Horacio Castellanos Moya, yarattığı öfke ve düşmanlıkla kültleşen ‘Tiksinti’ romanında, ülkesi El Salvador’dan umudunu yitirmiş bir adamın iç döküşünü anlatıyor. ‘Tiksinti’, Roberto Balano’nun ifadesiyle “Bir üslup alıştırması, Moya’nın Thomas Bernhard’ın kimi eserlerine yönelik parodisi ve insanı gülmekten öldüren bir roman.”
Horacio Castellanos Moya, 1957’de Honduras’ın başkenti Tegucigalpa’da Honduraslı bir anne ile El Salvadorlu bir babanın çocuğu olarak doğdu. Ailesi dört yaşındayken El Salvador’a göçtü. El Salvador Üniversitesi’nde bir süre edebiyat öğrenimi gördü. 1979’da El Salvador’u terk ederek York Üniversitesi’nde öğrenim görmek üzere Kanada’ya gitti. Bir yıl sonra Kosta Rika’ya taşındı. 1981-1992 arasında Meksika’da editörlük ve gazetecilik yaptı. 1988’de ilk romanı ‘La diaspora’yı (Diaspora) yayımladı. 1992’de El Salvador’a döndü. 1996’da ‘Yılanlarla Dans’ı (Jaguar Kitap) yayımladı. 1997’de çıkan ‘Tiksinti’ romanından sonra ölüm tehditleri alması üzerine ülkeyi terk etti ve bir daha dönmedi. Moya, hayatını yazar ve gazeteci olarak sürdürüyor.
SAVAŞ HERKESİ KİRLETİR
El Salvador’da, gecenin erken saatlerinde bir barda başlayan hikâye, bize yazar ve gazeteci olduğunu öğrendiğimiz Moya tarafından aktarılacak. Aslında Moya sadece aracı; kendisini bu bara davet eden çocukluk arkadaşı Edgardo Vega’nın söylediklerini ‘hafifleterek’ naklediyor.
Hikâye boyunca dışavurduğu yaşanmışlıklardan cımbızlayarak Edgardo Vega için şöyle bir biyografi çıkarabilirim; 38 yaşında. Yaşıtı Moya ile Marist Keşişler okuluna giderken tanışmışlar. Sonrasında öylesine şeyler yaşanmış ki El Salvador’da, Vega henüz 20 yaşındayken ülkesinden kaçarak Montreal’e yerleşmiş. Orada eğitim görmüş, şimdi bir üniversitede sanat tarihi profesörü. Tam 18 yıl sonra -ilk kez- bu kente dönmesinin nedeni annesinin cenazesine katılmak. Peki hiç mi özlememiş ülkesini? Vega’ya büyük harflerle “HAYIR” diyor.
Sadece 30 günlük bir ziyaret ama geride kalan iki hafta yetmiş Vega’yı çileden çıkartmaya. Şimdi oturdukları barda Maya’ya içini dökerek rahatlamaya çalışacak. Ne var ki içini döktükçe daha da öfkelenecek Vega. El Salvadorluların içki (bira) ve yemek alışkanlıkları ile başlayıp gündelik olaylardan siyasi ve kültürel meselelere kadar uzanan, dokunduğu her şeyi, her mesleği, her kurumu, her geleneği nefretle kuşatan -iç karartıcı- bir monolog dinleyeceğiz. İç karartıcı, zira Vega’nın dile getirdikleri okuyucuyu kendi ülkesiyle ve gerçekleriyle yüzleştiren, yüzleştirmeye davet eden türden meseleler.
Nelerden mi bahsediyor Vega; gürültüden, kabalıktan, TV izleme alışkanlıklarından, pembe dizilerden, erkek egemen kültürden, şiddetten, kurumların -medyanın, hukukun, sağlık sisteminin, eğitimin, sanat ve edebiyatın- çürümesinden. Ama aslan payını elbette sağıyla soluyla politika alıyor. Şaşıracak bir şey yok, zira 10 yıl sürmüş bir iç savaş geçirmiş, binlerce insanını yitirmiş El Salvador’da şiddet doğallaşmış, toplum militarize olmuş, akıllar tutulmuş. Halk iyiye, güzele, demokrasiye, kendisi gibi olmayanlara düşmanlaşmış.
