, geriye kalanlardan, o uçsuz bucaksız ve aşağılık, geriye kalanlar denen gruptan daha iyi ve saf olduklarına inananların vahşi suç ortaklığında hapsolmaya tutkun iki öğrencinin hikâyesi.”
Ama özellikle de böylesine tutkulu başlayıp dış dünyaya kapılarını kapatan ilişkilerin sonu kaçınılmazdır. Mahremiyetlerini dünya edebiyatıyla renklendiren, romanları erotik ilham kaynağı yapan Emilia ve Julio, Macedonio Fernández’in onları derinden sarsan kısa öyküsü “Tantalia”yı okuduktan sonra finale yaklaştıklarının farkına varırlar.
Zaten öyle yaşanmaz mı?
Ayrılırlar ve hayat sürer. Emilia bir yöne gider Julio başka bir yana. Gitmekten ziyade iki tutunamayanın savrulması diyelim buna ve artık teferruatı bırakalım. Sonu zaten baştan biliyorsunuz; “Julio ve Emilia’nın hikâyesi sürüyor ama devam etmiyor. Birkaç yıl sonra Emilia’nın ölümüyle bitecek: ölmeyen, ölmeyecek, ölmemiş Julio sürüyor, ama devam etmemeye karar veriyor. Emilia da aynı: şimdilik devam etmemeye karar verdi, ama sürüyor. Birkaç yıl içinde artık sürmeyecek ve artık devam etmeyecek…”
İronik bir ifadeyle, “Bu hikâyenin sonu bizleri büyülemeli, ama büyülemiyor” demiş Zambra romanın sonunda. Büyüleyici sonlarla, büyük trajediler ya da sevinçlerle noktalanan hikaye geleneğinden kopuş anlamında yorumlanabilecek bir ifade. Gerçekten de hikayenin başlangıçı, kurgusu ve finali alışılageldik roman kalıplarının dışında. Oysa roman kahramanları Emilia ve Julio özellikle gençler için çok tanıdık, bildik tiplemeler. Hatta genç insan tipinin vasatları. Duyguları, ilişki yaşama tarzları, coşkuları ve kırıklıkları abartısız ve samimi. Öyle ki Emilio ve Julio’nun hikayesine dışarıdan bakmak mümkün değil ama onlarla özdeşleşmek de öyle. Zambro okuyucunun roman kahramanlarıyla yakınlık kurmasının önüne geçmek için anlatıcıyı sokuyor işin içine. Zaman zaman hikâyeyi masala çeviriyor, komikleştiriyor, kurmacalığını ifşa ediyor, okuyucuyu duygusal anlamda içeride tutarken zihinsel anlamda dışarıdan bakmaya, düşünmeye zorluyor.
Zambra insanların daha doğrusu kendi kuşağından gençlerin başarı ve başarısızlıklarına, mutluluk ve mutsuzluklarına, umut ve umutsuzluklarına tanıklık etmeyi, onlarla edebiyat yoluyla sessiz bir iletişim kurmayı arzulamış. Bunu başarmış da; ‘Bonzai’, Şili’li gençliğine dair bir hikâye anlattığı halde yerelin sınırlarını aşıyor, genelgeçer bir gençlik durumunu kuşatıyor. Alejandro Zambra ismini akımızda tutalım…
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 19 Şubat 2021 İspanyol edebiyatının 21. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden Andres Barba, ‘Işıklar Ülkesi’nde 32 sokak çocuğunu ölüme götüren süreci anlatıyor. Kısa, basit ama şaşırtıcı ve çarpıcı hikâyesiyle heyecan verici bir roman. Trajik sonunu daha baştan ilan eden bir cümleyle adım atıyoruz ‘Işıklar Ülkesi’ne: “San Cristobal’da hayatını yitiren otuz iki …
Melisa Kesmez, Sabit Fikir, 4 Temmuz 2013 Zambra muhteşem karakterler yaratmanın peşine düşmüyor. Onun karakterleri sıradan olmalarıyla akılda kalıyor. Yazı yazmanın doğasına dair tonla enteresan mesele içinde bir tanesi -son dönemde denk geldiğim kitaplardan olacak- özellikle meşgul ediyor aklımı. O da, bir kitabın ne kadar kurmaca olursa olsun, hayatın süreğenliği içinde yaratılan bir şey olması …
