İvan Turgenyev’in Türkçede ilk defa Oğuz Tecimen’in çevirisiyle yayımlanan uzun öyküsü “Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü”, Rus edebiyatında lüzsumsuz adam teriminin ilk kez ortaya çıkmasını sağlayan kahramanı Çalkaturin’i tanıtıyor. Lüzumsuzluk kavramı üzerine ciddi bir düşünme fırsatı sunan bu küçük ama vurucu kitap, ölümüne çok kısa bir süre kalmış Çalkaturin’in kendinin nasıl biri olduğu üzerine düşünmeye başlaması ve bunu günlük olarak yazıya dökmesinden buluyor hikâyesini.
Yakında öleceğini söyleyen ve son günlerini yazmakla geçirmeye karar veren bir roman kahramanından neler öğrenebiliriz? Emin olun çok şey… Çünkü o kahraman, bilin ki yaşamını sorgulama vaktinin gelip geçtiğini, hesaplaşmalarını, özellikle de kendiyle olanları, yapması gerektiğini anlamıştır. Bu yüzden yazdığı sayfalara sonuna kadar açacaktır kendini. Bu hesaplaşmaların ise yaşamın aynasından bambaşka renkleri ya da kuytu köşede kalmış karanlıkları gösterme ihtimali kuvvetle muhtemel. O yüzden değerlidir böyle kahramanlar edebiyat için. Ancak bu son günlerini yaşayan adamın kendine atfettiği tek niteliği “lüzumsuz” ise durum ne olur? İşte o zaman hazırlıklı olmak lazım çünkü karşımıza özel bir vak’a çıkacağı bellidir. Çünkü bu “lüzumsuzlar” her zaman çok şey anlatmıştır bize.
Edebiyat için de çok özel kahramanlardır lüzumsuzlar. Hafızaları zorlayıp düşündüğümüzde bunu göreceğiz. Yusuf Atılgan’ın Bay C.’sinden Sait Faik’in Lüzumsuz Adam’ına, Oğuz Atay’ın Selim Işık’ından Sabahattin Ali’nin Raif Efendi’sine birçok kahraman gelecektir aklımıza Türkçede. Hepsi de has edebiyat dünyasında apyrı bir yere sahipler hâla. Aynı şekilde dünya edebiyatında da yankısını bulur bu “lüzumsuz adam” tiplemesi, özellikle de Rus edebiyatında… Bir çırpıda sayabileceklerimiz arasında Gonçarov’un Oblomov’u, Puşkin’in Onegin’i ve Dostoyevski’nin ünlü Yeraltından Notlar romanının isimsiz kahrmanı var. Türkçede okuyabileceğimiz bu Rus lüzumsuzlarının yanına bir yenisi daha eklendi: Çulkaturin… O da Babalar ve Oğullar romanıyla dünya edebiyatına damgasını vurmuş İvan Turgenyev’in lüzumsuzu. Hatta Rus edebiyatında “lüzumsuz adam” teriminin ortaya çıkmasına ön ayak olan bir kahraman Çulkaturin. O yüzden sayfaların arasında biraz daha dikkatle dalmak gerek.
