Hölderlin denilince aklımıza gelen kuşkusuz onun şairliğidir. Ancak Şiir ve Tragedya Kuramı’ndaki metinler, Hölderlin’in, bir ‘filozof zihnine’ de sahip olduğunu göstermekte.
Friedrich Hölderlin’nin Şiir ve Tragedya Kuramı, şairin mevcut imgesi bakımından oldukça dikkat çekici metinlerden oluşmaktadır: “Alman İdealizm’nin En Eski Sistem Programı”, “Yargı ve Varlık”, “Özgürlük Yasası üzerine”, “Ceza Kavramı üzerine”, “Din üzerine”, “Şiirsel Tinin Uğraşısı Üzerine”, “Çözülmede Meydana Gelme” başlıklı metinler gibi. Hölderlin’in mevcut imgesi iki referans üzerinden gelişim gösterir; Stefan Zweig ve Martin Heidegger. Her iki referans da onun şairliğini dile getirir, felsefeciliğini değil. Üzerine durulması gereken poetik soru, bu metinlerde dile getirilen felsefi bilgi ile şairin şiirinde ortaya çıkan düşünümsellik arasında bir akrabalık ilişkisinin olup olmadığıdır.
Stefan Zweig, Hölderlin biyografisinde, 19. yüzyılı bir ‘gençliğin yüzyılı’ olarak betimler. Zweig’ın kastettiği, gençliğin bir fenomen olarak bu yüzyılda önemli görülmesi değildir. Zweig’ın işaret ettiği, 19. yüzyıl sanatsal tinselliğinin, gençliğin varlıksal sınırları içinde kalmış olmasıdır. 18. yüzyıl Voltaire, Rousseau, Leibniz, Kant, Haydn, Goethe şahsında, yapıtlarını, dolayısıyla kendilerini hemen hemen yaşlılıkta ortaya koymuş bilgelerin yüzyılı iken, 19. yüzyıl Keats, Shellley, Byron, Novalis, Keist, Büchner, Schubert, Leopardi, Bellini, Wilhelm Hauff, Gribojedof, Puşkin şahsında çıkışlarını yüceliş anında yapmış genç dehaların yüzyılıdır. Hepsi erken yaşta ölmüştür; hepsi içinde kırkına varan yoktur, pek azı otuzuna varmıştır. Bunların içinde Johann Christian Friedrich Hölderlin bir istisna gibidir; o, 73 yaşına kadar hayatta kalmıştır. Fakat… Otuzlu yıllarının başında şizofreni olmuş ve hayatının son 36 yılını ruhsal çöküntü içinde yaşamıştır.
Varlığa doğru düşünen bir şair
Ama Heidegger, Hölderlin’in şiirinde ortaya çıkan bir başka düşünme tarzına dikkat çeker. ‘Köklü veya kökensel düşünme’ diye adlandırdığı bu düşünmeyi, “varlığa doğru düşünme” olarak tanımlar. Heidegger, bu tanımlamanın öncelinde, Hölderlin’in, şiire ilişkin tanımına dikkat çeker. Hölderlin’e göre şiir, bütün uğraşların en masumudur. Buradaki “masum”luk, şiir yazmanın “gösterişsiz bir oyun” olarsak ortaya çıkmasındadır. Bu oyunun ayırıcı özelliği ise, “her zaman, suç yaratan kararların ciddiliğinden kaçınmasıdır.” Heidegger, Hölderlin’in varlığa doğru düşünen bir şair olduğuna işaret ediyordu.
Hölderlin, şimdi, Hegel dolayımında gündeme geliyor.
