Şili’deki Pinochet diktatörlüğü döneminde yolunu kaybeden çocuk, yıllar sonra o eski anılarını hatırlayıp tekrar kaybolmak istiyor. Bunun yolunuysa yazmakta buluyor…
İlk gençliğimde izlediğim bir kovboy filmi vardı. Adını ve başrol oyuncusunu anımsamıyorum. O filmden aklımda bir tümce kalmıştı. Onu da kötü adam rolündeki çete reisi Jack Palance, adamlarına söylüyordu. Hızla at sürerlerken dönüp, “Biz kaybolunca geri döneriz” diyordu. Bunu hiç unutmadım. Alejandro Zambra da ‘Eve Dönmenin Yolları’ romanında o filmdeki diyaloğu anımsattı bana. Her şey, çocukluk yaşında bir kaybolmayla başlıyor.
Pinochet diktatörlüğünün Şili’yi kasıp kavurduğu bir dönemdir. Çocuğun başına gelen fiziksel anlamda bir kayboluştur. Yolları karıştırır ama evine dönmeyi başarır. O çocuk anlatıcı büyüdüğündeyse kendi içinde kaybolmanın özlemini duyar; çünkü çocukluğunda nasıl evinin yolunu bir biçimde bulduysa, kendi içinde kaybolduğunda da bulacaktır. Bu, içsel bir arayıştır. Aynı zamanda tepkiseldir de. “Dün gece saatlerce yürüdüm. Yeni bir sokakta kaybolmak istiyor gibiydim. Mutluluk içinde tamamen kaybolmak. Ama kaybolamadığımız, kaybolmayı beceremediğimiz anlar vardır. Her ne kadar sürekli yanlış yönlere sapsak da. Bütün kerterizleri kaybetsek de. Geç de olsa yola devam ederken söken şafağın ağırlığını hissetsek de. Ne kadar uğraşsak da kaybolmayı beceremediğimiz, kaybolamadığımız anlar vardır. Ve belki de kaybolabildiğimiz zamana özlem duyarız. Bütün sokakların yeni olduğu zamana.”
İspanyolca yazan en iyi romancılardan biri olarak kabul edilen Zambra’nın etkileyici, yalın bir anlatımı var. Bunda çevirmenin de payı büyük. Çiğdem Öztürk, özgün dilinden okuyamadığım Zambra’yı, kitap Türkçe yazılmışçasına çeviri kokmayan bir doğallıkla sunuyor okura.
Kaybolmak ve hatırlamak…
Romanda kurgu ile gerçek yaşam sürekli yer değiştiriyor. Aynı zamanda kitabın yazarı olduğunu duyuran anlatıcı, geriye dönüp çocukluğuna bakarken belleğindeki izlere, o izlerden en etkileyici sahnelere odaklanıyor. Bunu yaparken de o dönemin topluca yaşanan acılarını, çocukluğun silinmesi mümkün olmayan yaralarını sağaltmak için kullanılan bir araca dönüştürmüyor. Romanını ne Pinochet diktatörlüğünün baskısına ne de yaşanan 1985 depreminin fiziksel ve psikolojik tahribatına temellendiriyor. Roman da 3 Mart 1985’te, yani Şili depreminin olduğu gece başlıyor. Bu aynı zamanda, kendisinden üç yaş büyük (anlatıcı ya da ‘çocuk’ dokuz yaşındadır) Claudia ile tanıştığı tarihtir. Aralarındaki yaş farkından ötürü onunla arkadaşlık etmesinin mümkün olmadığını düşünür ‘çocuk’. Yıllar sonra yeniden karşılaştıklarında, daha doğrusu anlatıcının onun izini sürüp bulduğunda aralarında bir ilişki başlayacaktır. “Bazen bu kitabı sadece ve sadece o konuşmaları hatırlamak için yazdığımı düşünüyorum” diyor anlatıcı karakter.