LÜZUMSUZLUK
Bu bağlamda “lüzumsuzluk” olgusunu da deşmek gerek. Geniş bir anlam çerçevesinde kendini bulan bir kavram lüzumsuzluk. Uyumsuzluk ise genelde bu lüzumsuzlara yakıştırılan en önemli sıfatlardan. Yani, ayrıksı tipler. Toplumla aynı hizada durmayan, bireysel uçurumlarında sadece toplumu izlemekle yetinen, aydın kimliklerine rağmen içinde bulundukları toplumu umursamayan, kendi hayallerini sadece hayallerinde yaşayan tipler olarak çizilirler genelde. Yaşamın kendisine uyum sağlayamadıklarından toplumdan da uzaklaşmışlardır. Bu yüzden toplumları tarafından dışlanmış, hatta kınanmışlardır. Bazen saygı duyulsa da onlara uzakta durmak her zaman iyidir çünkü ne zaman ne yapacakları bilinmez, ayarı hafiften kaçmış tiplerdir. Saygınlıkları ise uzaklıklarından doğar. İnsan bilmediği, tanımadığı “şey”den korkar misali, bu lüzumsuzların da ne meşrep olduklarını bilemediklerinden hem çekinir hem saygı duyarlar ama bu saygının en küçük bir terslikte yerle bir olacağı da hep el atında tutulur. Bazen de bu yaşamdan ve toplumdan kopuşu kitap ve düşünceyle doldurulur lüzumsuzların. Kitabın arka kapağında da dendiği gibi: “Çağının iki arada bir derede kalmış gayrimeşru çocuklarıdır onlar; yaşamı seyretmekten eyleme geçemeyen ama belki de bakarak eyleyen öfkeli antikahramanlar.” Sözün özü ayrı ayrı “lüzumsuz” var yaşamımızda. Buna eş dünya edebiyatında da “lüzumsuzluk” fikri pek çok farklı bakış açısından ele alınmış. Ancak kitap dahilinde “lüzumsuzluk” fikri ve Turgenyev’in bakışı burada önemli olan. Peki Turgenyev’in bu “lüzumsuzluk” fikrine bakışı nedir? Ya da şöyle sorarsak: Çulkaturin nasıl bir lüzumsuz?
Çulkaturin aslında hikâyedeki çevresinden çok da farklı çizilmemiş Turgenyev tarafından. Kahramanımıza genel çerçevede baktığımızda birçok açıdan “normal” bir yaşamı hak etmiş bir tip olarak görülebilir hatta. Evet, kendini lüzumsuz hisseder fakat bunun için ileri sürdüğü tek kanıt, âşık olduğu kadın olan Liza’yı başka biri(leri)ne kaptırmasıdır. Önce Prens girecektir Liza ve Çulkaturin’in aarasına. Prens devreden çıktıktan sonra ise Bizmyenkov. İki defa kaybedecektir âşık olduğu kadını. “Lüzumsuzluk” olarak görülebilecek, insan ilişkilerinde sıkıntılı olması vardır bir de, ama geri kalan özellikleri hiç de toplumdan ayrıksılık göstermez. Ancak bunların dışında Çulkaturin’in çok öne çıkmasa da gözardı edilemeyecek bir özelliği daha var: Kendini tanımıyordur Çulkaturin. İşte bu yüzden, hasta yatağındaki son günlerini, tuttuğu bir günceyle kendini çözmek için harcayacaktır. Çulkaturin’i “lüzumsuz” yapan da işte tam olarak bu özelliğidir aslında: Kendini bilmemesi ve her ne yapıyorsa kendi zararına yapmasıdır.
ÇULKATURİN’İN HESAPLAŞMASI
Hikâye boyunca sevdiği kadını elde edebilmesi için çokça fırsat da çıkar aslında Çulkaturin’in karşısına ama o yaşamını bir “lüzumsuz” olarak devam ettirmesine sebep olacak hataları yapar. Bu dünyada ne için ya da ne biçim yaşadığını öğrenmek adına da yaşamının son günlerini yatağında kendisiyle konuşarak geçirmeye karar verir. Bir nevi kendiyle hesaplaşması da denebilir buna Çulkaturin’in. “Hayatım birçok açıdan diğer insanlardan çok da farklı değildi. Baba evi, üniversite, devlet dairelerinde küçük memuriyetler, emeklilik, küçük arkadaş çevresi, namuslu bir yoksulluk, makul zevkler, iddiasız uğraşlar, ölçülü arzular lütfen söyleyin, bunlara yabancı olan var mı? İşte bu yüzden hayat hikâyemi anlatmayacağım, özellikle kendi keyfim için yazdığımdan, hele ki geçmişimde bende bile büyük acı ve mutluluk uyandıracak bir şey yoksa, ortada dikkate değer hiçbir şey yok demektir. İyisi mi kendi karakterimi kendime anlatmayı deneyeyim. Ne