Hölderlin denilince bizim aklımıza gelen kuşkusuz onun şairliğidir. Hölderlin, kendisini filozof olarak da görmemiştir. Ancak Şiir ve Tragedya Kuramı’ndaki metinler, Hölderlin’in, felsefeye tutkuyla bağlı olduğunu, dahası bir ‘filozof zihnine’ de sahip olduğunu göstermektedir. Bu metinlerin, 1794-1800 yılları arasında kaleme alındığını hesaba kattığımızda, denilebilir ki, bu metinler, Hölderlin’in Jena Üniversitesinde felsefe öğrenci olduğu yıllarda, başka bir deyişle şiirsel yaratıcılığında verimli olduğu kabul edilen 1798-1801 yıllarından önce, şairlik kariyerinin oluşumunun hemen öncesinde kaleme alınmış. Bu kitaptaki metinler de, bir bütünlük halinde, ilk defa yirminci yüzyılın ikinci yarısında bir araya getirilmiş. Buradaki bazı metinlerin Hölderlin’e ait olup olmadığı da tartışmalı. Örneğin kitabın ilk makalesi olan “Alman İdealizmi’nin En Eski Sistem Programı”, Hegel tarafından (el yazısıyla) kaleme alınmış. Ama makalede dile getirilen ‘düşüncenin’ Hölderlin’e ait olduğu, Hegel yazarları tarafından da kabul edilmekte.
Hölderlin ile Hegel, yılda doğmuşturlar ve birbirine, 1788’de Tübingen Üniversitesi Papaz okulunda rastlarlar ve hemen arkadaş olurlar. Aralarına daha sonra gelen Schelling de katılacaktır, ve aynı odayı paylaşırlar. En önemli ilk düşünsel gelişim de ortaktır: Papaz olmamaya karar verirler ve üçü de Spinoza’dan etkilenirler, dahası kendilerini “spinozacı” olarak nitelerler.
Hegel’in biyografisinde Hölderlin’in önemli bir yeri vardır. Hegel, ileride, Hölderlin ile Susette Gontard aşkı arasında arabuluculuk da yapacaktır. Hölderlin’in etkisiyle romantik şiir de yazar. Ama Hölderlin’in, Hegel üzerindeki en önemli etkisi, Şiir ve Tragedya Kuramı’da yer alan metinlerin yazıldığı yıllarda, bu metinlerde dile getirilen düşünce doğrultusunda olur. Özellikle “Yargı ve Varlık”daki, Fichte’nin “ben” kuramının eleştirisi, Hegel için ufuk açısı olacaktır.
Hölderlin’in buradaki fragman tarzındaki metinlerinin, oldukça sıkı metinler olduğunu özellikle belirmem gerekir. Bir fragmanın analiziyle bunu göstermekte fayda var:
Hölderlin, heyecan duymanın derecelerinden söz ederken, “neşe”yi merdivenin en alt basamağına koyar; en üst basamağa ise, “savaşın ortasında aklı başında bir şekilde dehasını koruyan generalin durumunu” koyar. Ona göre, “şairin uğraşı ve keyfi, bu merdivenden aşağı ve yukarı iniş çıkışlardır.”
Hölderlin’in gençken “Spinozacı” olduğunu ve “neşe”nin de Spinoza felsefesinin temel kavramlarından biri olduğunu unutmayalım. Ona göre neşe ya da haz, “insanın daha küçük bir eksiksizlikten daha büyüğüne geçişidir.” Acı ya da keder ise, daha büyük bir eksiksizlikten daha küçüğüne geçişidir.” Yani neşe, merdiven basamağının üstünde yer alırken, keder alt basamağında yer almaktadır. Hölderlin, Spinoza’nın üst basamağa koyduğunu, alt basamağa indirmekte. Spinoza’da, insanı neşe veya acı neticesine götüren eylemliliğin kökeninde “iştah” kavramı vardır ve Spinoza, insanın doğal varlığının neliği üzerinde durmaktadır. Hölderlin ise, şairliğin veya şairin yaratıcılığının varlıksallığının neliği üzerinde durmaktadır. Burada, Hölderlin’in şairin yaratma ânı için dile getirdiği, “savaşın ortasında aklı başında bir şekilde dehasını koruyan general” metaforu, çok önemli bir metafordur. Metaforun işaret ettiği, “hızlı kavrama” ve “savaş” imgesi, bizi, bir yandan Herakleitos’un “ateş/savaş” metaforuna götürürken, diğer yandan, şiirde, varlığın dile gelmesinin, “savaş” anında “hızlı kavramakla” olanaklı olduğu düşüncesine götürmektedir. Hölderlin’in “çözülmede meydana gelme” kavramını da, bu bağlamda okumak gerekir. Şöyle söylemektedir: “Kendini çözmekte olan gerçekliğe adım atan olanak etkindir.” Biraz serbestçe söylemek gerekir ise, şiirsel yenilik, çözülmede meydana gelmeyi dile getirir.