Dokuz yaşındayken çevresini meraklı, katılımcı bir seyirci gibi izleyen anlatıcı kimi ifadelerinde yer yer o yaşın doğasından kopup metnin yazıldığı zamanın düşüncesine kayıyor. Örneğin, sınıf öğretmeniyle geçen anısını anlatırken öğretmen, “Sana söyleyebileceğim tek şey, bu konuları konuşmanın iyi olmadığı bir dönemde yaşadığımız. Ama bir gün bunları ve başka her şeyi konuşabileceğiz” der. Bunun üzerine “Diktatörlük sona erince” diye karşılık verir çocuk. Bunu o yaşta mı söylemiştir, yoksa yazarken çocuğun öyle demesi gerektiğini düşündüğünden mi yazar öyle konuşturmuştur onu…
‘Yardımcı Roller’ başlığını verdiği ilk bölümün yazılma gerekçesi ikinci bölümde yeniden, bu defa farklı gereçlerle birlikte aktarılıyor. “Orada kalmayı, o zaman içinde yaşamayı, o yıllarda var olmayı, muğlak görüntüleri uzun uzun takip etmeyi ve özenle gözden geçirmeyi tercih ediyorum. Onlara kötü gözle bakmak ama bakmak. Orada kalmak, izleyerek.”
Aileyle roman iç içe
Yazar, ablasının “Kitabında ben de var mıyım?” sorusunu ‘hayır’ diye yanıtlarken bunun gerekçesini de ona zarar vermek istemediği, korumaya çalıştığı için bir kurgu kişisine dönüştürmediğini söylüyor. Ardından da hiç kimsenin bir kurgu karakteri olmaması gerektiğini savunuyor. Ablasının ısrarı üzerine romanında anne ve babasına yer verdiğini söylüyor. Ama sakladığı bir şey var; kendisi. Çünkü kendisi de bir biçimde kurgu karaktere dönüşüyor. Burada iki olasılıktan söz etmek mümkün; ya ablasını bir kurgu kişisine dönüştüremeyeceği kadar sığ bulduğu için kurnazca bu yanıtı veriyor ya da kendine zarar vermek istiyor.
“Kendime başka özellikler ve gerçekte yaşadığımdan çok farklı bir hayat atfetsem de ben yine o kitapta olurum. Kendimi korumama kararı alalı çok oldu” diyor aynı bölümde. Sık sık aynı meseleyi; kurguda karakterlerin gerçek yaşamla bağını irdeliyor. “Roman senin romanınsa orada ancak ikincil karakter olabilirsin” derken de, yazdığı başka bir kitabı anıp, “Kendimi karakterlerle özdeşleştirdim, çok dokundu” sözlerini mırıldanırken de yazarı metinlerinde; romanı ya da öykülerinde arayıp bulmaya, onun sırlarını çözmeye hevesli acemi okura göndermelerde bulunuyor. Şakacı ve aynı zamanda çok ciddi olduğunu annesine söyleten yazar anlatıcı; devri çoktan geçmiş bu eski oyuna kendini kaptırmış, yazarı avlamaya meyilli okur profiline alaycılığını ciddiyetle perdeleyen, ironisini alttan alta duyuran bir şakayla yanıt veriyor. “Okuduğun bu kitapta kendimi açıklarken gizleyerek anlattığımı sanıyorsun; bu sadece senin yanılgın” diye sesleniyor Zambra.
Dikatatörlük devrinin, darbenin söylenmemiş hikâyelerini, hatta hikâye bile sayılmayacak anları soğukkanlılıkla anlatabilmek için ancak olayların karşılığını kişilerdeki yansımalarıyla, kişileriyse kendi oyunuyla maskeleyerek gerçekleştirebileceğinin altını çiziyor.