biçim bir adamım ben?.. Kimsenin bana bu soruyu sorduğu yok – peki kabul. Ama ölüyorum, Tanrı sizi inandırsın, ölüyorum ve ölümün eşiğindeki birinin, nasıl bir mahluk olduğunu öğrenme isteğinin mazur görülebileceğini düşünüyorum.” Bu hesaplaşmasında ise ilkin ailesi çıkar sahneye Çulkaturin’in ancak daha fazla ilerleyemez o kanaldan. Onu bir “lüzumsuz” olmaya iten yola savrulur kendiliğinden. Hikâye de o kanalda bulur esas kimliğini zaten ve biz de okuyucu olarak Liza, Çulkaturin, Prens ve Bizmyenkov arasında can bulan bir aşk çemberinin ortasında buluruz kendimizi. Tüm bunlarında yanında, elimizdekinin baskısından çevirisine, edisyonundan içeriğine her anlamıyla eksiksiz bir kitap olduğunu da söylemek gerekir. Bir kitabı elimize aldığımızda içinde olması istediğimiz her şey var Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü’nde. Kitabın başına koyulan kronoloji sayesinde Turgenyev’in doğumundan ölümüne eşgüdümlü olarak verilen tarihi ve edebi olaylar, yazarın hangi dünya şartlarından geçerek kimliğini bulduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Kitabın sonundaki Ellen Chances’in “Rus Edebiyatında Lüzumsuz Adam” başlıklı yazısı ise lüzumsuzluk ve onun Rus topraklarında geçirdiği edebi serüvenin hangi yolları aştığı hakkında genel bir çerçeve sunuyor.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Yasemin Yılmaz Yüksek, Üretimhane, 26 Ekim 2020 Freud’un unheimlich sözcüğünü ödünç alarak konuşmak gerekirse, tekinsiz zamanlara bir yenisi daha eklendi. Son on yıl içerisinde yerinden yurdundan edilen binlerce insan evsiz bir yaşama geçerken, sınır tanımayan bir virüs evi, koruyan, kollayan, can veren kutsal bir mekâna dönüştürdü. Sıcak yuva romantizmini uzun yıllar önce kaybetmiş olan ev, yeniden birçok kişinin hikayesinin …
Ayşen Güven, Posta, 4 Kasım 2017 “Okurken huzur bulmak, alışıldık ve güvenli yaşantılarımızı doğrulamak mı istiyoruz yoksa yeni bir deneyim ve anlam mı arıyoruz?” İspanyolca yazan en iyi romancılar arasında gösterilen Carlos Labbé, Türkçeye kazandırılan ilk romanı üzerine bir söyleşide bunu soruyor. Sahiden derdimiz ne? Tür tartışması çaresiz “Loquela-Sayıklama” karşısında. Çünkü edebi türlerin hep beraber dans …
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 22 Mayıs 2019 İsmi yanıltmasın; ‘Süper-Erkek’, best-seller tarzı bir aşk romanı değil. Evet, hikâye aşk ve çağına göre çok cesur anlatımlarla cinsellik barındırmakla birlikte, romanın merkezindeki aşk ve cinsellik Jarry’nin çağının bütün fikirlerini kat eden dehasına özgü bir istihza ve karmaşıklıkta işleniyor. Alfred Jarry’nin 1902’de yazdığı bu eser, modern …
Çiğdem Öztürk, Oggito, 16 Aralık 2015 Latin Amerika edebiyatının büyülü gerçekçilik içinde parlayan bir edebiyat oluşu bizi hep ilgilendirdi. Yakından izledik, pek çok büyük yazarını okuduk. Şimdilerde yeni bir edebiyat yükseliyor oradan. Genç yazarlar bağımsız bir anlayış içinde, çok önemli örnekler veriyor. Alejandro Zambra onların ilk akla gelenlerinden. İspanyolcanın en iyi yirmi iki yazarından birisi seçildi. …
Turgenyev’in lüzumsuzu: Çulkaturin
Eray Ak, Cumhuriyet Kitap, 3 Ekim 2013
İvan Turgenyev’in Türkçede ilk defa Oğuz Tecimen’in çevirisiyle yayımlanan uzun öyküsü “Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü”, Rus edebiyatında lüzsumsuz adam teriminin ilk kez ortaya çıkmasını sağlayan kahramanı Çalkaturin’i tanıtıyor. Lüzumsuzluk kavramı üzerine ciddi bir düşünme fırsatı sunan bu küçük ama vurucu kitap, ölümüne çok kısa bir süre kalmış Çalkaturin’in kendinin nasıl biri olduğu üzerine düşünmeye başlaması ve bunu günlük olarak yazıya dökmesinden buluyor hikâyesini.