Bu yazıyı, Hölderlin’in, iyi yüz yıl önce yazılmış şu dizeleriyle bitirmek istiyorum: “İnsanların sözlerini anlamadım hiç./ Tanrıların kollarında büyüdüm ben.”, “İyi bir şeydir insanın uzaktan bakabilmesi hayata,/ Ve anlayabilmesi hayatın kendini nasıl algıladığını,/ Ayakta kalabilen, atıldıktan sonra tehlikenin kollarına,/ Fırtınalarda ve rüzgarlarda yolunu bulabilmiş biridir.” (çev. Ahmet Cemal) Şiir ve Tragedya Kuramı’nın, iyi bir çeviri olduğunu da ayrıca belirtmek gerekir.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
Özcan Yılmaz, Oggito, 22 Mart 2020 Edebiyat her şeyden önce yaratıcı bir çabadır, öyle olmalı. Bana kalırsa bir yazarın ilk düşünmesi gereken nasıl fark yaratacağı olmalı. Paulina Flores 1988 yılında Şili’nin başkenti, Santiago’da doğdu. Halkın yüzde elli altısının, Daha fazla diktatörlük istemiyoruz, diye oy kullandıkları yıl. İki yıl sonra sivil hükümet başa geldi ancak Pinochet …
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 20 Mayıs 2015 Tom McCarthy’den avangart romanın çağdaş temsilcisi olarak söz ediliyor. C deneysel bir roman. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğini ele alıyor. McCarthy’nin asıl derdi ise ölüm ve iletişim. Tom McCarthy anarşist manInternational Necronautical Society’nin genel sekreteri. INS 1999’da kurulan yarı kurgu avangart bir organizasyon olarak tanımlanıyor. Ölüme dair kafa karıştırıcı …
Sibel Yılmaz, Gazete Duvar, 5 Mart 2020 Alejandro Zambra’nın deneme ve öyküleri “Serbest Kürsü” adıyla Notos Yayıncılık tarafından yayımlandı. Zambra’nın kurduğu anlatı dünyasıyla okumak, yazmak, çeviri, dil ve edebiyat dünyası ekseninde dönen eleştirel ve mizahi bakışı türlü türlü odaktan geçiyor. Son yıllarda adından söz ettiren Güney Amerikalı yazarlardan biri de Şilili Alejandro Zambra. Bonzai, Ağaçların Özel …
Serhat Aytekin, BirGün Kitap, 21 Mayıs 2021 Kadir Işık’ın karakterleri sürekli bir arayış içinde; eski ve yeni karşılaştırması yapıyorlar. Anlatıyorlar ama her şeyi değil; çoğunlukla boşluklar bırakan karakterlerin kısa kesik cümleleri yaşamlarının birer özeti gibi Türkiye edebiyatı yeni bir yazara merhaba dedi. Kadir Işık’ın yedi öyküden oluşan Herkesten Uzakta başlıklı kitabı okurla buluştu. Işık, öykülerini, …
‘İnsanların sözlerini anlamadım hiç’
Yücel Kayıran, Radikal Kitap, 12 Aralık 2012
Hölderlin denilince aklımıza gelen kuşkusuz onun şairliğidir. Ancak Şiir ve Tragedya Kuramı’ndaki metinler, Hölderlin’in, bir ‘filozof zihnine’ de sahip olduğunu göstermekte.