Romanın dekoru Şili, daha özelde ise Maipú. Ama asıl mekânı, anlatıcı yazarın belleği ve algısının süreğen zamanı. Hafızanın dolambaçlı yollarını alttan alta somutlaştırırken, düşüncesini, gösterilen olay ve durumlarla bedenleştiriyor. Zamanı aynı anda bir mekân olarak kullanıyor Zambra. Kurgunun gereçlerini seçip belirleme görevini de zamanın eline veriyor. İnsanı geçmişle yaşadığı anın içinde bir bütün olarak değerlendirip onun olası geleceğini bu döngünün sonuçlarıyla kuruyor.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Oggito, 28 Mart 2021 Serhat Uyumaz iki ayrı dünyadan getirdiği öyküleriyle ilk kitabı Gidiş‘i yayımladı. Biri bildik bir dünya, öbürü ancak gerçekliği sorgulanmadan okunacak bir öte dünya. İnsan ilişkileri, askerler, otorite… Serhat Uyumaz farklı bir yoldan yürüyor. Onunla ilk kitabından çıkarak bunları konuştuk. İlk öykü kitabınız yayımlandı.Gidiş’te alışılmadık öyküler de var. Kitabınızın ilk bölümünde genç bir erkek …
Ömer Altan, K24, 7 Mayıs 2016 Balzac memleketlerin uyarıcı tüketimiyle sosyopolitik gerçeklikler arasında ironik bağıntılar kuruyor, araya yaşamından anekdotlar serperek hem kişisel, hem kurgusal, hem bilimsel hem de felsefî bir eğlence sunuyor. 1799-1850 yılları arasında yaşamış Fransız romancı ve oyun yazarı Honoré de Balzac, “Bana ne yediğini söyle, sana ne olduğunu söyleyeyim” sözünün sahibi meşhur gastronom …
Erdinç Akkoyunlu, Star, 4 Kasım 2017 Şilili yazarı Carlos Labbe, 1977 doğumlu olmasına karşın yedi roman yazmış ve İspanyolca yazan en iyiler arasında gösteriliyor. Modernlik dozu her ne kadar okurken çok dikkat gerektirmesi bakımından yorucu olsa da Sayıklama, Latin Amerika edebiyatına değer verenler için el altında bulunması gerekenler listesine yazılıyor. Latin Amerika edebiyatını, Latin Amerika’nın siyaseti …
Necip Tosun, Arka Kapak 14.sayı, Kasım 2016 Gabriel García Márquez, Carlos Fuentes, Mario Vargas Llosa, Julio Cortázar, Juan Rulfo, Jorge Luis Borges bütün bir dünya edebiyatını etkileyen Latin Amerika’nın büyük isimleri. Alejandro Zambra ise Güney Amerika’nın, Şili’nin son zamanlarda yetiştirdiği önemli isimlerden. Türkçede Bonzai, Eve Dönmenin Yolları ve Ağaçların Özel Hayatı romanlarıyla tanınan yazar şimdi de Belgelerim adlı öykü kitabıyla …
Bir gün kaybolmak istersen ne yaparsın?
Cemil Kavukçu, Akşam, 14 Haziran 2013
Şili’deki Pinochet diktatörlüğü döneminde yolunu kaybeden çocuk, yıllar sonra o eski anılarını hatırlayıp tekrar kaybolmak istiyor. Bunun yolunuysa yazmakta buluyor…
İlk gençliğimde izlediğim bir kovboy filmi vardı. Adını ve başrol oyuncusunu anımsamıyorum. O filmden aklımda bir tümce kalmıştı. Onu da kötü adam rolündeki çete reisi Jack Palance, adamlarına söylüyordu. Hızla at sürerlerken dönüp, “Biz kaybolunca geri döneriz” diyordu. Bunu hiç unutmadım. Alejandro Zambra da ‘Eve Dönmenin Yolları’ romanında o filmdeki diyaloğu anımsattı bana. Her şey, çocukluk yaşında bir kaybolmayla başlıyor.
Pinochet diktatörlüğünün Şili’yi kasıp kavurduğu bir dönemdir. Çocuğun başına gelen fiziksel anlamda bir kayboluştur. Yolları karıştırır ama evine dönmeyi başarır. O çocuk anlatıcı büyüdüğündeyse kendi içinde kaybolmanın özlemini duyar; çünkü çocukluğunda nasıl evinin yolunu bir biçimde bulduysa, kendi içinde kaybolduğunda da bulacaktır. Bu, içsel bir arayıştır. Aynı zamanda tepkiseldir de. “Dün gece saatlerce yürüdüm. Yeni bir sokakta kaybolmak istiyor gibiydim. Mutluluk içinde tamamen kaybolmak. Ama kaybolamadığımız, kaybolmayı beceremediğimiz anlar vardır. Her ne kadar sürekli yanlış yönlere sapsak da. Bütün kerterizleri kaybetsek de. Geç de olsa yola devam ederken söken şafağın ağırlığını hissetsek de. Ne kadar uğraşsak da kaybolmayı beceremediğimiz, kaybolamadığımız anlar vardır. Ve belki de kaybolabildiğimiz zamana özlem duyarız. Bütün sokakların yeni olduğu zamana.”