Yakında öleceğini söyleyen ve son günlerini yazmakla geçirmeye karar veren bir roman kahramanından neler öğrenebiliriz? Emin olun çok şey… Çünkü o kahraman, bilin ki yaşamını sorgulama vaktinin gelip geçtiğini, hesaplaşmalarını, özellikle de kendiyle olanları, yapması gerektiğini anlamıştır. Bu yüzden yazdığı sayfalara sonuna kadar açacaktır kendini. Bu hesaplaşmaların ise yaşamın aynasından bambaşka renkleri ya da kuytu köşede kalmış karanlıkları gösterme ihtimali kuvvetle muhtemel. O yüzden değerlidir böyle kahramanlar edebiyat için. Ancak bu son günlerini yaşayan adamın kendine atfettiği tek niteliği “lüzumsuz” ise durum ne olur? İşte o zaman hazırlıklı olmak lazım çünkü karşımıza özel bir vak’a çıkacağı bellidir. Çünkü bu “lüzumsuzlar” her zaman çok şey anlatmıştır bize.
Edebiyat için de çok özel kahramanlardır lüzumsuzlar. Hafızaları zorlayıp düşündüğümüzde bunu göreceğiz. Yusuf Atılgan’ın Bay C.’sinden Sait Faik’in Lüzumsuz Adam’ına, Oğuz Atay’ın Selim Işık’ından Sabahattin Ali’nin Raif Efendi’sine birçok kahraman gelecektir aklımıza Türkçede. Hepsi de has edebiyat dünyasında apyrı bir yere sahipler hâla. Aynı şekilde dünya edebiyatında da yankısını bulur bu “lüzumsuz adam” tiplemesi, özellikle de Rus edebiyatında… Bir çırpıda sayabileceklerimiz arasında Gonçarov’un Oblomov’u, Puşkin’in Onegin’i ve Dostoyevski’nin ünlü Yeraltından Notlar romanının isimsiz kahrmanı var. Türkçede okuyabileceğimiz bu Rus lüzumsuzlarının yanına bir yenisi daha eklendi: Çulkaturin… O da Babalar ve Oğullar romanıyla dünya edebiyatına damgasını vurmuş İvan Turgenyev’in lüzumsuzu. Hatta Rus edebiyatında “lüzumsuz adam” teriminin ortaya çıkmasına ön ayak olan bir kahraman Çulkaturin. O yüzden sayfaların arasında biraz daha dikkatle dalmak gerek.