TEK PARAGRAFLIK ŞOKE EDİCİ BİR METİN
Kitabın sonuna eklediği ‘Sonsöz’de Avusturyalı yazar Thomas Bernhard’ın üslubunu ve Avusturya’ya ve kültürüne karşı sert bir eleştiri içeren tematik tarafını taklit etmeyi amaçladığını, böylelikle o yıllarda -1990’ların ortalarında- gücenik olduğu ülkesini hiciv ve parodi, ısırık ve çıngıraklarla ‘kültürel ve politik olarak yıkıma uğratmayı’ düşündüğünü söylüyor Moya. Ne var ki milliyetçi ve militer ideolojilerin egemen olduğu ülkelerde, ülkesini eleştiren bir yazar bedel ödemeyi göze almak zorundadır. ‘Tiksinti’nin yayımlanmasının ardından ölüm tehditleri alan Moya için bu bedel ülkesini terk etmek olmuş. Ve aradan neredeyse 20 yıl geçtiği halde ‘Tiksinti’nin yarattığı düşmanlık dinmemiş. Bunun siyasi nedenleri çok açık, ama asıl neden romanın gerçekten iyi ve etkileyici olması.
Thomas Bernhard’ı gerek tematik gerek biçim açısından taklit etmek fikri, hem pek çok yazara hem de pek çok okuyuca cazip gelmeyecektir. Çünkü Bernhard’ın metinlerindeki duygu ve düşünceleri -öfke ve eleştiriyi- bir başka ülke özelinden işlemek, Bernhard’ın sözcüklerle, bilinçle, zamanla oynayan üslubunu yakalamak hiç kolay değil. Onun taklidinden yola çıkmak demek başarısızlığı da göze almayı gerektirir. Öyleyse Moya, büyük bir hayranlık duymadığını belirttiği halde Bernhard’ı neden taklit etmek istemiş olabilir? Bu sorunun yanıtı El Salvador’un yakın tarihi, bu tarihe gözünü açan ve Latin Amerika gerçekliğinin hiç de ‘büyülü’ olmadığının üzüntüyle farkına varan Moya’nın ve onun kuşağının umutsuzluğunda ve öfkesinde aranmalıdır. Kısacası Moya ‘Tiksinti’de -tıpkı Bernhard gibi- nefretin ve ülkesinin asıl gerçeğinin izini sürüyor.
Ancak Bernhard’dan farklılığı bu sesin doğrudan kendisini yansıtmaması. Öfkeyi dillendiren karakter Vega ile onun söylediklerini aktaran kurmaca yazar Moya arasında görüş/duruş farklılıkları olduğunu biliyoruz. Hatta Vega, hâlâ mücadele ettiği için Moya ile alay bile ediyor. Ama kurmaca yazar Moya ile gerçek yazar Moya da birbirine eşitlenmemeli. Moya, El Salvador hakkındaki şikâyetlerini, beklentilerini ve çatışmalı duygularını bu iki karakter üzerinden ortaya koymuş. Ve yine Bernhard’dan farklılaşarak, işin içine Latin Amerika tarzı mizah da katmış. Buna karşılık Bernhard’ın anlatı tekniklerini -kendine özgü bir tarzla- çok iyi kullanıyor. Temaları farklı dil kalıplarıyla tekrarlayan uzun cümlelerle, zamansal sıçramalarla yazılmış tek paragraflık şoke edici bir metin…
Temel Karataş, T24 Kiminin kıyameti, kiminin yeniden doğuşu. Kiminin cehennemi, kiminin cenneti. Ama ikinci grupta olanlar, yani kıyamette yeniden doğup cehennemde cenneti yaşayabilenler hep iktidar sahipleri ve parayı elinde tutanlar! Bedenlerin Göçü, yaşadığımız kıyameti sembolize etme gayretinde bir post-apokaliptik roman. Bilimkurgu denince, çoğunluğun aklına gökyüzünde uçan tanımsız cisimler ve bunlara inip binen garip yaratıklar gelse de, …