İspanyolca yazan en iyi romancılardan biri olarak kabul edilen Zambra’nın etkileyici, yalın bir anlatımı var. Bunda çevirmenin de payı büyük. Çiğdem Öztürk, özgün dilinden okuyamadığım Zambra’yı, kitap Türkçe yazılmışçasına çeviri kokmayan bir doğallıkla sunuyor okura.
Kaybolmak ve hatırlamak…
Romanda kurgu ile gerçek yaşam sürekli yer değiştiriyor. Aynı zamanda kitabın yazarı olduğunu duyuran anlatıcı, geriye dönüp çocukluğuna bakarken belleğindeki izlere, o izlerden en etkileyici sahnelere odaklanıyor. Bunu yaparken de o dönemin topluca yaşanan acılarını, çocukluğun silinmesi mümkün olmayan yaralarını sağaltmak için kullanılan bir araca dönüştürmüyor. Romanını ne Pinochet diktatörlüğünün baskısına ne de yaşanan 1985 depreminin fiziksel ve psikolojik tahribatına temellendiriyor. Roman da 3 Mart 1985’te, yani Şili depreminin olduğu gece başlıyor. Bu aynı zamanda, kendisinden üç yaş büyük (anlatıcı ya da ‘çocuk’ dokuz yaşındadır) Claudia ile tanıştığı tarihtir. Aralarındaki yaş farkından ötürü onunla arkadaşlık etmesinin mümkün olmadığını düşünür ‘çocuk’. Yıllar sonra yeniden karşılaştıklarında, daha doğrusu anlatıcının onun izini sürüp bulduğunda aralarında bir ilişki başlayacaktır. “Bazen bu kitabı sadece ve sadece o konuşmaları hatırlamak için yazdığımı düşünüyorum” diyor anlatıcı karakter.
Dokuz yaşındayken çevresini meraklı, katılımcı bir seyirci gibi izleyen anlatıcı kimi ifadelerinde yer yer o yaşın doğasından kopup metnin yazıldığı zamanın düşüncesine kayıyor. Örneğin, sınıf öğretmeniyle geçen anısını anlatırken öğretmen, “Sana söyleyebileceğim tek şey, bu konuları konuşmanın iyi olmadığı bir dönemde yaşadığımız. Ama bir gün bunları ve başka her şeyi konuşabileceğiz” der. Bunun üzerine “Diktatörlük sona erince” diye karşılık verir çocuk. Bunu o yaşta mı söylemiştir, yoksa yazarken çocuğun öyle demesi gerektiğini düşündüğünden mi yazar öyle konuşturmuştur onu…
‘Yardımcı Roller’ başlığını verdiği ilk bölümün yazılma gerekçesi ikinci bölümde yeniden, bu defa farklı gereçlerle birlikte aktarılıyor. “Orada kalmayı, o zaman içinde yaşamayı, o yıllarda var olmayı, muğlak görüntüleri uzun uzun takip etmeyi ve özenle gözden geçirmeyi tercih ediyorum. Onlara kötü gözle bakmak ama bakmak. Orada kalmak, izleyerek.”
Aileyle roman iç içe
Yazar, ablasının “Kitabında ben de var mıyım?” sorusunu ‘hayır’ diye yanıtlarken bunun gerekçesini de ona zarar vermek istemediği, korumaya çalıştığı için bir kurgu kişisine dönüştürmediğini söylüyor. Ardından da hiç kimsenin bir kurgu karakteri olmaması gerektiğini savunuyor. Ablasının ısrarı üzerine romanında anne ve babasına yer verdiğini söylüyor. Ama sakladığı bir şey var; kendisi. Çünkü kendisi de bir biçimde kurgu karaktere dönüşüyor. Burada iki olasılıktan söz etmek mümkün; ya ablasını bir kurgu kişisine dönüştüremeyeceği kadar sığ bulduğu için kurnazca bu yanıtı veriyor ya da kendine zarar vermek istiyor.