Friedrich Hölderlin’nin Şiir ve Tragedya Kuramı, şairin mevcut imgesi bakımından oldukça dikkat çekici metinlerden oluşmaktadır: “Alman İdealizm’nin En Eski Sistem Programı”, “Yargı ve Varlık”, “Özgürlük Yasası üzerine”, “Ceza Kavramı üzerine”, “Din üzerine”, “Şiirsel Tinin Uğraşısı Üzerine”, “Çözülmede Meydana Gelme” başlıklı metinler gibi. Hölderlin’in mevcut imgesi iki referans üzerinden gelişim gösterir; Stefan Zweig ve Martin Heidegger. Her iki referans da onun şairliğini dile getirir, felsefeciliğini değil. Üzerine durulması gereken poetik soru, bu metinlerde dile getirilen felsefi bilgi ile şairin şiirinde ortaya çıkan düşünümsellik arasında bir akrabalık ilişkisinin olup olmadığıdır.
Stefan Zweig, Hölderlin biyografisinde, 19. yüzyılı bir ‘gençliğin yüzyılı’ olarak betimler. Zweig’ın kastettiği, gençliğin bir fenomen olarak bu yüzyılda önemli görülmesi değildir. Zweig’ın işaret ettiği, 19. yüzyıl sanatsal tinselliğinin, gençliğin varlıksal sınırları içinde kalmış olmasıdır. 18. yüzyıl Voltaire, Rousseau, Leibniz, Kant, Haydn, Goethe şahsında, yapıtlarını, dolayısıyla kendilerini hemen hemen yaşlılıkta ortaya koymuş bilgelerin yüzyılı iken, 19. yüzyıl Keats, Shellley, Byron, Novalis, Keist, Büchner, Schubert, Leopardi, Bellini, Wilhelm Hauff, Gribojedof, Puşkin şahsında çıkışlarını yüceliş anında yapmış genç dehaların yüzyılıdır. Hepsi erken yaşta ölmüştür; hepsi içinde kırkına varan yoktur, pek azı otuzuna varmıştır. Bunların içinde Johann Christian Friedrich Hölderlin bir istisna gibidir; o, 73 yaşına kadar hayatta kalmıştır. Fakat… Otuzlu yıllarının başında şizofreni olmuş ve hayatının son 36 yılını ruhsal çöküntü içinde yaşamıştır.
Varlığa doğru düşünen bir şair
Ama Heidegger, Hölderlin’in şiirinde ortaya çıkan bir başka düşünme tarzına dikkat çeker. ‘Köklü veya kökensel düşünme’ diye adlandırdığı bu düşünmeyi, “varlığa doğru düşünme” olarak tanımlar. Heidegger, bu tanımlamanın öncelinde, Hölderlin’in, şiire ilişkin tanımına dikkat çeker. Hölderlin’e göre şiir, bütün uğraşların en masumudur. Buradaki “masum”luk, şiir yazmanın “gösterişsiz bir oyun” olarsak ortaya çıkmasındadır. Bu oyunun ayırıcı özelliği ise, “her zaman, suç yaratan kararların ciddiliğinden kaçınmasıdır.” Heidegger, Hölderlin’in varlığa doğru düşünen bir şair olduğuna işaret ediyordu.
Hölderlin, şimdi, Hegel dolayımında gündeme geliyor.