Marta Iturmendi, Oggito, 28 Ocak 2018 Cortázar da öykülerini büyük bir hayranlıkla okumuş, birçok kez Qurioga’ya ve yazarlığına duyduğu hayranlıktan, eserlerine dair bilgisinden bahsetmişti. Marta Iturmendi Latin Amerikalı yazarlardan bahsedildiğinde akla ilk gelenler García Márquez, Borges ve elbette Cortázar olur. Konuya daha hâkim olanlar Bioy Casares, Rulfo, Onetti, Monterroso, Ribeyro, Arreola ve Felisberto Hernández gibi …
Banu Yıldıran Genç, Agos, 6 Kasım 2017 Son yıllarda Latin Amerika edebiyatının hızlı yükselişi sık sık ele alınan bir konu. Türkçeye çevrilen eserlerde bile büyük bir artış var. Özellikle yeniyi takip eden ve edebi hazzı maddiyattan önde tutan küçük yayınevleri sağ olsun, İspanyolca edebiyatı bize tanıtıyorlar, yazarların bir romanını yayımlayıp bırakmıyorlar, yeni tanıdığımız, sevdiğimiz, ne yazsa …
Pınar Üretmen, Oggito, 6 Temmuz 2018 Büyülü Gerçekçilik’in destansı ve fantastik anlatımından ayrılan, modern olduğu ölçüde sembolik ve etnik anlatım özelliklerini de koruyan yeni bir Latin Amerika edebiyatı var karşımızda. Katmanlı, okurun yaratıcılığını talep eden yeni kuşak Latin yazarlar dünyada olduğu gibi ülkemizde de edebiyata yeni bir soluk, farklı bir bakış getiriyor. Alejandro Zambra, Latin …
Öfke Konçertosu
A. Ömer Türkeş, Hürriyet Kitap Sanat, 12 Aralık 2019
Horacio Castellanos Moya, yarattığı öfke ve düşmanlıkla kültleşen ‘Tiksinti’ romanında, ülkesi El Salvador’dan umudunu yitirmiş bir adamın iç döküşünü anlatıyor. ‘Tiksinti’, Roberto Balano’nun ifadesiyle “Bir üslup alıştırması, Moya’nın Thomas Bernhard’ın kimi eserlerine yönelik parodisi ve insanı gülmekten öldüren bir roman.”
Horacio Castellanos Moya, 1957’de Honduras’ın başkenti Tegucigalpa’da Honduraslı bir anne ile El Salvadorlu bir babanın çocuğu olarak doğdu. Ailesi dört yaşındayken El Salvador’a göçtü. El Salvador Üniversitesi’nde bir süre edebiyat öğrenimi gördü. 1979’da El Salvador’u terk ederek York Üniversitesi’nde öğrenim görmek üzere Kanada’ya gitti. Bir yıl sonra Kosta Rika’ya taşındı. 1981-1992 arasında Meksika’da editörlük ve gazetecilik yaptı. 1988’de ilk romanı ‘La diaspora’yı (Diaspora) yayımladı. 1992’de El Salvador’a döndü. 1996’da ‘Yılanlarla Dans’ı (Jaguar Kitap) yayımladı. 1997’de çıkan ‘Tiksinti’ romanından sonra ölüm tehditleri alması üzerine ülkeyi terk etti ve bir daha dönmedi. Moya, hayatını yazar ve gazeteci olarak sürdürüyor.
SAVAŞ HERKESİ KİRLETİR
El Salvador’da, gecenin erken saatlerinde bir barda başlayan hikâye, bize yazar ve gazeteci olduğunu öğrendiğimiz Moya tarafından aktarılacak. Aslında Moya sadece aracı; kendisini bu bara davet eden çocukluk arkadaşı Edgardo Vega’nın söylediklerini ‘hafifleterek’ naklediyor.