Figen Alkaç, Egoist Okur, 1 Haziran 2015 Mevsim Normalleri, son zamanlarda adından sıkça bahsedilen Neslihan Önderoğlu’ nun ikinci öykü kitabı. Yaşamın olağan gidişinin bir yerinden başlayan ve mekan ayrıntılarına çok yer verilmeyen kitapta, anlatılanlara göndermeler yapan öykü isimleri tercih edilmiştir. Kısa öykü tekniklerinin de kullanıldığı Mevsim Normalleri, söylenmeyenlerle okura düşünme imkânı veren boşluklarla sürer. Gündelik hayat …
Serkan Parlak, Parşömen Fanzin, 12 Mart 2020 Kadın erkek ilişkileri, aşk-aşksızlık, iletişim-iletişimsizlik, yalnızlık, yabancılaşma, anneler ve kızları, babalar, ölüm, modern hayatın bitmek bilmez sıkıntıları ve umutları Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı’nın temel izleklerini oluşturuyor. İlk öykü “Eşyalar ve Güller”de anlatıcı kahramanın eşi ve annesiyle olan ilişkisine odaklanıyoruz. Bağlılık ve kopma gerçeğinden hareketle kırılgan bir ilişki bu. Aralarındaki bitmek …
Gençlik işte…
A. Ömer Türkeş, Radikal Kitap, 18 Mayıs 2012
Şili’nin en karanlık dönemlerinde, 1975 te doğmuş Alejandro Zambra. İspanyol edebiyatı ve filoloji okumuş. 2011 yılında Cristian Jimnez tarafından sinemaya uyarlanan Bonzai Cannes Film Festivali’nin ardından İstanbul Film Festivali’nde de gösterilmişti.
Son yıllarda, Latin Amerika edebiyatından yeni isimlerle karşılaşıyoruz. ‘Bonzai’, Latin Amerika edebiyatının genç kuşağından Şilili Alejandro Zambra’nın ilk romanı. Latin Amerika edebiyatının Türkiyeli okuyucularda bir karşılığı olduğu söylenebilir. Ancak 1970’lerin sonlarında, özellikle 80’li yıllar boyunca Türkçeleştirilen –okuyup sevdiğimiz- Latin Amerika romanlarıyla yakın zamanlarda çevrilenler birbirinden çok farklı. Ülkelerinin kırsal hayatını, geleneklerini, halkın gerçeklik algısını zaman zaman gerçeküstü motiflerle, masalsı hikâyelerle, kısacası ‘Büyülü Gerçekçilik’le işleyen –Marquez, Austrias, Vasconzelos, Amado, hatta Llosa gibi isimlerin yer aldığı- yazarlar kuşağı saygınlıklarını korumakla birlikte, anlaşılan o ki yeni kuşak artık onları izlemiyor. Latin Amerika romanı Latin Amerika’daki hayatla birlikte değişim içinde. Kapitalizmin yarattığı bunalımlar, darbeler, kitle eylemleri, teknolojik değişimler ve özellikle internetin hayata girmesi, gerçeğin büyüsünü ortadan kaldırdı. 1990’lardan sonra yazmaya başlayan yeni kuşak yazarlar bu döneme doğdular, bu sorunlar ve değişim içinde büyüdüler ve değişen dünyada kendi yollarını aramaya başladılar.
Alejandro Zambra ve romanı ‘Bonzai’ işte bu arayışın temsilcileri. Nitekim Şili’de yayımlanan El Mercurio gazetesi ‘Bonzai’yi tam da bu yanıyla değerlendirmiş; “Bir dönemin sonunu ya da başka bir başlangıcı temsil ediyor.” 2010 yılında İspanyolca yazan en iyi yirmi iki romancı arasında gösterilen Zambra ise söz konusu arayış ya da kopuşu şöyle ifade ediyor; “Latin Amerika’nın tarihi, ister darbecileri yazsın ister isyancıları, tarihi başkalarına ait, bu tarih içinde bizim kendi hikâyemizi yazmamız uzun bir zaman aldı…”
Gerisi edebiyat
‘Bonzai’, beş bölüm halinde kaleme alınmış seksen sayfalık kısacık bir roman. Aslında bizde örneklerine az rastlanır novella türüne giriyor ve bizde yine az rastlanır bir konuyu işliyor; genç roman kahramanlarıyla gençlik durumunu… Çok basit bir hikâye. Ama basitlik bu romanın bir bileşeni. Zambra romanın girişinde hikayenin özetini verirken bu durumun altını çizmiş; “Sonunda kız ölür ve oğlan yalnız kalır; gerçi oğlan kızın, Emilia’nın ölümünden birkaç yıl önce yalnız kalmıştı. Kızın adı Emilia ya da Emilia’ydı diyelim, oğlanın adıysa Julio, Julio’ydu, hatta hâlâ Julio. Julio ve Emilia. Sonunda Emilia ölüyor, Julio ise ölmüyor. Gerisi edebiyat.”