LÜZUMSUZLUK
Bu bağlamda “lüzumsuzluk” olgusunu da deşmek gerek. Geniş bir anlam çerçevesinde kendini bulan bir kavram lüzumsuzluk. Uyumsuzluk ise genelde bu lüzumsuzlara yakıştırılan en önemli sıfatlardan. Yani, ayrıksı tipler. Toplumla aynı hizada durmayan, bireysel uçurumlarında sadece toplumu izlemekle yetinen, aydın kimliklerine rağmen içinde bulundukları toplumu umursamayan, kendi hayallerini sadece hayallerinde yaşayan tipler olarak çizilirler genelde. Yaşamın kendisine uyum sağlayamadıklarından toplumdan da uzaklaşmışlardır. Bu yüzden toplumları tarafından dışlanmış, hatta kınanmışlardır. Bazen saygı duyulsa da onlara uzakta durmak her zaman iyidir çünkü ne zaman ne yapacakları bilinmez, ayarı hafiften kaçmış tiplerdir. Saygınlıkları ise uzaklıklarından doğar. İnsan bilmediği, tanımadığı “şey”den korkar misali, bu lüzumsuzların da ne meşrep olduklarını bilemediklerinden hem çekinir hem saygı duyarlar ama bu saygının en küçük bir terslikte yerle bir olacağı da hep el atında tutulur. Bazen de bu yaşamdan ve toplumdan kopuşu kitap ve düşünceyle doldurulur lüzumsuzların. Kitabın arka kapağında da dendiği gibi: “Çağının iki arada bir derede kalmış gayrimeşru çocuklarıdır onlar; yaşamı seyretmekten eyleme geçemeyen ama belki de bakarak eyleyen öfkeli antikahramanlar.” Sözün özü ayrı ayrı “lüzumsuz” var yaşamımızda. Buna eş dünya edebiyatında da “lüzumsuzluk” fikri pek çok farklı bakış açısından ele alınmış. Ancak kitap dahilinde “lüzumsuzluk” fikri ve Turgenyev’in bakışı burada önemli olan. Peki Turgenyev’in bu “lüzumsuzluk” fikrine bakışı nedir? Ya da şöyle sorarsak: Çulkaturin nasıl bir lüzumsuz?
Çulkaturin aslında hikâyedeki çevresinden çok da farklı çizilmemiş Turgenyev tarafından. Kahramanımıza genel çerçevede baktığımızda birçok açıdan “normal” bir yaşamı hak etmiş bir tip olarak görülebilir hatta. Evet, kendini lüzumsuz hisseder fakat bunun için ileri sürdüğü tek kanıt, âşık olduğu kadın olan Liza’yı başka biri(leri)ne kaptırmasıdır. Önce Prens girecektir Liza ve Çulkaturin’in aarasına. Prens devreden çıktıktan sonra ise Bizmyenkov. İki defa kaybedecektir âşık olduğu kadını. “Lüzumsuzluk” olarak görülebilecek, insan ilişkilerinde sıkıntılı olması vardır bir de, ama geri kalan özellikleri hiç de toplumdan ayrıksılık göstermez. Ancak bunların dışında Çulkaturin’in çok öne çıkmasa da gözardı edilemeyecek bir özelliği daha var: Kendini tanımıyordur Çulkaturin. İşte bu yüzden, hasta yatağındaki son günlerini, tuttuğu bir günceyle kendini çözmek için harcayacaktır. Çulkaturin’i “lüzumsuz” yapan da işte tam olarak bu özelliğidir aslında: Kendini bilmemesi ve her ne yapıyorsa kendi zararına yapmasıdır.
ÇULKATURİN’İN HESAPLAŞMASI
Hikâye boyunca sevdiği kadını elde edebilmesi için çokça fırsat da çıkar aslında Çulkaturin’in karşısına ama o yaşamını bir “lüzumsuz” olarak devam ettirmesine sebep olacak hataları yapar. Bu dünyada ne için ya da ne biçim yaşadığını öğrenmek adına da yaşamının son günlerini yatağında kendisiyle konuşarak geçirmeye karar verir. Bir nevi kendiyle hesaplaşması da denebilir buna Çulkaturin’in. “Hayatım birçok açıdan diğer insanlardan çok da farklı değildi. Baba evi, üniversite, devlet dairelerinde küçük memuriyetler, emeklilik, küçük arkadaş çevresi, namuslu bir yoksulluk, makul zevkler, iddiasız uğraşlar, ölçülü arzular lütfen söyleyin, bunlara yabancı olan var mı? İşte bu yüzden hayat hikâyemi anlatmayacağım, özellikle