Hölderlin denilince bizim aklımıza gelen kuşkusuz onun şairliğidir. Hölderlin, kendisini filozof olarak da görmemiştir. Ancak Şiir ve Tragedya Kuramı’ndaki metinler, Hölderlin’in, felsefeye tutkuyla bağlı olduğunu, dahası bir ‘filozof zihnine’ de sahip olduğunu göstermektedir. Bu metinlerin, 1794-1800 yılları arasında kaleme alındığını hesaba kattığımızda, denilebilir ki, bu metinler, Hölderlin’in Jena Üniversitesinde felsefe öğrenci olduğu yıllarda, başka bir deyişle şiirsel yaratıcılığında verimli olduğu kabul edilen 1798-1801 yıllarından önce, şairlik kariyerinin oluşumunun hemen öncesinde kaleme alınmış. Bu kitaptaki metinler de, bir bütünlük halinde, ilk defa yirminci yüzyılın ikinci yarısında bir araya getirilmiş. Buradaki bazı metinlerin Hölderlin’e ait olup olmadığı da tartışmalı. Örneğin kitabın ilk makalesi olan “Alman İdealizmi’nin En Eski Sistem Programı”, Hegel tarafından (el yazısıyla) kaleme alınmış. Ama makalede dile getirilen ‘düşüncenin’ Hölderlin’e ait olduğu, Hegel yazarları tarafından da kabul edilmekte.
Hölderlin ile Hegel, yılda doğmuşturlar ve birbirine, 1788’de Tübingen Üniversitesi Papaz okulunda rastlarlar ve hemen arkadaş olurlar. Aralarına daha sonra gelen Schelling de katılacaktır, ve aynı odayı paylaşırlar. En önemli ilk düşünsel gelişim de ortaktır: Papaz olmamaya karar verirler ve üçü de Spinoza’dan etkilenirler, dahası kendilerini “spinozacı” olarak nitelerler.
Hegel’in biyografisinde Hölderlin’in önemli bir yeri vardır. Hegel, ileride, Hölderlin ile Susette Gontard aşkı arasında arabuluculuk da yapacaktır. Hölderlin’in etkisiyle romantik şiir de yazar. Ama Hölderlin’in, Hegel üzerindeki en önemli etkisi, Şiir ve Tragedya Kuramı’da yer alan metinlerin yazıldığı yıllarda, bu metinlerde dile getirilen düşünce doğrultusunda olur. Özellikle “Yargı ve Varlık”daki, Fichte’nin “ben” kuramının eleştirisi, Hegel için ufuk açısı olacaktır.
Hölderlin’in buradaki fragman tarzındaki metinlerinin, oldukça sıkı metinler olduğunu özellikle belirmem gerekir. Bir fragmanın analiziyle bunu göstermekte fayda var:
Hölderlin, heyecan duymanın derecelerinden söz ederken, “neşe”yi merdivenin en alt basamağına koyar; en üst basamağa ise, “savaşın ortasında aklı başında bir şekilde dehasını koruyan generalin durumunu” koyar. Ona göre, “şairin uğraşı ve keyfi, bu merdivenden aşağı ve yukarı iniş çıkışlardır.”
Hölderlin’in gençken “Spinozacı” olduğunu ve “neşe”nin de Spinoza felsefesinin temel kavramlarından biri olduğunu unutmayalım. Ona göre neşe ya da haz, “insanın daha küçük bir eksiksizlikten daha büyüğüne geçişidir.” Acı ya da keder ise, daha büyük bir eksiksizlikten daha küçüğüne geçişidir.” Yani neşe, merdiven basamağının üstünde yer alırken, keder alt basamağında yer almaktadır. Hölderlin, Spinoza’nın üst basamağa koyduğunu, alt basamağa indirmekte. Spinoza’da, insanı neşe veya acı neticesine götüren eylemliliğin kökeninde “iştah” kavramı vardır ve Spinoza, insanın doğal varlığının neliği üzerinde durmaktadır. Hölderlin ise, şairliğin veya şairin yaratıcılığının varlıksallığının neliği üzerinde durmaktadır. Burada, Hölderlin’in şairin yaratma ânı için dile getirdiği, “savaşın ortasında aklı başında bir şekilde dehasını koruyan general” metaforu, çok önemli bir metafordur. Metaforun işaret ettiği, “hızlı kavrama” ve “savaş” imgesi, bizi, bir yandan Herakleitos’un “ateş/savaş” metaforuna götürürken, diğer yandan, şiirde, varlığın dile gelmesinin, “savaş” anında “hızlı kavramakla” olanaklı olduğu düşüncesine götürmektedir. Hölderlin’in “çözülmede meydana gelme” kavramını da, bu bağlamda okumak gerekir. Şöyle söylemektedir: “Kendini çözmekte olan gerçekliğe adım atan olanak etkindir.” Biraz serbestçe söylemek gerekir ise, şiirsel yenilik, çözülmede meydana gelmeyi dile getirir.