Evet, dikkat edilmesi gereken –sadece bu romanla sınırlı kalmayıp edebiyat pratiğinin geneline gönderme yapan- önemli bir vurgu bu; gerisi teferruat değil, edebiyat. Teferruat olan hikâye kısmı. Edebiyat olan -iki gencin tanışmalarıyla başlayıp birkaç yıl süren gençlik aşklarına, ayrlıp kendi yollarında yürümelerine, hüzünlü sonlarına dokunan, onları ete kemiğe büründüren kelimelerle, cümlelerle, benzetmelerle, imgelerle- anlatım zenginliği. Ama yine de biz teferruatı ihmal etmeyelim ve bu kısa hikâyeyi kısaca özetleyelim: “Emilia ve Julio’nunki gerçeklerle, her ikisinin de mutlak diye algılamak istediği bir suç ortaklığına çarçabuk dönüşen mahrem açıklamalarla dolup taşan bir ilişkiydi. Madem öyle, gittikçe ağırlaşan hafif bir hikâye demeli böylesine. Bu, gerçeğe, gerçek gibi görünen cümleleri etrafa saçmaya, bitmek bilmeyen sigaralar içmeye ve daha iyi olduklarına, geriye kalanlardan, o uçsuz bucaksız ve aşağılık, geriye kalanlar denen gruptan daha iyi ve saf olduklarına inananların vahşi suç ortaklığında hapsolmaya tutkun iki öğrencinin hikâyesi.”
İspanyol dili ve edebiyatı öğrecisi iki gencin tesadüf eseri bir araya gelmeleri, tuhaf bir ilişkinin kıvılcımını yakıyor. Kıvılcım ateşli bir cinselliği harlatırken Julio ve Emilia birbirlerini tanımaya başlıyorlar; “çabucak, aynı şeyi okumayı, benzer düşünmeyi ve farkların üstünü örtmeyi öğrendiler. Kısa süre içinde kibirli bir samimiyet yakaladılar. En azından o zaman dilimi içinde Julio ve Emilia bir yumru biçimini almayı becerdi. Nihayetinde mutluydular. Buna şüphe yok…”
Cinselliğin, duyguların, edebiyatın içiçe geçtiği bu mutlu ve tuhaf ilişki bir süre için onları dış dünyadan koparacaktır; “Emilia ve Julio’nunki gerçeklerle, her ikisinin de mutlak diye algılamak istediği bir suç ortaklığına çarçabuk dönüşen mahrem açıklamalarla dolup taşan bir ilişkiydi. Madem öyle, gittikçe ağırlaşan hafif bir hikâye demeli böylesine. Bu, gerçeğe, gerçek gibi görünen cümleleri etrafa saçmaya, bitmek bilmeyen sigaralar içmeye ve daha iyi olduklarına, geriye kalanlardan, o uçsuz bucaksız ve aşağılık, geriye kalanlar denen gruptan daha iyi ve saf olduklarına inananların vahşi suç ortaklığında hapsolmaya tutkun iki öğrencinin hikâyesi.”
Ama özellikle de böylesine tutkulu başlayıp dış dünyaya kapılarını kapatan ilişkilerin sonu kaçınılmazdır. Mahremiyetlerini dünya edebiyatıyla renklendiren, romanları erotik ilham kaynağı yapan Emilia ve Julio, Macedonio Fernández’in onları derinden sarsan kısa öyküsü “Tantalia”yı okuduktan sonra finale yaklaştıklarının farkına varırlar.
Zaten öyle yaşanmaz mı?