kendi keyfim için yazdığımdan, hele ki geçmişimde bende bile büyük acı ve mutluluk uyandıracak bir şey yoksa, ortada dikkate değer hiçbir şey yok demektir. İyisi mi kendi karakterimi kendime anlatmayı deneyeyim. Ne biçim bir adamım ben?.. Kimsenin bana bu soruyu sorduğu yok – peki kabul. Ama ölüyorum, Tanrı sizi inandırsın, ölüyorum ve ölümün eşiğindeki birinin, nasıl bir mahluk olduğunu öğrenme isteğinin mazur görülebileceğini düşünüyorum.” Bu hesaplaşmasında ise ilkin ailesi çıkar sahneye Çulkaturin’in ancak daha fazla ilerleyemez o kanaldan. Onu bir “lüzumsuz” olmaya iten yola savrulur kendiliğinden. Hikâye de o kanalda bulur esas kimliğini zaten ve biz de okuyucu olarak Liza, Çulkaturin, Prens ve Bizmyenkov arasında can bulan bir aşk çemberinin ortasında buluruz kendimizi. Tüm bunlarında yanında, elimizdekinin baskısından çevirisine, edisyonundan içeriğine her anlamıyla eksiksiz bir kitap olduğunu da söylemek gerekir. Bir kitabı elimize aldığımızda içinde olması istediğimiz her şey var Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü’nde. Kitabın başına koyulan kronoloji sayesinde Turgenyev’in doğumundan ölümüne eşgüdümlü olarak verilen tarihi ve edebi olaylar, yazarın hangi dünya şartlarından geçerek kimliğini bulduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Kitabın sonundaki Ellen Chances’in “Rus Edebiyatında Lüzumsuz Adam” başlıklı yazısı ise lüzumsuzluk ve onun Rus topraklarında geçirdiği edebi serüvenin hangi yolları aştığı hakkında genel bir çerçeve sunuyor.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Bizi Buraya Getiren Şeyler: Bir Evsizlik Anlatısı
Yasemin Yılmaz Yüksek, Üretimhane, 26 Ekim 2020 Freud’un unheimlich sözcüğünü ödünç alarak konuşmak gerekirse, tekinsiz zamanlara bir yenisi daha eklendi. Son on yıl içerisinde yerinden yurdundan edilen binlerce insan evsiz bir yaşama geçerken, sınır tanımayan bir virüs evi, koruyan, kollayan, can veren kutsal bir mekâna dönüştürdü. Sıcak yuva romantizmini uzun yıllar önce kaybetmiş olan ev, yeniden birçok kişinin hikayesinin …
Sayıklayan kim?
Ayşen Güven, Posta, 4 Kasım 2017 “Okurken huzur bulmak, alışıldık ve güvenli yaşantılarımızı doğrulamak mı istiyoruz yoksa yeni bir deneyim ve anlam mı arıyoruz?” İspanyolca yazan en iyi romancılar arasında gösterilen Carlos Labbé, Türkçeye kazandırılan ilk romanı üzerine bir söyleşide bunu soruyor. Sahiden derdimiz ne? Tür tartışması çaresiz “Loquela-Sayıklama” karşısında. Çünkü edebi türlerin hep beraber dans …
Aşk Makinesi
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 22 Mayıs 2019 İsmi yanıltmasın; ‘Süper-Erkek’, best-seller tarzı bir aşk romanı değil. Evet, hikâye aşk ve çağına göre çok cesur anlatımlarla cinsellik barındırmakla birlikte, romanın merkezindeki aşk ve cinsellik Jarry’nin çağının bütün fikirlerini kat eden dehasına özgü bir istihza ve karmaşıklıkta işleniyor. Alfred Jarry’nin 1902’de yazdığı bu eser, modern …
Alejandro Zambra: “Yazmak daima bir özeleştiridir.” (Söyleşi)
Çiğdem Öztürk, Oggito, 16 Aralık 2015 Latin Amerika edebiyatının büyülü gerçekçilik içinde parlayan bir edebiyat oluşu bizi hep ilgilendirdi. Yakından izledik, pek çok büyük yazarını okuduk. Şimdilerde yeni bir edebiyat yükseliyor oradan. Genç yazarlar bağımsız bir anlayış içinde, çok önemli örnekler veriyor. Alejandro Zambra onların ilk akla gelenlerinden. İspanyolcanın en iyi yirmi iki yazarından birisi seçildi. …