“Kendime başka özellikler ve gerçekte yaşadığımdan çok farklı bir hayat atfetsem de ben yine o kitapta olurum. Kendimi korumama kararı alalı çok oldu” diyor aynı bölümde. Sık sık aynı meseleyi; kurguda karakterlerin gerçek yaşamla bağını irdeliyor. “Roman senin romanınsa orada ancak ikincil karakter olabilirsin” derken de, yazdığı başka bir kitabı anıp, “Kendimi karakterlerle özdeşleştirdim, çok dokundu” sözlerini mırıldanırken de yazarı metinlerinde; romanı ya da öykülerinde arayıp bulmaya, onun sırlarını çözmeye hevesli acemi okura göndermelerde bulunuyor. Şakacı ve aynı zamanda çok ciddi olduğunu annesine söyleten yazar anlatıcı; devri çoktan geçmiş bu eski oyuna kendini kaptırmış, yazarı avlamaya meyilli okur profiline alaycılığını ciddiyetle perdeleyen, ironisini alttan alta duyuran bir şakayla yanıt veriyor. “Okuduğun bu kitapta kendimi açıklarken gizleyerek anlattığımı sanıyorsun; bu sadece senin yanılgın” diye sesleniyor Zambra.
Dikatatörlük devrinin, darbenin söylenmemiş hikâyelerini, hatta hikâye bile sayılmayacak anları soğukkanlılıkla anlatabilmek için ancak olayların karşılığını kişilerdeki yansımalarıyla, kişileriyse kendi oyunuyla maskeleyerek gerçekleştirebileceğinin altını çiziyor.
Romanın dekoru Şili, daha özelde ise Maipú. Ama asıl mekânı, anlatıcı yazarın belleği ve algısının süreğen zamanı. Hafızanın dolambaçlı yollarını alttan alta somutlaştırırken, düşüncesini, gösterilen olay ve durumlarla bedenleştiriyor. Zamanı aynı anda bir mekân olarak kullanıyor Zambra. Kurgunun gereçlerini seçip belirleme görevini de zamanın eline veriyor. İnsanı geçmişle yaşadığı anın içinde bir bütün olarak değerlendirip onun olası geleceğini bu döngünün sonuçlarıyla kuruyor.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Serhat Uyumaz: “Aklıma bu da geldi bakın, diye yazmadım.” (Söyleşi)
Oggito, 28 Mart 2021 Serhat Uyumaz iki ayrı dünyadan getirdiği öyküleriyle ilk kitabı Gidiş‘i yayımladı. Biri bildik bir dünya, öbürü ancak gerçekliği sorgulanmadan okunacak bir öte dünya. İnsan ilişkileri, askerler, otorite… Serhat Uyumaz farklı bir yoldan yürüyor. Onunla ilk kitabından çıkarak bunları konuştuk. İlk öykü kitabınız yayımlandı.Gidiş’te alışılmadık öyküler de var. Kitabınızın ilk bölümünde genç bir erkek …
Modern çağ ve uyarıcıları
Ömer Altan, K24, 7 Mayıs 2016 Balzac memleketlerin uyarıcı tüketimiyle sosyopolitik gerçeklikler arasında ironik bağıntılar kuruyor, araya yaşamından anekdotlar serperek hem kişisel, hem kurgusal, hem bilimsel hem de felsefî bir eğlence sunuyor. 1799-1850 yılları arasında yaşamış Fransız romancı ve oyun yazarı Honoré de Balzac, “Bana ne yediğini söyle, sana ne olduğunu söyleyeyim” sözünün sahibi meşhur gastronom …
Latin Amerika’nın şafağında bir münzevi
Erdinç Akkoyunlu, Star, 4 Kasım 2017 Şilili yazarı Carlos Labbe, 1977 doğumlu olmasına karşın yedi roman yazmış ve İspanyolca yazan en iyiler arasında gösteriliyor. Modernlik dozu her ne kadar okurken çok dikkat gerektirmesi bakımından yorucu olsa da Sayıklama, Latin Amerika edebiyatına değer verenler için el altında bulunması gerekenler listesine yazılıyor. Latin Amerika edebiyatını, Latin Amerika’nın siyaseti …
Güney Amerika’dan Yeni Bir Ses: Alejandro Zambra
Necip Tosun, Arka Kapak 14.sayı, Kasım 2016 Gabriel García Márquez, Carlos Fuentes, Mario Vargas Llosa, Julio Cortázar, Juan Rulfo, Jorge Luis Borges bütün bir dünya edebiyatını etkileyen Latin Amerika’nın büyük isimleri. Alejandro Zambra ise Güney Amerika’nın, Şili’nin son zamanlarda yetiştirdiği önemli isimlerden. Türkçede Bonzai, Eve Dönmenin Yolları ve Ağaçların Özel Hayatı romanlarıyla tanınan yazar şimdi de Belgelerim adlı öykü kitabıyla …