Ayrılırlar ve hayat sürer. Emilia bir yöne gider Julio başka bir yana. Gitmekten ziyade iki tutunamayanın savrulması diyelim buna ve artık teferruatı bırakalım. Sonu zaten baştan biliyorsunuz; “Julio ve Emilia’nın hikâyesi sürüyor ama devam etmiyor. Birkaç yıl sonra Emilia’nın ölümüyle bitecek: ölmeyen, ölmeyecek, ölmemiş Julio sürüyor, ama devam etmemeye karar veriyor. Emilia da aynı: şimdilik devam etmemeye karar verdi, ama sürüyor. Birkaç yıl içinde artık sürmeyecek ve artık devam etmeyecek…”
İronik bir ifadeyle, “Bu hikâyenin sonu bizleri büyülemeli, ama büyülemiyor” demiş Zambra romanın sonunda. Büyüleyici sonlarla, büyük trajediler ya da sevinçlerle noktalanan hikaye geleneğinden kopuş anlamında yorumlanabilecek bir ifade. Gerçekten de hikayenin başlangıçı, kurgusu ve finali alışılageldik roman kalıplarının dışında. Oysa roman kahramanları Emilia ve Julio özellikle gençler için çok tanıdık, bildik tiplemeler. Hatta genç insan tipinin vasatları. Duyguları, ilişki yaşama tarzları, coşkuları ve kırıklıkları abartısız ve samimi. Öyle ki Emilio ve Julio’nun hikayesine dışarıdan bakmak mümkün değil ama onlarla özdeşleşmek de öyle. Zambro okuyucunun roman kahramanlarıyla yakınlık kurmasının önüne geçmek için anlatıcıyı sokuyor işin içine. Zaman zaman hikâyeyi masala çeviriyor, komikleştiriyor, kurmacalığını ifşa ediyor, okuyucuyu duygusal anlamda içeride tutarken zihinsel anlamda dışarıdan bakmaya, düşünmeye zorluyor.
Zambra insanların daha doğrusu kendi kuşağından gençlerin başarı ve başarısızlıklarına, mutluluk ve mutsuzluklarına, umut ve umutsuzluklarına tanıklık etmeyi, onlarla edebiyat yoluyla sessiz bir iletişim kurmayı arzulamış. Bunu başarmış da; ‘Bonzai’, Şili’li gençliğine dair bir hikâye anlattığı halde yerelin sınırlarını aşıyor, genelgeçer bir gençlik durumunu kuşatıyor. Alejandro Zambra ismini akımızda tutalım…
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Ülkenin en güzel çocukları
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 19 Şubat 2021 İspanyol edebiyatının 21. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden Andres Barba, ‘Işıklar Ülkesi’nde 32 sokak çocuğunu ölüme götüren süreci anlatıyor. Kısa, basit ama şaşırtıcı ve çarpıcı hikâyesiyle heyecan verici bir roman. Trajik sonunu daha baştan ilan eden bir cümleyle adım atıyoruz ‘Işıklar Ülkesi’ne: “San Cristobal’da hayatını yitiren otuz iki …
Hayat nerede biter, roman nerede başlar?
Melisa Kesmez, Sabit Fikir, 4 Temmuz 2013 Zambra muhteşem karakterler yaratmanın peşine düşmüyor. Onun karakterleri sıradan olmalarıyla akılda kalıyor. Yazı yazmanın doğasına dair tonla enteresan mesele içinde bir tanesi -son dönemde denk geldiğim kitaplardan olacak- özellikle meşgul ediyor aklımı. O da, bir kitabın ne kadar kurmaca olursa olsun, hayatın süreğenliği içinde yaratılan bir şey olması …
“Yaşananların sonu, unutmanın başlangıcıdır…”
Figen Alkaç, Egoist Okur, 1 Haziran 2015 Mevsim Normalleri, son zamanlarda adından sıkça bahsedilen Neslihan Önderoğlu’ nun ikinci öykü kitabı. Yaşamın olağan gidişinin bir yerinden başlayan ve mekan ayrıntılarına çok yer verilmeyen kitapta, anlatılanlara göndermeler yapan öykü isimleri tercih edilmiştir. Kısa öykü tekniklerinin de kullanıldığı Mevsim Normalleri, söylenmeyenlerle okura düşünme imkânı veren boşluklarla sürer. Gündelik hayat …
“Aramızda bir bahçe yakınlığı var, asla uzak değiliz birbirimize…”
Serkan Parlak, Parşömen Fanzin, 12 Mart 2020 Kadın erkek ilişkileri, aşk-aşksızlık, iletişim-iletişimsizlik, yalnızlık, yabancılaşma, anneler ve kızları, babalar, ölüm, modern hayatın bitmek bilmez sıkıntıları ve umutları Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı’nın temel izleklerini oluşturuyor. İlk öykü “Eşyalar ve Güller”de anlatıcı kahramanın eşi ve annesiyle olan ilişkisine odaklanıyoruz. Bağlılık ve kopma gerçeğinden hareketle kırılgan bir ilişki bu. Aralarındaki bitmek …