Hikâye boyunca dışavurduğu yaşanmışlıklardan cımbızlayarak Edgardo Vega için şöyle bir biyografi çıkarabilirim; 38 yaşında. Yaşıtı Moya ile Marist Keşişler okuluna giderken tanışmışlar. Sonrasında öylesine şeyler yaşanmış ki El Salvador’da, Vega henüz 20 yaşındayken ülkesinden kaçarak Montreal’e yerleşmiş. Orada eğitim görmüş, şimdi bir üniversitede sanat tarihi profesörü. Tam 18 yıl sonra -ilk kez- bu kente dönmesinin nedeni annesinin cenazesine katılmak. Peki hiç mi özlememiş ülkesini? Vega’ya büyük harflerle “HAYIR” diyor.
Sadece 30 günlük bir ziyaret ama geride kalan iki hafta yetmiş Vega’yı çileden çıkartmaya. Şimdi oturdukları barda Maya’ya içini dökerek rahatlamaya çalışacak. Ne var ki içini döktükçe daha da öfkelenecek Vega. El Salvadorluların içki (bira) ve yemek alışkanlıkları ile başlayıp gündelik olaylardan siyasi ve kültürel meselelere kadar uzanan, dokunduğu her şeyi, her mesleği, her kurumu, her geleneği nefretle kuşatan -iç karartıcı- bir monolog dinleyeceğiz. İç karartıcı, zira Vega’nın dile getirdikleri okuyucuyu kendi ülkesiyle ve gerçekleriyle yüzleştiren, yüzleştirmeye davet eden türden meseleler.
Nelerden mi bahsediyor Vega; gürültüden, kabalıktan, TV izleme alışkanlıklarından, pembe dizilerden, erkek egemen kültürden, şiddetten, kurumların -medyanın, hukukun, sağlık sisteminin, eğitimin, sanat ve edebiyatın- çürümesinden. Ama aslan payını elbette sağıyla soluyla politika alıyor. Şaşıracak bir şey yok, zira 10 yıl sürmüş bir iç savaş geçirmiş, binlerce insanını yitirmiş El Salvador’da şiddet doğallaşmış, toplum militarize olmuş, akıllar tutulmuş. Halk iyiye, güzele, demokrasiye, kendisi gibi olmayanlara düşmanlaşmış.
TEK PARAGRAFLIK ŞOKE EDİCİ BİR METİN
Kitabın sonuna eklediği ‘Sonsöz’de Avusturyalı yazar Thomas Bernhard’ın üslubunu ve Avusturya’ya ve kültürüne karşı sert bir eleştiri içeren tematik tarafını taklit etmeyi amaçladığını, böylelikle o yıllarda -1990’ların ortalarında- gücenik olduğu ülkesini hiciv ve parodi, ısırık ve çıngıraklarla ‘kültürel ve politik olarak yıkıma uğratmayı’ düşündüğünü söylüyor Moya. Ne var ki milliyetçi ve militer ideolojilerin egemen olduğu ülkelerde, ülkesini eleştiren bir yazar bedel ödemeyi göze almak zorundadır. ‘Tiksinti’nin yayımlanmasının ardından ölüm tehditleri alan Moya için bu bedel ülkesini terk etmek olmuş. Ve aradan neredeyse 20 yıl geçtiği halde ‘Tiksinti’nin yarattığı düşmanlık dinmemiş. Bunun siyasi nedenleri çok açık, ama asıl neden romanın gerçekten iyi ve etkileyici olması.
Thomas Bernhard’ı gerek tematik gerek biçim açısından taklit etmek fikri, hem pek çok yazara hem de pek çok okuyuca cazip gelmeyecektir. Çünkü Bernhard’ın metinlerindeki duygu ve düşünceleri -öfke ve eleştiriyi- bir başka ülke özelinden işlemek, Bernhard’ın sözcüklerle, bilinçle, zamanla oynayan üslubunu yakalamak hiç kolay değil. Onun taklidinden yola çıkmak demek başarısızlığı da göze almayı gerektirir. Öyleyse Moya, büyük bir hayranlık duymadığını belirttiği halde Bernhard’ı neden taklit etmek istemiş olabilir? Bu sorunun yanıtı El Salvador’un yakın tarihi, bu tarihe gözünü açan ve Latin Amerika gerçekliğinin hiç de ‘büyülü’ olmadığının üzüntüyle farkına varan Moya’nın ve onun kuşağının umutsuzluğunda ve öfkesinde aranmalıdır. Kısacası Moya ‘Tiksinti’de -tıpkı Bernhard gibi- nefretin ve ülkesinin asıl gerçeğinin izini sürüyor.