Bu yazıyı, Hölderlin’in, iyi yüz yıl önce yazılmış şu dizeleriyle bitirmek istiyorum: “İnsanların sözlerini anlamadım hiç./ Tanrıların kollarında büyüdüm ben.”, “İyi bir şeydir insanın uzaktan bakabilmesi hayata,/ Ve anlayabilmesi hayatın kendini nasıl algıladığını,/ Ayakta kalabilen, atıldıktan sonra tehlikenin kollarına,/ Fırtınalarda ve rüzgarlarda yolunu bulabilmiş biridir.” (çev. Ahmet Cemal)
Şiir ve Tragedya Kuramı’nın, iyi bir çeviri olduğunu da ayrıca belirtmek gerekir.
Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /home/notoskitap/public_html/wp-content/plugins/nm-custom-code/includes/post-social-share.php on line 16
İlgili Yazılar
Paulina Flores Anlatmaya Doyamıyor
Özcan Yılmaz, Oggito, 22 Mart 2020 Edebiyat her şeyden önce yaratıcı bir çabadır, öyle olmalı. Bana kalırsa bir yazarın ilk düşünmesi gereken nasıl fark yaratacağı olmalı. Paulina Flores 1988 yılında Şili’nin başkenti, Santiago’da doğdu. Halkın yüzde elli altısının, Daha fazla diktatörlük istemiyoruz, diye oy kullandıkları yıl. İki yıl sonra sivil hükümet başa geldi ancak Pinochet …
Öklid’in çizemediği açıda olanlar
Özlem Akıncı, Radikal Kitap, 20 Mayıs 2015 Tom McCarthy’den avangart romanın çağdaş temsilcisi olarak söz ediliyor. C deneysel bir roman. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğini ele alıyor. McCarthy’nin asıl derdi ise ölüm ve iletişim. Tom McCarthy anarşist manInternational Necronautical Society’nin genel sekreteri. INS 1999’da kurulan yarı kurgu avangart bir organizasyon olarak tanımlanıyor. Ölüme dair kafa karıştırıcı …
Dijital çağda yazmak ya da ‘Serbest Kürsü’den duyulanlar
Sibel Yılmaz, Gazete Duvar, 5 Mart 2020 Alejandro Zambra’nın deneme ve öyküleri “Serbest Kürsü” adıyla Notos Yayıncılık tarafından yayımlandı. Zambra’nın kurduğu anlatı dünyasıyla okumak, yazmak, çeviri, dil ve edebiyat dünyası ekseninde dönen eleştirel ve mizahi bakışı türlü türlü odaktan geçiyor. Son yıllarda adından söz ettiren Güney Amerikalı yazarlardan biri de Şilili Alejandro Zambra. Bonzai, Ağaçların Özel …
Sorular, arayışlar, gedikler
Serhat Aytekin, BirGün Kitap, 21 Mayıs 2021 Kadir Işık’ın karakterleri sürekli bir arayış içinde; eski ve yeni karşılaştırması yapıyorlar. Anlatıyorlar ama her şeyi değil; çoğunlukla boşluklar bırakan karakterlerin kısa kesik cümleleri yaşamlarının birer özeti gibi Türkiye edebiyatı yeni bir yazara merhaba dedi. Kadir Işık’ın yedi öyküden oluşan Herkesten Uzakta başlıklı kitabı okurla buluştu. Işık, öykülerini, …