Ancak Bernhard’dan farklılığı bu sesin doğrudan kendisini yansıtmaması. Öfkeyi dillendiren karakter Vega ile onun söylediklerini aktaran kurmaca yazar Moya arasında görüş/duruş farklılıkları olduğunu biliyoruz. Hatta Vega, hâlâ mücadele ettiği için Moya ile alay bile ediyor. Ama kurmaca yazar Moya ile gerçek yazar Moya da birbirine eşitlenmemeli. Moya, El Salvador hakkındaki şikâyetlerini, beklentilerini ve çatışmalı duygularını bu iki karakter üzerinden ortaya koymuş. Ve yine Bernhard’dan farklılaşarak, işin içine Latin Amerika tarzı mizah da katmış. Buna karşılık Bernhard’ın anlatı tekniklerini -kendine özgü bir tarzla- çok iyi kullanıyor. Temaları farklı dil kalıplarıyla tekrarlayan uzun cümlelerle, zamansal sıçramalarla yazılmış tek paragraflık şoke edici bir metin…
İlgili Yazılar
Siyasal bir kıyamet kurgusu
Temel Karataş, T24 Kiminin kıyameti, kiminin yeniden doğuşu. Kiminin cehennemi, kiminin cenneti. Ama ikinci grupta olanlar, yani kıyamette yeniden doğup cehennemde cenneti yaşayabilenler hep iktidar sahipleri ve parayı elinde tutanlar! Bedenlerin Göçü, yaşadığımız kıyameti sembolize etme gayretinde bir post-apokaliptik roman. Bilimkurgu denince, çoğunluğun aklına gökyüzünde uçan tanımsız cisimler ve bunlara inip binen garip yaratıklar gelse de, …
Horacio Quiroga: Ormanların ve Ölümün Yazarı
Marta Iturmendi, Oggito, 28 Ocak 2018 Cortázar da öykülerini büyük bir hayranlıkla okumuş, birçok kez Qurioga’ya ve yazarlığına duyduğu hayranlıktan, eserlerine dair bilgisinden bahsetmişti. Marta Iturmendi Latin Amerikalı yazarlardan bahsedildiğinde akla ilk gelenler García Márquez, Borges ve elbette Cortázar olur. Konuya daha hâkim olanlar Bioy Casares, Rulfo, Onetti, Monterroso, Ribeyro, Arreola ve Felisberto Hernández gibi …
Kurmacaya dahil olmak
Banu Yıldıran Genç, Agos, 6 Kasım 2017 Son yıllarda Latin Amerika edebiyatının hızlı yükselişi sık sık ele alınan bir konu. Türkçeye çevrilen eserlerde bile büyük bir artış var. Özellikle yeniyi takip eden ve edebi hazzı maddiyattan önde tutan küçük yayınevleri sağ olsun, İspanyolca edebiyatı bize tanıtıyorlar, yazarların bir romanını yayımlayıp bırakmıyorlar, yeni tanıdığımız, sevdiğimiz, ne yazsa …
Soru Kitapçığı’nı Okuma Kılavuzu
Pınar Üretmen, Oggito, 6 Temmuz 2018 Büyülü Gerçekçilik’in destansı ve fantastik anlatımından ayrılan, modern olduğu ölçüde sembolik ve etnik anlatım özelliklerini de koruyan yeni bir Latin Amerika edebiyatı var karşımızda. Katmanlı, okurun yaratıcılığını talep eden yeni kuşak Latin yazarlar dünyada olduğu gibi ülkemizde de edebiyata yeni bir soluk, farklı bir bakış getiriyor. Alejandro Zambra, Latin …